Name :   E-mail :
Message :
entar codez:


[ << | < | 672 | 673 | 674 | 675 | 676 | 677 | 678 | 679 | 680 | 681 | 682 | 683 | 684 | 685 | 686 | 687 | 688 | 689 | 690 | 691 | 692 | > | >> ]

    22nd May 2005 - 09:17:37 AM    
13684 : HKBOPSHKOPDEKOPN%J?DSM%JLM%DW.MNLDS%W
Vakit, Mein Kampf'daki "Zionist Imperialism" tehlikesine çok haklı analizler getiren belgesel özü kavrama vaktidir; çünkü, "Zionist Military Financial Hegemony" yeniden ve bu kez tüm dünya insanlığını tehdit eden devasa boyutlarda en mediatk destekli/en utanmaz yalancı/en organize kriminal kaniçici/en modernize barbar/ en ahlaksız aşamasındaki güncel tehlikedir; işte, bunun için de (içinde Vakit gazetesi de bulunan) bir dizi media üzerinde "performe censor"/geliştirilmiş sansur uygulanmaktadır

**

FREEDOM in INDEPENDENT BRAINS///CENSOR; most ridiculous and well-performed manipulative industry of judaized imperialism

**

Turkish language version


**

Volum -I-

**

ÖZGÜR DÜŞÜNCEYE SAYGI DUYAN HERKES, SAYGISIZ SİYONİSTLERİN KISKACINDALAR...

**


- Siyonist lobinin etkisinde kalan Almanya İçişleri Bakanı; yayınına ara verilen Vakit'in Almanya baskısını ek bir fermanla yasakladı!.. Hem de, hiçbir "yargı kararı" olmadan!
- Iran`a-Suriye`ye, Türkmeneli Kerkük'e karsi havladıkları günlerde!
- Aynısıyla öyle!... Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily; Vakit'in, 2005 kışında iki aydan fazla süreyle Almanya'da engellendiğinden bile habersiz rolü oynadığını sergileyen komik ve bir o kadar da düşündürücü bir karara imza attı...
- Gerekçesi ne bu utanmaz kartaloş ibnenin?
- Alman kimliğini suistimal eden bu Evangelian Yahudi tohumu sahte Alman, "Siyonist terör" ve "Batılı toplumsal düzen"e karşı çıkan yayınlardan dolayı, Vakit'in Almanya baskısının durdurulduğunu açıkladı. Gerçek babası Human Butcher Ariel SHARON nasıl yapıyorsa aynısını yinelemiş oldu...
- Oysa Vakit, 20 Aralık 2004'ten bu yana Almanya'daki yayınına ara vermiş bulunuyor!
- Doğru! Bu bir extra saçmalıktır... Alman Bakan'ın, "2 ay 5 gündür yayın yapmayan" bir gazete hakkında, "İsrail aleyhtarı yayınların arttığını iddia etmesi de, hem gerçeklerden uzak, hem de komik bulundu... Bakan'ın esrik açıklaması, Batı ülkelerinin "fikir ve düşünce özgürlüğü" konusunda ne kadar samimi olduğunu da ortaya koydu.
- Suçlarını itiraf ediyorlar: Suçu kabul ettiremedik! Alman İçişleri Bakanı Otto, Vakit'i Almanya'da yasaklamış! Sebebi de, "gittikçe artan İsrail karşıtı, siyonist aleyhtarı makaleler" imiş! Zırt pırt Türkiye'ye gelip, "Basın özgürlügü niçin yok", "Homosexual sapıklara niçin daha fazla yetki verilmiyor?", "Anti-siyonistlerin hepsini neden Israel yöntemleriyle elimine etmiyorsunuz?" diye hesap sormaya kalkışanların ellerine, biz su bile dökemezmişiz de haberimiz yokmuş! Öyle bir yasakçılık ki; suç olduğunu ileri sürdükleri yazılar için dava açma yerine, toptan gazetenin yayınlanmasına yasak getirmişler!
- Yani, resmen sansür!
- Kokusundan anlaşılmaz mı bok!... Türkiye'de bir yazara ceza vermek için, önce yayınlanan yazı sebebiyle dava açılır, yazar mahkûm olursa ceza kesinleşir. (Ama bu durumlarda da gazetenin kapatılmasına artık karar verilemiyor. 2004 yılında kabul edilen AB'a uyum yasası çerçevesinde, artık gazete kapatmak Türkiye'de bile yasak!) Ama Almanya'da, gazetenin toptan kapatılması mümkün imiş! Üstelik, öyle mahkeme kararına falan da gerek yokmuş!.. Dünyadan haberi olmayan bir İçişleri Bakanı, önüne konulan bir kararı imzalayınca, gazete de kapanıveriyormuş orada! Gazete yayınına ara vermiş, vermemiş hiç önemli değilmiş!
- Allah bilir, adamın gazeteyi hayatında görmüşlüğü bile yoktur!
- Yok! Jerusalem Post`a abone olan bu ibne, özgürlüğün sesi olan yayınlar eline geçse de batar, bir yerini acıtır...
- Öyle ya, eğer gerçekten uyuşturucu dozunu kaçırmadıysa ya da sansurden daha önceden bilgisi yoksa kıçına ne girip çıktığını da bilmeyen bir bunaklık evresine girmiş demektir...
- Varsayalım ki habersizdir... Vakit'in 2.5 aydır Almanya'da yayınlanmadığından habersiz, ezbere yasaklama kararı verdiğine göre, gazeteyi görmemiş olması da gayet normaldir! Yeter ki, siyonist lobi istesin!
- Ama ne yaparlarsa yapsınlar, ördükleri tuzaklar, bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da hep kendi ayaklarına dolaşacaktır. Bakın, Almanya Büyükelçiliği, konuyla ilgili olarak dün yayınladığı basın bülteninde hangi bilgilere yer vermiş? " .. Makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır. (..) Yayınlanan çok sayıda makaleden anlaşıldığı üzere bu yayınlar münferit olmayıp, aksine sistematik olarak kışkırtma amacı taşımakta olup, bunlara kesinlikle göz yumulmamalıdır!" Bunlar sayın İçişleri Bakanı'nın sözleri!
- Böyle tasmasız bakan birgün bir takan çıkmayacak mı?
- Umarım!.. Demek ki, önüne konulan kararı okumadan imzalayan bakanlar, sadece Türkiye'ye özgü değilmiş! Almanya'da da bu tür "bakan"lar varmış! Sadece bakıp dururlarmış önlerine gelen kâğıtlara. Öyle olmasa, 2 ay önce Almanya baskısını durduran bir gazetenin, İsrail aleyhtarı olduğu söylenen makaleleri için "hissedilir derecede artırmışlardır" ifadesi nasıl kullanılır ki? Diyeceksiniz, "Belki de, yayına son verilmeden önceki tarihlerde İsrail aleyhtarı makalelerin arttığı kastediliyordur"... "Özrün kabahatinden büyük" diye bir söz vardır. Aynen öyle.. 2 ay önce ara verilen yayın için, Alman bakan daha yeni uyanıyor, "Burda gazetenin kapatılmasını gerektiren çok büyük bir suç var" diyor! Ne diyelim, Otto'ya bir mesaj yollayalım; "Uyan bakan bey, uyan! O makalelerin en sonuncusu bile 2 ay 5 gün önce yayınlandı! 2 aydır neredeydin?" Alman Büyükelçiliği'nin yayınladığı basın bülteni, siyonist lobinin tezgâhının perde arkasını net olarak gözler önüne seriyor aslında! Şöyle deniyor Alman Büyükelçiliği basın bülteninde: "Savcılığın geçtiğimiz yıllardaki çok sayıda tahkikatına rağmen şirket sahibi ve yöneticisi hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş, hatta kışkırtıcı makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır!" Keskinliğin derecesini nasıl tesbit etmişler, bunun için ellerinde bir ölçü aleti var mı bilemiyorum. Ama "Hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" olmak, dünyanın neresinde suçtur sayın Otto? Elinize yasaklama kararı koyanlar, anlaşılan sizi "suçu kabul ettirme" ile görevlendirmişler; siz de bu görevinizi yapamayınca, bu sefer yasaklama kararı önünüze konulmuş, siz de ne söylediğinizi bile düşünmeden, "hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" diye sitemde bulunmuşsunuz Vakit yöneticileri için! Ne yapalım; sizin arzunuzu burdan biz ilgililere duyuralım, bundan sonra siz ne isterseniz, hemen o suçu kabul ederler! Ne isterseniz! Roma'yı yakma suçu mu dersiniz, Hitler'i iktidara getirme mi dersiniz, nükleer silah icadı mı dersiniz, hepsini siz isteyin, Vakit sorumluları kabul etsinler! Yeter ki, siyonist lobinin isteği olsun!
Kim haklı isbat için çok önemli bir kıstas var; soralım Otto'ya, "Bu kadar suçladığın gazete hakkında, elinde kesinleşmiş tek bir mahkeme kararı var mı?" Yok! O zaman biz söyleyelim; Almanya'da basın özgürlügü yok!
- Yok mu bu utanmazlığın bir temsilcisi; soralım!?
- Var!.. Büyükelçi, örnegin...
- Sordun mu; ne oldu?
- Renkten renge girdi; kıpkırmızı oldu..
- Ìzleyelim!
- Federal Almanya'nın Ankara Büyükelçisi homosexual Wolf-Rudhard Born, Vakit'in Almanya yayınlarını durdurması için ortada bir mahkeme kararı olmadığını animsatan bir gazeteciye, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" dedi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı makamında ziyareti sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan ibne Born, Almanya ceza yasasına göre Yahudi karşıtı yayınların suç olduğunu savundu. Almanya'da çok sağlam (yalansa anasini essekler siksin) bir demokrasi olduğunu ileri süren ibne Born, "Ortada İçişleri Bakanlığı'nın verdiği bir karar bulunuyor. Yahudi karşıtı yazılar ceza kanunumuzda yasaklanmıştır. Kanunlara göre hareket ediyoruz. Vakit, kanunlarımızda yer alan yaptırımların aksi yönünde hareket etti. Bizde bu kararı aldık" dedi. Muhabirlerin sorularından sıkılan ibne Wolf-Rudhard Born, "Vakit gazetesinin son altı gündür yayınlarından rahatsızız" dedi. Otto SSCHILY gibi bir yalama götveren olan Born, muhabirlere, "Vakit, Almanya'da yedi yıldır yayın yapıyor. Bu ve benzer yasakli gazeteler hakkında herhangi bir mahkeme kararı var mı?" şeklindeki sorusuna, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" şeklinde konuştu. Almanya'da, Türkiye aleyhine siyonist emperyalist yayın yapan birçok amerikanci Yahudi propaganda yayınlarina müdahale edilmediğini hatırlattığımız Büyükelçi, "Böyle yayınlardan haberimiz yok. Yasalar dışında yayın yapan herkese aynı şeyi yaparız" diyerek, Yahudi yularli medyaya üstü örtülü arka çıktı. Ìbne Born, "İsrail'in Filistin'deki katliamlarını eleştirmek suç mu?" bicimindeki sorumuz üzerine de, "Farklı düşüncelerimiz var. O yüzden sizinle anlaşamayız" dedi. Sorularımız karşısında iyice bocalayan Siyon orospusu Born, hızlı adımlarla belediyeden uzaklaştı. Siktirip defoldu, Alman bayrağını suistimal ederek kullandigi köpek kulübesine kaçtı; girdi...

**

- Alman kimliğini kötüye kullanan bu esrik bakan piçine kınama eyleminde bulunan yok mu?
- Var elbette!.. Bu arada; Alman Bakan'ın açıklaması üzerine durumu değerlendiren Vakit Yayın Kurulu, şu açıklamayı yaptı:
"Almanya Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin dün yaptığı açıklamada 'Geçmişte, özellikle İsrail devletine, siyonistlere ve Bat?l? toplumsal düzene karş? makaleler yay?nland?ğ?' öne sürülerek gazetemizin Almanya baskısının durdurulmasına yönelik kararı kabul edilemez bir karardır. Öncelikle belirtelim ki, Vakit gazetesinin Almanya baskısı 20.12.2004 tarihinden bu yana zaten yapılmamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesine aykırı olarak Alman polisinin yaptığı keyfi baskılar sonucu, Vakit gazetesinin Almanya baskısına, bugün itibariyle 66 gündür zaten ara verilmiş bulunmaktadır.
Bu durumdan bile habersiz Alman İçişleri Bakanı Otto, olmayan bir yayını yasaklama gibi komik bir karara imza atmıştır. Açıklamadaki, 'Batı karşıtı propaganda yapılmasina izin verilmeyeceği' beyanının, düşünce ve ifade hürriyetine Almanya'nın nasıl yaklaştığının göstergesi olduğu açıktır. Alman Bakan'ın, 'Savciliğin sürdürdüğü birçok soruşturmaya rağmen, Yeni Akit yöneticilerinin tutumlarını değiştirmek yerine, kışkırtıcılık yapılan makale sayısını artırdıkları' iddiası da, 2 ay 5 gündür yayın yapmayan bir gazete hakkında Bakan'ın nasıl bir bilgisizlik ve önyargı içerisinde olduğunu göstermektedir. Uzun süredir yayın yapmayan bir gazetede, USrael faşizmi aleyhtarı makalelerin arttığı nasıl iddia edilebilir? Görülmektedir ki; siyonist lobinin eline tutuşturduğu bir yasak kararını açıklamaktan başka bir rolü olmayan sayın Bakan, verdiği yasak kararının işlevsizliğinden bile habersizdir. E.U. ilkelerine uyum adı altında, Türkiye'ye yapmadıkları baskıyı bırakmayan batılı ülkelerin gerçek yüzleri bu kararla bir defa daha ortaya çıkmıştır. İşte Batı'nın düşünce hürriyetine bakış açısı; 'yayında olmayan gazeteyi bile yasaklayacak' kadar acımasızdır! Bugüne kadar 7 yıldır Almanya baskısı yapılan bir gazetenin, tek bir mahkûmiyeti ve mahkeme kararı bile yokken, bir siyasetçinin emri ile gazete baskısının yasaklanması, insan haklarına aykırı, yargısız infaz niteliğinde hukukdışı bir karar olduğu her türlü tartışmadan uzaktır. 1940'larda Hitler'in Yahudilere yaptığı iddia edilen zulmün çok daha şiddetlisi, bugün siyonist odakların etkisi ile Otto tarafından tek bir mahkûmiyeti bile olmayan Vakit gazetesine yönelik olarak gerçekleştirilmek istenmektedir! Ama Otto'nun ve onun eline bu kararı tutuşturan lobinin gücü, Vakit'i 'doğruları yazma kararlılığı'ndan vazgeçirmeye yetmeyecektir! Bu karar ile öğrenmiş bulunuyoruz ki; Almanya'da bir siyasetçinin kararı ile, istenilen her muhalif gazete kapatılabilmektedir! Bırakın insanların düşünce hürriyetlerini engellemeyi, tümüyle bir gazetenin faaliyetini bile yargı kararı olmaksızın engelleme cüreti gösteren bu girişimin, Avrupa'nın gerçek yüzünü öğrenmemiz açısından büyük faydası olduğu kanaatindeyiz. Tek bir mahkûmiyet kararı olmayan Vakit gazetesi sorumluları olarak, Alman İçişleri Bakanı Otto'nun aldığı kararı kınıyor, bu yargısız infaz kararını tarihe bir ibret belgesi olarak not düşüyoruz."

**

- Almanya`da siyonist lobbylerin azıttıklarını anladık; sürpriz değil... Fakat Ortadoğu`da müslüman geçinen bazı üniformalıların yarışma hırsını anlamak zor...
- Rüşvetin gücü! Buyrunuz, daha henüz sıcaklığını koruyan şu belgesele bir göz atınız!
- İzleyelim!
- Vakit’e ceza yağdı... Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit gazetesini “Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira olmak üzere 624 milyar, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkûm etti. Mahkeme, dâvâ konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, Doğan'ı tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit Gazetesi’ni, ‘’Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira mânevî tazminata mahkûm etti. Mahkeme, dava konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in, RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, 312 generalin, Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eruygur’un da ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazılardan dolayı açtıkları davaları karara bağladı.
- Sirk sürüyor... 312 generalin açtığı davaya, generallerin avukatı Bilgin Yazıcıoğlu ile RTÜK üyesi Mehmet Doğan ve Vakit Gazetesi’nin sahibi Nuri Aykon ile yazıişleri müdürü Harun Aksoy’un avukatları katıldılar.
- "Yazı kimin?" tartışması gündemdeydi...
- Evet!.. Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, müvekkilinin dava konusu köşe yazısını yazan Asım Yenihaber olmadığını ileri sürdü. Davacı tarafın dosyaya sunduğu elektronik posta adresi ve internet protokol numarasıyla müvekkilinin adına ulaşıldığını, ancak herhangi bir kişinin elektronik posta adresini ve internet numarasını vermek suretiyle o kişiye suç yüklenebileceğini öne sürdü. Avukat Metin, bu durumun açıklığa kavuşturulması için bilirkişi incelemesi talebinde bulundu ve tanık dinleteceklerini söyledi. Davacıların avukatı Yazıcıoğlu ise internet sisteminin, yazının Doğan’a ait olduğunu ispatladığını, Türk Telekom’a mahkeme tarafından yazılan yazıya gelen cevapta da köşe yazısını elektronik postayla gönderen kişinin Mehmet Doğan olduğunun ispatladığını savundu. Yazıcıoğlu, bunun teknik bir konu olduğunu ifade ederek, krokisini de dosyaya sunduğunu söyledi. Yazıcıoğlu, ayrıca Vakit Gazetesi’nin tirajını gösteren belgeyi de verdi. Yazıcıoğlu, Hakim Bülent Çınar’ın sorusu üzerine, Mehmet Doğan’ın internet protokol numarasının Nurullah Kuloğlu adlı ihbarcıdan geldiğini, ancak o kişinin nasıl temin ettiğini bilmediğini belirtti.
- "Vakit'e sansür uygulanıyor" başlığını anımsıyoruz...
- Davalılardan Nuri Aykon ve Harun Aksoy’un avukatları, dava konusu yazının gazeteye faksla ulaştığını ileri sürerek, metni bulmaya çalıştıklarını söylediler. Avukatlar, dâvâyla ilgili olarak Vakit Gazetesi’ne konulan yayın yasağının kaldırılmasını talep ettiler ve diğer yayın kuruluşlarına yönelik böyle bir olay olmadığını, Vakit Gazetesi’ne sansür uygulandığını ifade ettiler. Yargıç Çınar, yayın yasağına tepki gösteren avukatlara, diğer yayın kuruluşları adına söz alma ve konuşma yetkileri olmadığı uyarısında bulundu. Aykon ve Aksoy’un avukatları Yargıç Çınar’ın son sözlerini sorması üzerine, delil sunmak için süre istediklerini ifade ettiler.
- Generallerin avukatı Yazıcıoğlu da son sözünde talepleri gibi karar verilmesini istedi.
- Evet!.. Yargıç Çınar, araştırılacak başka bir konu kalmadığını, Vakit Gazetesi’nin avukatlarının taleplerinin yersiz görüldüğünü belirterek, davacıların manevi tazminat taleplerinin tamamen kabulüne karar verdi. Yargıç Çınar, Vakit Gazetesi’nin sahibi Aykon, Yazıişleri Müdürü Aksoy ve Mehmet Doğan’ı yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz de eklenerek her bir davacı için 2’şer milyar lira olmak üzere toplam 624 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Mahkeme, köşe yazısını yazan Asım Yenihaber’in de RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vermiş oldu ve tazminattan sorumlu tuttu. Bu arada, karar açıklanmasına tepki gösteren Vakit Gazetesi’nin avukatları, taleplerinin dikkate alınmadığını ve tutanağa geçirilmediğini, savunma haklarının kısıtlandığını iddia ettiler ve tutanak tutacaklarını belirttiler. Hakim Çınar, kararın temyize tabi olduğunu hatıratarak, hukuki yolların tükenmediğini ifade etti.
- Avukatlar duruşmayi terketmişti; degil mi?
- Öyle!.. Daha sonra Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un yine Asım Yenihaber imzasıyla Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazısında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 10 milyar lira manevi tazminat talepli davasına geçildi. Vakit Gazetesi’nin avukatları, bu duruşmaya katılmayacaklarını belirterek, duruşma salonunu terkettiler. RTÜK üyesi Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, diğer davada olduğu gibi müvekkilinin dava konusu yazıyı yazan kişi olmadığını savunarak, bilirkişi incelemesi talep etti. Metin, aksi halde herkesin herkesi ihbar edebileceğine işaret ederek, adaletin allak bullak olacağını ifade etti. Orgeneral Eruygur’un avukatı Yazıcıoğlu ise kişilik haklarına saldırı iddiasını yineledi. Yargic Çınar, dosyada delillerin toplandığını belirterek, davanın kısmen kabulüne ve Aykon, Aksoy ve Doğan’ın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle müştereken 4 milyar lira manevi tazminat ödemesine karar verdi.
- Bu rüşvete susamış olanlar da müslüman?!
- Yahudi emperyalizminin kıçını yalayan bu çeşniden öğeleri, Otto CHILLY`den daha tehlikeli buluyorum...
- Aynı görüşleri paylaşıyorum sizinle ve o derecede derin endişeler içerisindeyim!

**

- Tv 5, Milli Gazete gibi medya organlarına karşı kendi kendini Yargıç ve Savcı olarak atayan sözde diplomatlara ne diyorsunuz?
- Olamaz!
- İzleyelim!
- Belgeler ortada!... Soytarılar, istedikleri kuruma, kuruluşa, yayın ve basın organlarına sansur uygulamakta hiçbir çekince göstermiyorlar... USA Büyükelçiliği’nin, Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, Irak’ta yaşananları aktardığı ve halkın tepkisini yayınladığı için bir gazete ve televizyona ambargo uygulanmasının, evrensel basın-yayın ilkelerine aykırı ve anti-demokratik olduğunu söyleyerek, “ABD, Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çekiyor ve bu hezimetin faturasını da Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ediyor. Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılmaz. Basına ve medyaya sansür uygulayarak Irak’ta yaşananları kamuoyundan gizleyemezsiniz. Burası ABD değil, Türkiye. Kendi ülkelerinde basına ambargo uygulasınlar” dedi. Wall Street Journal’da yayınlanan “Yeniden Avrupa’nın Hasta Adamı mı?” yazısı ve ardından USA Büyükelçiliği’nin Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, son günlerde gelişen olayların Irak’ta bataklığa saplanan ABD’nin bataklıktan çıkmak için suçu başkasına yüklemeye çalışma refleksi olarak değerlendirdi. Konuyla ilgili yazılı bir basın açıklaması yapan Aksu, “Tarihini sömürge, zülüm ve katliamlar üzerine bina eden bir ABD’nin geçtiği yollara dönüp bakmadan bu tarz serzenişlerde bulunması, yaptıklarının onaylanmasını beklemesi, bırakınız beklemeyi bunu bir emrivaki olarak dayatması ne akıllara ne de vicdanlara sığmaz” dedi. ABD’nin Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çektiğini ve bu hezimetin faturasını Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ettiğini belirten Aksu: “Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılamaz. Türkiye’deki Anti- Amerikan rüzgarından rahatsızlık duyanlar acaba bu rüzgarın esmesinde hiç mi kabahatli değillerdir? Yeri geldiğinde dünyanın en kanlı diktatörlerini besleyip onların milyonları katletmesine ön ayak olan, Afganistan ve Irak işgallerinin meşruiyetini sorgulatmayan bir zihniyet elbette ki bunun bedelini ödemelidir” dedi.
- Türkler, Amerikan halkından değil Bush’un politikalarından rahatsız
- Güzel dile getirdiniz!.. “Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin (Amerikan kaynaklarına göre) en az 100 bin sivili öldürmesi, tutuklulara işkence yapması, bu ülkenin bir terörist yuvası haline gelmesi, Türkiye’yi olumsuz etkilemesi, bütün dünyada olduğu gibi Türk kamuoyunda da Bush’a karşı muhalefeti güçlendirmiş, yeniden seçilmesi büyük hayal kırıklığı uyandırmıştır” diyen Aksu, Amerikalıların Irak’taki Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi ve sözde “teröre karşı savaş?” veren ABD’nin, Kuzey Irak’a yuvalanan Mo$$ad&Barzioni teröristleri hakkında hiçbir önlem almayışı gibi gelişmeler ise Bush aleyhtarlığının Türkiye’de doruğa tırmanmasına yol açtığını vurguladı.
- Ismarlama sevgi ayarı yapılmaz!
- Çok dogru!..
- Hani, Turkiye&Almanya vbg ülkeler isgal edilmemişti?! Yalnızca Filistin'de, Irak'ta ve benzerleri üzerinde egemen sanılıyordu bu ZOG denen Militer-Mafya? Bu ne ya; bu sansur denen illet, Tel Aviv'den dikte edilen bir diktatorluk gibi yayginlaştirildi?...
- Pentagon aracılığıyla Bush yönetiminin müttefiklerine ABD karşıtlığının çözülmesi ve halkların kendilerini sevmesi mesajının verildiğini ifade eden Aksu, “ısmarlama sevgi ayarlarıyla nereye varılabilir” diye sorarak sözlerine şöyle devam etti “ABD’nin takkesi Irakta düşmüştür. Tüm dünya kamuoyu kendisine karşı öfkelidir. Kimi kime şikayet ediyorlar ya da kimden neyi savunmasını bekliyorlar. Demokrasilerde siyasetçilerin işi kamuoyunun tepki ve taleplerini en uygun şekilde yansıtmaktır yoksa bu tarz emri vakilerle kamuoyunu hizaya getirmek değil.”

**

- Sansur prosedürüyle amaçlanan, yalnızca engelleme değildir. Bir olaya ilişkin doğru bilgi akışı sansur yoluyla engellenirken ikinci amaç gerçekleştirilir; olayın saptırılması. Cocuklara karsi islenen suclarda resmi makamlardaki suçortaklarının çabalarını anımsayınız... Özellikle sexual amaçla çocukların pazarlanması sırasına taa üst düzeyden direkt fermanlarla gelen sansur uygulamalarına tanık oluyoruz; çünkü, çocukların pazarlamasına ortam sağlayan kirli tabaka, kendinin açığa vurulmasını istemez. Elinde de en büyük silah olarak sansur vardır...
- Ìşleyiş'i, Urla'da çok net gördük; klipleri yeni yeni yayına konulabiliyor...
- Ìzleyelim!..
- Son günlerde tartışmalara neden olan Barbaros Çocuk Köyü ile ilgili haberler davalık oldu. Yayınladıkları haberler nedeniyle Özgür Urla gazetesine, Urla Kaymakamlığı koltugunda oturan sanik Ahmet Mailoğlu tarafından sansür uygulandı. Gazeteciler TUNALI ve SÖKE, Barbaros Köyü'nde cinsel taciz iddialarını yazdıkları için kendilerine "devlet ve millet düşmanı" diyen kirli kaymakam'a dava açtı. Kaymakam taslağı da, gazete haberlerine dava açtı; tedbir koydurdu. Gazetecilerin itirazı görüşülüyor... İzmir'de çıkan Yarımada gazetesi sahibi Selçuk TUNALI ile Özgür Urla gazetesi sahibi Ali Rıza SÖKE, Star TV'deki "Objektif" programına katılarak, Barbaros Köyü'nde çocuklara cinsel taciz iddiaları ile ilgili kendilerine "devlet ve millet düşmanı" dediği gerekçesiyle Urla Kaymakamı Ahmet Mailoğlu'ya 50 bin YTL'lik tazminat davası açtılar. Gazeteciler 3 Şubat'ta yayınlanan programdan iki gün sonra Kaymakam hakkında yakınma'da bulundu. Kaymakan Mailoğlu bunun üzerine, gazetelerde kendisi ile ilgili yayınlanan haberlerede "kişilik hakları zedelendiği" iddiasıyla gazetecilere dava açtı. Urla Asliye Hukuk Mahkemesi de iki gazetedeki Kaymakam haberlerine aynı gün tedbir koydu.
- Mahkeme, tedbire itirazı görüşüyor
- Durumu yatıştırıyor...
- Öyle!.. Tedbir kararına itiraz eden gazeteciler, yapılan yayınların "Basın Kanunu, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) uygun olduğunu savunarak, "tedbirin nasıl bir haber verileceği ilan edilmeden, muhtemel, ne olduğu belirsiz bir saldırı olasılığı" üzerine alındığını iddia etti.
- Mahkeme, itirazı değerlendiriyor.
- Bakalım ne çıkacak!
- Yarımada gazetesinin 28 Ocak 2005, Özgür Urla gazetesinin de 1 Şubat 2005 tarihli nüshasında cinsel taciz soruşturması ile ilgili bilgilere yer verilmiş ve Kaymakama sorular yöneltilmişti. Kadir Çelik'in sunduğu programda, Kaymakam Mailoğlu'nun "Bu iddianın sahipleri iki tanedir bunlar. Bu iddia iğrenç ve saçmadır. Bu iddianın kaynağı olan, bahsedilen iki kişi... Her zaman devlet, Kaymakamlığımızın manevi ve mukaddes değerlere saygılı olmamdan dolayı şahsım üzerine kurulmuştur. Bu gazetelerin yayın politikaları incelendiğinde devlet ve millet düşmanı olduğu açıkça belli olan bu şahıslar..." dediği iddia ediliyor. Sorun ve baskıların yeni başlamadığını kaydeden gazeteci Söke, bianet'e verdiği bilgide, bir yıl önce yazılarının yayımlandığı sayıların Kaymakamca polis kullanılarak toplatılmaya çalışıldığını, İçişleri Bakanlığı'na yaptığı şikayetlerin üzerinin ise yalanla kapatıldığını savundu. (EÖ/EÜ)
- Sansur olaylarinda kiralik utanmazlar, gazetecilik oynuyorlar.. Bu utanmazlara en acikli örnek, Savaş AY adindaki ucuz provokatordür...

**


- Yerel basın, Savaş Ay’a karşı...
- Çıkarcı bir çakaldır bu enstrüman, adı yanlış Savaş piçi, yine kanlı koku aldı ve pisliğe daldı!
- Öyle! Urla Kaymakamlığı ile Barbaros Köyü arasında mekik dokuyan yerel basın Savaş Ay gazeteciliğini tartışıyor; “Köye o giriyor da biz niye giremiyoruz? Savcı ona konuşuyor da bize niye konuşmuyor?” Kaymakamlık önünde savcının dışarıya çıkıp bir açıklama yapması için bekliyorlar; saatler ilerliyor, hava kararıyor, savcı yok. Sonra bir söylenti dolaşıyor ortalıkta; “Savcı, Savaş Ay’a konuşmamış, ben öyle şeyler söylemedim.” demiş. Urla’da çıkan yerel gazeteler de kaymakam ve okul müdürüyle ilgili zehir zemberek yazılara devam ediyor. 15 günde bir yayımlanan Özgür Urla gazetesini tek başına çıkaran Ali Rıza Söke koltuğunun altında sıkıştırdığı gazeteleriyle takip ediyor gündemi. 1000 adet bastırdığı gazetesi neredeyse tükenmek üzere, yeni gelişmeleri duyurmak için ek bir baskı yapmayı bile düşünüyor. Ali Rıza SÖKE, Barbaros Çocuk Evi’nden bir çocuğu da nüfusuna geçirmiş. Özgür Urla, Yarımada ve Demokrat Urla’nın suçladığı kaymakamı aklayan tek gazete Urlalılara “İnanmayın, yazılara inanmayın... Belgeler var.” diye seslenen Urla Postası. Tutuklananlar arasında yakınları bulunanlar da oyunu ‘raconu’na göre oynamayı öğrenmişler. İçlerinden biri, “Yarın, gazetenizde bakıcı anneler suçsuz diye manşet atarsanız, size önemli bir bilgi vereceğim.” diyor.
- Tecavüzcü pezevenk tohumları birer birer kefaletle birakilirlarken yazı ve şiir yazmaktan icerde tutlan aydinlara, sansur kurbanlarına kolay kolay böyle bir olanak tanınmıyor...
- Neden uygulanmiyormus; gazeteci Sinan Kara dün Urla Cezaevi'nden şartlı serbest bırakıldı.
- Birakıldı ama cezasının tamamını çektikten sonra.. Sinan KARA'nin çektigi ceza yanında bu çocuk tecavüzcülerine yapılan, "konuk ağırlamak" diye anılmalı!
- KARA'nın davaları Türkiye'deki basının tehdit altında olduğunun bir göstergesi. Özellikle de yerel basın kıskaç altında,"

**

- Bir RTUK belası var...
- Örnegin?!
- Küçük Özgürlük bile yok! RTÜK, daha önce Türkiye'de sinemada da gösterilen, festivallerde ödüller alan 'Küçük Özgürlük' adlı film nedeniyle Primemax ve Primemax 2'yi süresiz kapattı. Digitürk ise buna, 2 yeni kanalla karşılık verdi. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Digitürk üzerinden yayın yapan Primemax ve Primemax 2 kanallarını, yayımladıkları "Küçük Özgürlük" filminde 'bölücülük propagandası yapıldığı' gerekçesiyle süresiz kapattı. Digitürk ise bu kanalların yerine GoldMax ve GoldMax 2 adlı iki kanal koydu.
- 'Gülünç ve çağdışı'...
- Elbette!... 25 yıldır Almanya'da yaşayan filmin yönetmeni Yüksel Yavuz ise Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 'Eser İşletme Belgesi' alan, çeşitli festivallerde gösterilen ve Aralık 2003'te Türkiye'de vizyona giren film nedeniyle kanal kapatılmasını 'çok gülünç ve çağdışı' sözleriyle nitelendirdi. Yavuz, filmin konusunu ise şöyle özetledi: "Çocuk yaşta Almanya'ya gelen bir Kürt ile Afrikalı genç, 16 yaşında mahkemeye çıkarılıp ülkelerine gönderileceklerini bildikleri için illegal yolla yaşıyorlar. Kürt genci, bir zamanlar 'dağa çıkmış' bir akrabasının yanında kalıyor. Bu arada tanışıp çok sevdiği yaşlı adamın, anne ve babasının ölümünden sorumlu olan kendi köylüsü bir korucu olduğunu öğreniyor. Adamı öldürmek için sorguya çekerken bundan vazgeçiyor. "
- 'Yeni sansür anlayışı'
- Resmen!.. Filmin Türkiye dağıtımcısı Belge Film'in sahibi Sabahattin Çetin de, şöyle konuştu: "RTÜK, devletin gösterimine izin verdiği filmin televizyondaki yayını yasaklamakla kalmıyor. Filmi yayımlayan kanalı da süresiz kapatıyor. Bu yepyeni bir sansür anlayışı. RTÜK, AB yolundaki Türkiye'nin başına yeni dert açıyor. Bu olaya karşı yasal hakkımızı kullanacağız"

**

Volum -II-

**

- SANSURün EMPERYALiT cinsi ile SANSARLIGIN SiYONiT cinsi ARASINDA BIR BAGINTI VAR MI?
- Olmaz mı!.. Hem de enternasyonal boyutta!.. İzleyelim!..

**

- Yahudiler bu ikilem bakımından çok deneyimlidirler... İkinci Dünya Savaşının bitişiyle dünyayı saran Cold War, yani soğuk savaş yıllarında, dünya kamuoyu kobay gibi kullanılarak beyni yıkandı. Sansur, Sosyalist ülkelerin de bir bir yıkılmasıyla bir resmi ders niteliği aldı. Öyle ki, bugün biz Dresden`in nasıl yerle bir edildiğini bilemiyoruz; HITLER ve nice kimseler öldürülmüşken, bizler kaç kuşaktır bu yok yere öldürülen kurbanlara değil de cellatlara acıyoruz... Dünya çapında örgütlü olan soykırımcı katillere ağlayıp hallisunasyonal filmler üretiyoruz çünkü beynimiz mükemmel yıkanmış ve Yahudiler öldürüldü sanıyoruz... Kargaları güldüren bir tarihsel manipulasyon... Çünkü yahudi yalancılığı tradisyonal bir meslektir; ona sansur yok!... Sansur, eleştirel beyinlere uygulanan bir silah!... Milyonlarca Alman ve milyonlarca Avrupalı ve hatta adını anımsamakta güçlük çektiğimiz ülkelerden insanlar soykırıma uğratıldılar. Alliance denilen USA&AUSraelia vbg Siyon güçleri dünyayı yakıp yıktılar ama hemen tüm lise kitaplarında biz Yahudilere kıyıldı diye okuyoruz. Oysa ki, Çalışma Kamplarında bir çeşit korumada bulunan Yahudiler ve yağmacılıkta uzman olup da yükte hafif pahada ağır ne varsa talan eden Yahudiler, savaçlardan en az zararı gören yegane tilkimsi sürüdür. İkinci Dünya Savaşı öncesinde tüm Avrupa`da toplam 1.300.000 Yahudi vardı; WW II denen bu savaştan sonra yani 1945, ten sonra sayılarının 3.100.000 olduğu görülür. Avrupa`da hırsızlıktan arananlar kendini Israel denen işgal topraklarında güvencede bulurlar ve güttükleri Birleşmiş Uluslar Örgütü de 1948`de dünyanın ilk Yağmacılar Cenneti ZOG çetesine "devlet unvanı" verir. Burada yine sansur ve manipulasyonun gücüne dönersek; hani nerede 6.000.000 Yahudi gaz odalarında tavuk gibi tütsülenmişmiş de belmem ne? Kendimiz gittik gördük, o düzmece merkezlerde, yani Alman Çalışma Kamplarının hiçbirinde gaz odası yok, gerçekte öyle bir gaz olsa Alman onuı savaşta İngiliz Evangelist itine, Amerikan Siyon çakalına karşı kullanırdı... KAldı ki, Çalışma Kamplarına gönderilenler yalnızca asalak Yahudiler olmayıp işsiz Almanlardı, hatta sayısız ulustan olup da zamanın gereği savaş donanımı üreten kimselerdi, ustalardı, uzmanlardı... Yine sansur yoluyla boyanan rakamlara bakalım, üç milyon yalancı, geleneksel ve fanatik alışkanlık eğilim özelliğini sergileyerek, altı milyon Yahudi yaratık gazlandı, diyor... Papağanlar da yineliyor... Matematik bilmeyen bir geri zekalıyı düşünün ve dünyanın da geri zekalılar düzeyine düşürüldüğünü kavrayın artık, lütfen!
- İçinde bulnduğumuz Yüzyıl`da da aynı geleneksel yöntemler sürdürülüyor... Siyon emperyalizmi, şimi düne oranla çok daha modern donanımları ve beyin yıkama makinalarını tekelinde bulunduruyor...
- Örnekler misiniz?
- İzleyelim!.. Ortadoğu belgesel klipleriyle girelim... Çağdaş emperyalizmin saldırgan ve işgalci tutumu İslâm coğrafyasında kan akıtılmasına yol açmaya devam ediyor. Emperyalizm ve onun uzantıları her ne kadar kendilerini sevimli gösterebilmek için "demokrasi, özgürlük ve insan hakları" gibi kavramları propaganda malzemesi olarak kullansalar da onlar sürekli kanla beslendiklerinden, güç ve hâkimiyet sahibi oldukları yerlerde mutlaka kan akıtılacaktır. Onlar bir yandan kan akıtırken, yıkım ve tahribat yaparken, bir yandan da kendilerini haklı çıkarabilmek için başkalarını suçlu göstermeye çalışıyorlar. Bunun için son dönemde kullandıkları en önemli olgu ise "terör"dür. Oysa gerçek anlamda terörün iplerini ellerinde tutanlar ve amaçlarına ulaşmak için terörü araç olarak en çok kullananlar onlardır. Terörü kendi saldırganlıklarına ve hukuksuzluklarına gerekçe olarak gösterdiklerinden yerine göre başkalarının üzerine yükleyebilecekleri terör eylemleri gerçekleştirmekten de çekinmemektedirler. Çünkü onların önlerinde herhangi bir ahlâki engel ve kendilerini engelleyen bir prensip yoktur. Onlar makyavelist felsefeyi benimsemiş olduklarından amaçlarına ulaşmada mümkün olan her şeyi, her metodu ve aracı meşru görmektedirler.
Sürekli kanla beslenen emperyalizm canavarı, Aşura gününde, Hz. Hüseyin (r.a.)'in şehit edilmesinin yıldönümünü ihya programlarında Irak'ta ve Pakistan'da aynı gün içinde gerçekleştirdiği bombalamalarla büyük bir katliama sebep oldu. Irak'ın Kerbela ve Bağdat şehirlerinde gerçekleştirilen bombalamalarda en son açıklamalara göre 171 kişi hayatını kaybetti. Pakistan'daki bombalamalarda ölenlerle birlikte bu sayı 200'ü aştı. Olaylarda yüzlerce insan da yaralandı. Bombalamalar adeta "bu kadar insanı bir arada yakalamışken, fırsatı kaçırmayalım" anlayışıyla gerçekleştirilmişti. Yahudi yularlı USA emperyalizmi olaylardan hemen sonra medya gücünü kullanarak, kendini kamufle etme ve suçu yine "terörün ana odağı" olarak kabul ettirmeye çalıştığı el-Kaide'ye yüklemeye çalıştı. Bu amaçla Irak'taki adamlarından bazılarını da devreye soktu ve onların ağızlarıyla açıklamalar yaptırdı. Irak Geçici Yönetim Kurulu üyesi Muvaffak er-Ruba'i, Amerika'nın CNN televizyonuna yaptığı açıklamada el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak amacıyla bu patlamaları gerçekleştirdiğini ileri sürdü. Oysa el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak istediği iddiası tamamen tutarsız ve kendi içinde çelişkiliydi. Çünkü el-Kaide'nin Irak'ın içinde bir iç savaş çıkmasından herhangi bir kazancı olmayacaktı. İşgalci güçlere karşı savaş verdiği söylenen bir örgütün, işgal güçlerinin işine yarayacak ve onlara karşı savaşanları zayıf düşürecek bir iç savaş istediğini söylemek son derecede mantıksız ve tutarsızdı. Ama tabii onlar kendi ağızlarıyla ve mantıklarıyla değil efendilerinin ağızlarıyla konuşuyorlardı. Kafalarını da kendilerini bir yerlere yerleştiren efendilerine kiraya vermişlerdi. Dolayısıyla mantık ve akıl kurallarına göre değil efendilerinin kendilerine telkin ettiği şekilde düşünmeleri gerekiyordu. Olaylar üzerine gerek Şii gerekse Sünni cemaatin ileri gelenleri, yaptıkları açıklamalarda bu olaylardan istifade eden tarafın sadece ABD olduğunu vurguladı ve Müslümanlardan oyuna gelmemelerini, fitnenin içine sürüklenmemelerini istediler. Amerika'nın Irak'a yönelik stratejisi üzerinde araştırmalar yapan bazı uzman kişiler de bu olayların arkasında ABD'nin olması ihtimalinin yüksek olduğuna dikkat çektiler. Bu kişiler Amerikan işgal güçlerinin kendilerine karşı sürdürülen direniş karşısında başarılı olamadıklarını, dolayısıyla bu direnişi zayıflatabilmek için Iraklıları bir iç savaşın içine sürüklemek istediklerini vurguladılar. Çünkü işgal güçleri bu yolla kendilerine karşı savaşanları zayıf düşürebileceklerini ve böylece Irak üzerindeki askeri hakimiyetlerini sağlamlaştırabileceklerini umuyorlar. Böyle bir fitne için en kapsamlı potansiyelin ise Şii - Sünni ayrımı olduğunu düşünüyorlar. Çünkü bu iki unsurun nüfusa oranı birbirine yakındır. Dolayısıyla bir Şii - Sünni fitnesi çıkarılması durumunda ülke nüfusunun bir yarısı diğer yarısına karşı harekete geçirilmiş olacaktır.
- Aslında Amerikan emperyalizmi Irak halkı arasında bir Şii - Sünni fitnesi çıkarabilmek için bundan önce de birçok girişiminde bulundu. Bunların en başta geleni de Muhammed Bakır el-Hakim'i hedef alan suikast saldırısıydı. Hatırlanacağı üzere o saldırı da Şiilerin büyük bir camilerine yönelik olarak gerçekleştirilmiş ve başta Ayetullah Muhammed Bakır el-Hakim olmak üzere çok sayıda Şii Müslüman hayatını kaybetmişti. Bunun yanı sıra değişik zamanlarda gerek Şii, gerekse Sünni Müslümanların camilerini, ibadet veya normal toplanma yerlerini hedef alan bombalama eylemleri oldu. İşgalci güçleri bütün bu olayların arkasında "karşıt taraf" olarak gösterdikleri kitlenin elini aramaya çalıştılar. Ancak işgalcilerin "suçlu" olarak göstermeye çalıştıkları taraflar sürekli suçlamaları reddettikleri gibi bu tür eylemleri kesinlikle tasvip etmediklerini de vurguladılar. Bu arada fitnenin içine sürüklenmeleri istenen mağdur taraf da iddiaları gerçekçi ve makul bulmadılar; bilakis ortaya atılan senaryoların tamamen fitne amaçlı olduğunu hemen fark ettiler. Dolayısıyla şimdiye kadarki fitne oyunları hep başarısız kaldı. Bu son fitne oyununun da aynı şekilde başarısız kaldığını görüyoruz. Çünkü gerek Şii ve gerekse Sünni cemaatin ileri gelenlerinin yaptıkları açıklamalarda, bunun ABD'nin, Müslümanları fitnenin içine sürükleme amacı taşıyan haince bir komplosu olduğunu vurgulamaları ve tüm Müslümanları oyuna gelmemeleri için uyarmaları olumlu etkisini göstermiştir.
- Amerika'nın Irak'taki fitne çabaları siyonist işgalcilerin fitne çabalarına çok benzemektedir. Bu benzerlik de Aşura katliamlarının arkasında Amerikan emperyalizminin olduğu hakkında ipucu niteliği taşımaktadır. Hatta bazı yorumcular olayların arkasında İsrail istihbaratının olabileceğini de dile getirdiler. İsrail işgal devletinin ve uluslararası siyonizmin bu konuda geniş tecrübesinin olması sebebiyle ortak bir faaliyet içine girişmiş olmaları hiç de uzak bir ihtimal değildir. Lübnan'ı on yıl boyunca kana bulayan ve daha önce turistlerin gözdesi olan Beyrut'u adeta bir harabeye çeviren fitnenin ateşini alevlendirenler siyonistlerdi. Aynı siyonistler Filistin topraklarında da fitne ateşini alevlendirebilmek için birçok kez girişimde bulundular. Ancak buradaki direniş gruplarının özellikle de İslâmi hareketin oldukça hassas davranması, oynanan oyunlara dikkat etmesi işgalcilerin fitne çabalarının sonuç vermesinin engellenmesini sağladı.


**

- Birleşmiş Ulusların elindeki raporlar bile süzgeçten geçiriliyorlar...
- Ne süzgeci-filtresi; resmen sansur... DU raporuna sansür...
- Körfez Savaşı’nda Irak’a karşı kullanılan seyreltilmiş uranyum (DU) silahlarının halk sağlığı üzerindeki etkisini inceleyen bir rapor, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından hasıraltı edildi.
Tanınmış üç radyasyon bilimcisi tarafından hazırlanan raporda; Iraklı sivillerin, DU içeren tozları solumaları nedeniyle kansere yakalanabileceği belirtiliyordu. Ana raportör, DSÖ’ye danışmanlık yapan Dr. Keith Baverstock’tu. BM’ye bağlı bir kuruluş olan DSÖ, çalışmayı haber alarak harekete geçti ve yayınlanmasını önledi.
- Üç yıl önce hazırdı
- Evet!... Baverstock, DSÖ’nün raporu kasıtlı olarak sümenaltı ettiğini belirterek, “2001’de hazır olan rapor zamanında yayınlansaydı, ABD ve İngiltere’nin geçen yılki savaşta DU kullanımını kısıtlaması sağlanabilirdi” diye konuştu. İki saldırgan ülkenin geçen yılkı bombardımanında, tanklar ve uçaklar yüzbinlerce DU mermisi kullandı. İşgalin ardından, yüksek oranda radyasyon içeren bu mermilerin temizlenmesi için hiçbir çaba harcanmadı. BM Çevre Programı’na bağlı uzmanların, kirlilik düzeyini ölçmek için Irak’ta çalışmasına da izin verilmiyor.
Hücre yapısını tahrip ediyor. Dr. Baverstock, Sunday Herald gazetesine yaptığı açıklamada, “Çalışmamız, Irak’ta yaygın DU kullanımının sivil halka yönelik ciddi bir tehdit olduğunu gösteriyordu. DU’nun radyoaktivitesi ve kimyasal zehrinin, insan hücrelerine tahmin edilenden daha çok zarar verdiğine dair kanıtlar var” diye konuştu. Baverstock, geçtiğimiz mayıs ayında emekliye ayrılana dek, 11 yıl boyunca DSÖ’nün üst düzey radyasyon uzmanlığını yürütmüştü. Tanınmış bilimci, halen Finlandiya’daki Kuopio Üniversitesi’nde çalışıyor. DU’nun zararlarını belgeleyen raporu hazırlayan diğer isimler; Kanada McMaster Üniversitesi’nden Prof. Carmel Mothersill ve radyasyon danışmanı Dr. Mike Thorne.
- UAEA baskısı
- Geliyorum... Baverstock DSÖ’ye çalışırken, kuruluş, raporun yayınlanması için izin vermeyi reddetti. İngiliz araştırmacı, DSÖ’ye yönelik baskının UAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) eliyle gerçekleştiğini tahmin ediyor ve şöyle konuşuyor: “Çalışmamız DSÖ tarafından sansüre uğradı ve yayınlanamadı, çünkü ulaştığımız sonuçlar hoşlarına gitmemişti. Geçmiş deneyimler de gösteriyor ki yöneticiler, UAEA tarafından baskı altına alınmıştı.” Dünya Sağlık Örgütü ise, suçlamaları reddetti. Örgütün radyasyon ve çevre sağlığı koordinatörü Dr. Mike Repacholi, “UAEA’nın bu olaydaki rolü çok küçüktü. Raporun yayınlanmasına onay verilmedi, çünkü bazı bölümler yetersiz bulundu” dedi.
- Kanser tehlikesi varmış...
- Evet!.. Sunday Herald tarafından incelenen raporda şu satırlar dikkat çekici: “Irak’ın kuru iklimi nedeniyle, küçük DU parçacıkları, yıllar boyunca etrafa yayılıp siviller tarafından solunacak. Bu parçacıklar vücuda girdiğinde, radyasyon ve zehir, kötü huylu tümörlerin büyümesini tetikleyebilir. DU’nun yaydığı radyasyon; insan hücrelerine zarar verebilir ve bu da genetik sistemin istikrarını etkiler. Bu zararın; kanser ve diğer bazı hastalıklara yol açtığı tahmin ediliyor.” USA ve İngiliz güçleri, geçen yılki saldırıda, 1991 Körfez Savaşı’nda kullandıklarından çok daha fazla DU kullandılar. Bu nedenle, önümüzdeki onyıllar içinde Irak’ta onbinlerce insanın kansere yakalanacağı, sakat veya ölü doğumlar yapacağı belirtiliyor. Körfez Savaşı’nın ardından,
Irak’ta kanser oranlarında büyük bir artış yaşanmıştı.
- Türkiye oligarşisi ve hükümetteki AKP de katliamın sorumlularındandır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün sözleri sadece riyakarlığın belgesidir; “devletler suikast yapmaz, terörle böyle mücadele edilmez” diyerek sözde İsrail’i eleştiren AKP, İsrail’le işbirliğini her geçen gün pekiştiren bir iktidardır. Ve o iktidar, katliamcılık zihniyetinde İsrail’in gerisinde değildir; İsrail katliamlarını açıkça yaparken, AKP katledip, katlettiklerini sansür zoruyla gizleyendir. AKP, Big Brother USA ve USrael aynı kamptadır.

**

- Sansür aygıtının ve kullanıcı enstrumanların Ortadoğu`da özel bir yerleri ve çok özel amaçları var...
- Ne gibi?
- Sansur ve manipulasyon, işgal güçlerinin yan araçlarıdır... Açıktan açığa bombalama güdülmeyen alanlarda ikincil güçler devreye sokuluyor.. Sansur vbg destek uygulamalarıyla Ortadoğu İSRAİLLEŞTİRİLMEK İstenmektedir!..
- Katılıyorum'

**

- YASAK MANTIĞINA ÖZGÜRLÜK, ÖZGÜRLÜĞE YASAKLILIK, NE MENEM BİR MANTIKTIR? HANGİ ÇEŞİT SİSTEMLERDEN BESLENİR?
- Gösterime yeni giren bu klibi birlikte izleyelim mi?
- Buyrun yoldaşlar, izleyelim!

**

- Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin bir mahkeme kararına dayanmaksızın Almanya'da yayınlanan Vakit gazetesinin yayınlanmasını yasaklaması, Mo$$ad'in tavrini cagristiriyor. Mo$$ad, bilindiği gibi ZOGang denen militerize mafyanin "devlet gibi hareket eden tümörlesmis gizli polis teşkilatı"nın adı. Mo$$ad, siyonizmin güvenliginin polisidir ve sınırsız yetkilerle donatılmıştır. Kararlarını mahkemelerin onaylamasına gerek yoktur ve iş adalete intikal ettiği zaman Mo$$ad sorumlulari, kollaboratörleri, memurları, köekleri ve medyatik yalakalari asla sanik iskemlesine getirilemez; üstüne üstlük savci gecinen utanmaz yaratiklar da halkin adalet arayisi yerine emperyalizmin memuru olarak siyonizmin aklanmasina saglamaga yetkilidirler. Bakiniz USrael denilen kanlki sirk'e... Bastan asagi düzmece yargi... Emniyet polisi ve idare, daha üstün bir yargı makamına başvurmaksızın ilk sorguları yapar. Gercek Toplama kampları, Evangelist/Yahudi egemen devletlerin marifetidir; orada entellektueller issiz birakilir; izlenir; süründürülür en azindan... Tel Aviv yakınlarındaki "Filistinli sanik cocuklari Toplama Kampı"nı raslantisal olarak saptadigimizda uyarilmistik ve sinirdisi edildigimizde şoke olmuştuk. Burnuma gelen yanık yağ kokuları midemi alt üst etmişti. Iskence, USrael adalet bakanliginca serbest birakilali yillar oldu; dünyada hukuk otoritesi gecinen cevrelerden bir ossuruk kadar olsun tepki yansimadi; yansiyamaz... Hastaları kobay olarak kullanan ve ilâç deneyen doktorlar (!) Usrael'in kendi askersel makamlarınca da artık "non-secret-affairs" olarak yayinlanabiliyor... Pişkinligi görüyor musunuz?.. Zavallı Hitler'i öldürenler onun namına da sahte bir tarih yazdılar oysa ki gercek soykırımlar gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde işte işgal altindaki Afganistan, Balkan, Chechenia, Iraq, Lubnania, Filistin ve giderek Ortadogu'nun tamami bu ates cemberine sokulmak üzere... Kısa süre içinde de BOP falan diye adlanan bu ve benzeri pilot bölgelerde farklı düşünen kim varsa ya bir bicimde susturulacak ya da solugunu kimse fark etmeden elimine edilecek; ediliyor da... Sansur, bu anlatılan kanlı buzdağının ancak tepede görünen ufak ucudur... Ortadogu işgali, neo-Ortacag uygulamasinin deneme tahtasi oldu.. Hani Humanist uyanis; uygarliklar cagi?! Aydınlanmanın üç büyük parolası vardı: Hürriyet, eşitlik, adalet. Aydınlanmanın öncülerinden Fransız düşünürü Volter, düşünce hürriyetinin sınırlarını şu parola ile çizmişti: "Senin gibi düşünmüyorum, fakat düşüncelerini söylemen için sonuna kadar mücadele edeceğim." Batı, düşünce hürriyetini elde edene kadar büyük mücadele verdi, demokrasi ve insan haklarını elde etmek için birçok bedel ödedi. Şimdi "globalleşme" adı altında Amerika Başkanı W. Bush yeni bir süreç başlattı. Herkes nerdeyse Bush gibi düşünmek ve onun yaptıklarını desteklemek zorunda.
Bush'un İsrail siyaseti, sadece USrael military Mafia'sının çıkarlarını gözetiyor. Yahudi lobisinin etkisinde geliştirilen ve sürdürülen bu siyaset, bütün dünyada yoğun tepki görüyor, ama ABD'nin umurunda değil.
- Yahudi lobisi, "çok masum bir vakayı" sonuna kadar istismar ediyor.
- En eski meslek gibi geleneksel uzmanlık konularından biridir... Yahudi fanatizmine eleştirel karşıtlık anlamına gelen "antisemitizm" her zaman insanlık suçu olarak kabul ediliyor. Yahudi karşıtlığı ile İsrail'in şiddet politikaları örtülüyor. Birleşmiş Uluslar Örgütü kararlarını hiçe sayan ve Filistin'de kan döken İsrail eleştirildiği zaman, hemen adamın alnına "antisemitist" damgası vuruluveriyor. Bütün dünyada "antisemitist" damgasıyla ürkütülemeyecek tek bir cephe varsa o da biziz ve Müslüman ülkelerdir. Tarih boyunca İslâm devletlerinde Yahudiler, oligarşik düzende en çok kayırılan orospu sürülerinin başında gelmişler; dünyayı babalarının prezervatifi gibi arsızca kullanırken hiç ellenmeden yaşamışlar, kendi din ve faşist geleneklerini korumuşlardır. Bu manyakça sessiz kalınma semptomunu, hiçbir zaman Hıristiyan ülkelerde bulamamışlardır. Çünkü Hıristiyanlık öğretisi içinde açık bir biçimde, kendi mediatic güçlerinin de ağırlığı vardır; müslümanların ve sosyalistlerin medi güğcü varsa da kredi muslukları ve yönetim mekanizması genelde siyonist sızıntıların elindedir. yani, bir önemli neden, Beyin Yıkama Prosedürü, ne solda ne de müslümanlık dininde ciddiye alınmamıştır; ymuşak karın kısmı açıkta kalmış, traih boyunca da bu noktadan yaralanmıştır. Gerçek Hristiyanlık ise çok yerde kendi mediatic gücünü kurma başarısıyla böyle bir yara almaktan kurtulmuştur; ikinci bir başarı nedeni ise dinsel yaralarının uyarıcı etkisidir; çok net: "Hz. İsa, Yahudiler tarafından çarmıha gerilmiştir." İslâm literatüründe Yahudi düşmanlığı kavramı yoktur. İslâm adaleti emreder. Müslümanlar, dinleri icabı adaletle hükmederler. Yine Müslümanlar dinleri icabı haksızlığa ve zulme karşı çıkarlar. Bugün Müslümanların İsrail devletinin yaptığı zulümlere tepki göstermelerinin sebebi "antisemitizm" değildir, İsrail'in yaptığı haksızlıklar ve zulümdür. Vakit'in ve Türk halkının tepkileri de zulüm ve haksızlıklaradır. İsrail ve emperyalizm endeksli Bush politikaları, sadece Türkiye'de tepki görmemekte, bütün dünyada benzeri tepkilerle karşılaşmaktadır. Almanların % 77'si, Fransızların % 75'i, İngilizlerin % 64'ü Bush'un yeniden seçilmesini olumlu karşılamamışlardır. Dr. Philipp Jennier, Federal Parlamento Başkanı idi. 1988 yılında Nazi Almanyası'ndaki Yahudi karşıtlığının anıldığı bir oturumda, "Bu kadar aleyhinde konuşuluyor, neticede Hitler bir Alman'dı" dediği için Yahudi lobisinin şiddetli baskısına maruz kaldı ve 24 saat içinde görevini bıraktı. Bir daha da Meclis'e giremedi. Almanca ve tarih öğretmeni arkadaşım Holzman'a: "Ne oluyor? Yahudi subaylarin cogunlukla babalari Alman pasaportlu eski kriminaller değil mi?" dedim. "Adam haklı, ama diplomaside böyle konuşmamalıydı" dedi. Bir başka Alman arkadaşım, HITLER dönemine ilişkin yalanlar yakıştırmalar ve devasa beyin yikama öylesine başaraılı olmuştur ki, bu soğuk savaş yenilgimiz yüzünden bugün hiçbir Alman, Yahudiligin gerçek yüzü konusunda düşündüklerini söyleyemez, demişti. Amerika ve Avrupa'da Yahudi lobisi kendisi "antisemitik terör rüzgârı" estiriyor. Bu rüzgâr, kimi zaman Mo$$ad'in Israil'deki iskencehanelerde süren uygulamalarını cağristiran haksızlıklara yol açıyor. Aylardır Almanya'da yayınını durdurmuş olan bir gazeteyi, Vakit'i ve daha baska bircok Marxist yayinlari, Federal İçişleri Bakanı'nın mahkeme kararı olmaksızın emirle kapatması, bana Mo$$ad köpekliginin ulastigi boyutlari belgeliyor. Size de ürpertici gelmiyor mu?..
- Hayır, hayır! Ortada sıradan bir sansur yok. Asıl ortada sahnelenen, Yeni siyonizmen, DDR denen Doğu Alman Sosyalizmini çökerttikten sonra Müslümanları hedefledigi bir oyun var. Bu kez oyunun etiketi de "Anti-İslamizm"dir. Anti-İslamizm ABD-Avrupa ittifakının yeni ürünüdür. Bu ittifak İslam'a ve Müslümanlara karşı küresel ölçekte "ötekileştirme" ve "şeytanlaştırma" operasyonu başlatmıştır. Alman bakanın asıl yasaklaması gereken, Anti-İslamizm olmalıdır. Bunu yapmak yerine Siyonist saldırganlığı eleştiren yayınlar susturuluyorsa, bu İslam fobisinin Alman yöneticilerin basiretini bağladığını gösterir
- Demokrasi; çok kültürlülük, farklı düşünceleri barış içinde birlikte yaşatma, farklı düşüncelere saygı rejimidir. Basın özgürlügü olmaksızın demokrasi düşünülemez. Polis raporlarına dayanarak, bağımsız yargıya ihtiyaç duymaksızın gazete kapatmak, demokrasi ile bağdaşmaz. Otto Schily'nin yasak kararı, bu ibnenin gercek babasi olan Ariel SHARON uygulamalarini cagristirmaktadir.
- Insan olan kimse, her zaman ve her yerde hukuku, adaleti, özgürlügü, insanlığı savunmalidir!..
- Öyle!.. Her türlü hukuksuzluğa, haksızlığa, zulme karşı koyacağız. Otto Schily, kararını sabuunlayip uyusturucudan kendine ne girdigini animsayamayan dumura ugramis kizlarinin uygun yerlerine tikamalidir!
- Domuzdan türeyen domuz oluyor!.. Narkoman Jenna BUSH ile kizkardesi de Siyonist Otto'nun kizlari durumunda..
- Onlara gelince, uyusturucu saglanmasina hicbir engel hicbir sansur uygulanmasi bile düşünülemiyor...

**

- Yalnızca gazeteler, tv'ler mi? Kitaplar da aynı cendereden geçiyor...
- Ne yazık ki, sistem aynı sistem oldukça...
- Mein Kampf!.. Şu sıralar gazetelerde bu kitabın yasaklanacağına ilişkin haberler çıkıyor. Kitabın Türkiye'de ilk basımının üzerinden tam 66 yıl geçmesinden ve bu yıllar zarfında, söylendiğine göre kitabın 45 farklı çevirisinin 11 farklı yayınevince 100'den fazla baskı yapmasından ve bu baskıların 100 binlerce satmasından sonra… Evet, bütün bunlardan sonra, bu kitabın satışının yasaklanacağına ilişkin haberler yayınlanıyor..
- Kitapla ilgili haberlere bakılırsa Kavgam'ın, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde yayınlanması yasakmış. Bunun nedeni olarak kitabın, Adolf Hitler'in anılarını aktarmakla kalmayıp temel görüşlerini de içermesi gösteriliyor. Yani kitap Yahudi düşmanlığı (antisemitizm) propagandasını tetikliyormuş!.. Bizim ülkemiz yasaklara alışkın. Ben yıllar önce Millî Kütüphane'de, başka birçok kitabın yanında Büyük Doğu dergileriyle, 12. yüzyıl İslâm düşünürlerinden İmam Gazali'nin kitabının bile yasaklanmış olduğunu görmüş birisi sıfatıyla, artık kanıksadım. Bu kitap da yasaklanırsa ne yadırgarım, ne şaşarım.. Bir kez ilke ihlal edildikten sonra, bir eksik, bir fazla.. çok bir şey ifade etmiyor.. yadırgadığım bu değil.. yadırgadığım, Türkiye'nin, kendisiyle ilgili bazı filmlerin veya kitapların yasaklanması için bu ülkelere başvurduğunda, onların, ülkelerinde özgürlük bulunduğu def'isiyle Türkiye'nin talebini reddetmeleri keyfiyetidir. Türkiye özgürlük yönünden aman aman bir yer olmayabilir, ama demek ki neye öykünürsen ayibina da bulanirsin camuruna da... Sansur konusund Western Kapitalizmi ikiyüzlüdür; ona özene oligarsimiz, daha namuslu olacak degil ya!..
- Peki, Mein Kampf neden yasak? Neden o Nobel alan propaganda ve beyin yikama pacavralari yasaklanmasi düsünülemez de, bir tek kitaba saldirilir? Hele de bugünlerde, neredeyse bir asir gecmis yayini üzerinden.. Yeter artik!
- "Kavgam (Hitler'in), Almanya'ya karşı gerçekleştirilen komployla ve kendince bu komplonun sorumlusu olan Yahudilerle hesaplaştığı kitaptır." Bugünlerde yeniden bu kitaba saldiriliyor, cünkü Yahudiler, Yeni Dünya Düzeni(Jew World Order)'nin yularını ellerinde aldılar ve tam da bugünlerde insanlığa kinlerini kusmak icin en büyük avantajlı bir evre geçiriyorlar...

**

- Isparta'da barbarlık... Kaymakamın talimatı: Yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı azınlık ırkçısının kütüphane ve kitaplıklardaki kitapları ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim
- Izleyelim!
- Isparta'nın Sütçüler İlçesi Kaymakamı Mustafa ALTINPINAR'ın, Ermeni soykırımı konusunda gerçeği söyleme cüreti gösterdiği için kızdığı yazar Orhan Pamuk'un kütüphane ve kitaplıklardaki kitaplarının toplatılarak imha edilmesi için talimat verdiği ortaya çıktı. Isparta Valiliği, talimatı, gazetecilerce açığa çıkarılması üzerine iptal etti.
Sütçüler'in ırkçı-faşist kaymakamı ALTINHIYAR, Özel Kalem Müdürlüğü'nden 15 Şubat tarihinde ilçedeki kamu kurum ve kuruluşlarına bir yazı gönderilerek kütüphane ve kitaplıklardaki PAMUK'a ait kitapların toplatılması istendi. Kaymakam Altınpınar imzalı yazıda şöyle denildi: "Son günlerde kamuoyunda tartışılan ve yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı yazar, yurtdışında verdiği beyanatlarda onurunu her şeyin üzerinde tutan Türk milletini rencide edici asılsız iftiralarda bulunmaktadır. Bu itibarla, tüm kamu kurum ve kuruluşlarımız kütüphanelerini ve kitaplıklarını tarayacak ve adı geçen şahsa ait kitaplar, ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim." Altınpınar, "Bu emri, Pamuk'un Ermeni soykırımına yönelik açıklamalarına tepki amacıyla verdim" dedi. Öte yandan, Altınpınar'ın yakın çevresine, İçişleri Bakanlığı'ndan gelen genelge doğrultusunda bu yazıyı yazdığını söylediği iddia edildi. İlk önce "Talimattan haberimiz yok" diye açıklama yapan Isparta Valisi İsa PARLAK, olayın dün akşam saatlerinde ortaya çıkmasının ardından Altınpınar'ın talimatınının iptal edildiğini duyurdu. Vali Parlak, "Altınpınar yetkisini yanlış kullanmış. Bu yanlış emirdir. Emir iptal edildi" şeklinde konuştu.
- Ne demişti?
- Orhan Pamuk, İsviçre'de yayımlanan Tagesanzeiger gazetesinin 'Das Magazin' ilavesine geçen şubat ayı başında verdiği demeçte, "Kimse söylemediği için söylüyorum. Türkiye'de 30 bin Kürt öldürüldü, bir milyon da Ermeni" demişti. - Gerçekte en az ikibuçuk milyon sivil ermeni hunharca öldürülmüştür...
- Belki de karşı çıkanlardan bazıları, bu rakam yanlışı düzeltilsin diye tepki gösteriyorlar...
- Belk!..
- Bu demece Türkiye'deki farklı çevrelerden gelen sert tepkiler üzerine ise PAMUK, "Tahümmülsüzlüğün geçmişte ne büyük acılara yol açtığını anlatmaya çalıştım" diye açıklama yapmıştı.
- Sütçüler ve Urla kaymakamı tipi beyinlere göre; doğruyu araştıran, ezilip horlananları korumaya kalkışanlar, sürüden farklı düşünenler birer vatan hainidirler, susturlup, kökleri kazınmalıdır. Nazım Hikmetler,Kemal Tahirler, Yalçın KÜÇÜK'ler, Sabahattin Aliler, Fikret BAŞKAYA'lar, İsmail Beşikçiler, Aziz Nesin'ler, Yaşar Kemal'ler, Orhan Pamuk'lar derhal susturulup, tüm kitapları büyük bir meydanda, resmi bir törenle yakılmalı; Türkiye, açıktan açığa USrael satellitine çevrilmelkidir?! Türkiye'nin Sütçüler kaymakamı kafasından kurtulabilmesi, AB üyesi olabilmesinden daha önemlidir. Zaten Sütçüler kaymakamı kafasının egemen olduğu bir ülke sonsuza dek bir Ortaçağ ülkesi olarak kalmağa tutsaktır!
- Üniversite yıllarında hukuk ve kamu yönetimi vbg okuyan çok arkadasim oldu, içlerinden en statikocu, hümanizmden ve empatiden uzak olanlari hep kaymakam olacagim hevesindeydiler, simdi görüyorum ki basarmislar. Yapmaya çalistiklari devleti vatanin en ucra köselerinde yasatmak, zenginlestirmek degil; rezil etmek, resmi ideolojiyi ortacag seviyesine indirmek. Üzüldüm çok üzüldüm. Pamuk'un söyledikleri kişisel görüşleridir; Pamuk bu ülkeyi baglamaz ama ALTUNPINAR ya da Piç MAİLOĞLU'nun işgal ettikleri koltuklar, devlet malıdır; T.C damgası var kıçlarında; ülkeyi baglar.
- Diyelim kitapları yaktınız, Orhan Pamuk'u ne yapacaksınız?
- Öyle!.. Söyledikleri hoşunuza gitmeyen birini 'susturmak' için yaptıklarını yok etmeniz yetmeyebilir. Eh, onun da çaresi var diyebilirsiniz ama... Neyse ki dünyanın kaderini engizisyon mahkemeleriyle giyotinler belirlemiyor artık. Bir kaymakamın 'maksadını aştığı yerde', amiri olan Vali 'Yetkisini doğru kullanılmamış, talimatı iptal edildi' diyebiliyor... Neyse ki...
- Kaymakam önce ilçesine kitap getirtsin, kütüphane düzenlesin! O namusssuz cahil, o koltukta bir açıdan da bunu için aylık alıyor; kamuoyunun kültürel zenginleşmesi için.. Fakat kendi beyni örümcekli; yine de bu halkın ekmeğinden çalarak yaşıyor bu çakal...
- Ortadoğu, bu çakallılara alışkın!.. Biz bu ayıpları gecmişte yaşadık. Türkiye'de kitapların yakıldığı, yasak konulduğu dönemler oldu.
- Bir aydın sorumluluğu olarak bu yazarş PAMUK, bir soykırım gerçeğini açığa vurdu ve barbarlar kudurdu; peşinden 'Susturun şu haini' yollu kampanyalar başlatıldı. Bir yazarı eleştirmek başka, susturmaya veya kitaplarını yakmaya kalkışmak başka... Eleştirmek demokratik bir haktır, kitap yakmak faşizmin ta kendisidir.
- Urla-Sütçüler vbg kaymakamlıklarını işgal eden bu ikiayaklı köpek ruhlu çeşniden yaratıkların davranışları gösteriyor ki Türkiye'de henüz bir fikir özgürlüğü bilinci yerleşmemiş. Bir insan fikrini tartışamıyorsa, karşı bir argümanı yoksa kızdığı kişinin eserleriyle uğraşmaya başlıyor. Türkiye'de uğraşma da nedense imha etme, yok etme gibi garip yöntemlerle cereyan ediyor. Urla'da yerel gazetelerin, Sütçüler'de romanların resmen yasaklanması davranışı da tipik ve korkunç örneklerdir.

**

Volum -III-

**

- Müzikte sansur uygulamalarına ilişkin belgesel var mı?
- Var!.. Örneğin, Grup Yorum'un başına gelenleri biliyor musun?
- Bilmiyorum... İzleyelim!
- Sansurle sansarlık arasında bir ilişki var mı diye Sordum Ali Paccı'ya!
- Ali Paccı kimdir?
- Çoğu kimse onu bilmez.. Ama Bağcılar'daki hakim ve savcılar çok iyi bilirler.
O bir avukat.. Ali İhsan Karahasanoğlu ile birlikte Vakit'in avukatı. Bizim yazdıklarımızın mahkemede hesabını o veriyor. Bir tek günde, tek bir mahkemede 40 ayrı davadan duruşmaya çıktı.. Guiness Rekorlar Kitabı'na girmesi gereken biri.. Son beş yılın hakkımızda açılan dava dosyasını istedim.. Yüzlerce dosyayı indirip bakması gerekiyormuş. Beşyüzden fazla dava açılmış hakkımızda..
Geçen gün Grup Yorum'un, 20. Yıl dayanışma konseri vardı. Oraya gittim.. Konser aralarında Grub Yorum'un başına gelenler aktarılıyordu, bu 20 yılda. Burası Türkiye. MS 2000'ler.. Biliyorum, bizim Karaoğlu, Goncagül ya da tiyatrocularımızın başına da az şey gelmedi.. Star olmuş, raiting yapan, birtakım sahte sanatçılar 10 bin dolardan aşağı ağızlarını açmazken, bir halkın acısını estetize eden bu insanlar, ucuz otellerde karın tokluğuna adım adım Anadolu'yu dolaşmışlar.. Ötekilerin durumu da aynı, ama ben elde hazır bir dökümü varken, bir örnek olsun diye Grub Yorum'un başına gelenleri, özet olarak ilginize, bilginize sunmak istiyorum.. Yıl 1988 Halepçe Katliamı'nı protesto etmek için düzenlenen gecede Kürtçe bir türkü söyleyen Grup Yorum gözaltına alındı. 12 Eylül sonrası demokratik bir etkinlikte ilk kez Kürtçe türkü söylenmesi üzerine yaşanan bu gözaltı sonrası grup üyelerine savcı sordu: Hanginiz Kürt? Grup üyelerinden, Tunceli doğumlu Metin Kahraman tutuklandı. Bir ay tutukluluktan sonra tahliye edildi.
9 Temmuz 1989... Mersin Likat-İş tarafından düzenlenen konser, başlamasına bir saat kala yasaklandı. Konser için gelen izleyicilerle birlikte türküler söyleyerek yasaklamayı protesto eden Yorumcular, dövülerek gözaltına alındı ve ardından tutuklanarak Mersin Cezaevi'ne konuldu. Dokuz Grup Yorum elemanının tutukluluğu iki ay sürdü.
24 Haziran 1990; İzmit'te gerçekleşen konserde polis, Hilmi Yarayıcı ve Elif Sumru Göker dışındaki Yorumcular'ın sahneye çıkmasını engelledi. Yorum bu konserini iki kişiyle verdi.
Ekim 1990; Konya'da iki ortaokul öğrencisi, Grup Yorum dinledikleri için gözaltına alınarak DGM'ye çıkarıldı.
Kasım 1990; Grup Yorum elemanlarının neredeyse tamamına pasaport yasağı konuldu.
9 Ağustos 1991; Üsküdar'da "Katibim Festivali" kapsamında verilen konserin yarısında, üç bine yakın dinleyiciyi polis dağıttı.
Ağustos 1991; İstanbul DGM, "Gelki Şafaklar Tutuşsun" isimli albüme bölücülük yapıldığı gerekçesiyle dava açtı.
19 Ocak 1992; Konya SHP Gençlik Komisyonu'nun organize ettiği Grup Yorum konseri, genel merkezin isteği üzerine emniyet tarafından yasaklandı.
15 Mart 1992; Denizli'de yapılan konser sonunda "İzinsiz Para Toplama Kanunu'na Muhalefet"ten soruşturma açıldı. Grup Yorum elemanları Elif Sumru Gürel ve Kemal Sahir Gürel, yirmişer ay hapis ve para cezası aldı.
25 Nisan 1992; Trabzon Özgür-Der'in düzenlediği ve 3000 kişinin izlediği konser sonunda bir grup taşlarla ve sopalarla saldırıya geçti. Olay süresince polis gelmedi. Yorumcular ve dinleyicileri, sekiz saat sonra salondan çıkabildi.
9 Haziran 1992; Eskişehir'de düzenlenen "Sevgi ve Dostluk Gecesi" sonrasında, Grup Yorum için gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı. Yorumcular, duruşmaya kadar teslim olmadı.
4 Temmuz 1993; Yorum elemanları, Gemlik konseri sonrası jandarma ve polis tarafından ayrı ayrı gözaltına alındı. Grup'la birlikte sahneye çıkan Yusuf Karadaş, üyesi olduğu Özgürlük Türküsü'nün konser fotoğraflarını taşıdığı için gözaltına alındı ve tutuklandı. Bu tutukluluk iki ay sürdü.
2 Eylül 1993; Kıbrıs'ta Lefke Spor Kulübü'nün düzenlediği konser, amfi tiyatronun dayanıksızlığı bahane edilerek yasaklandı. Daha sonra Sumru, Nuray ve İrşad gözaltına alınarak sınırdışı edildi. Grup üyelerine ömür boyu Kıbrıs'a giriş yasağı kondu. Mersin'de bir gün gözaltında kaldılar. Yaklaşık 1500 Yorum dinleyicisi, bu keyfi uygulamayı protesto etti. Konser öncesi de Taner Tanrıverdi, hakkında çıkış yasağı olduğu gerekçesiyle havaalanında gözaltına alınıp tutuklandı.
Ekim 1993; Bursa-Orhangazi'de yayın yapan 105.2 FM'de çalışan bir DJ, radyoda Grup'un şarkılarını çaldığı için işinden atıldı.
Ocak 1994; Kemal ve Sumru'ya, İzmir DGM'nin 1992 Denizli Konseri nedeniyle verdiği 20 ay hapis cezası kesinleşti. Sumru, Avrupa Turnesi nedeniyle yurtdışında olduğu için Türkiye'ye dönmedi, Kemal, 5 Ocak'ta Edirne'de gözaltına alındı, 15 Ocak'ta tutuklandı ve 1.5 yıl tutuklu kaldı.
Nisan 1994; Almanya'da düzenlenen bir şenlik, programda Grup Yorum olduğu g


    22nd May 2005 - 09:23:57 AM    
13685 : 5154555fj1x5jk01d564jk56dw4jk56dw056kd56wk
Vakit, Mein Kampf'daki "Zionist Imperialism" tehlikesine çok haklı analizler getiren belgesel özü kavrama vaktidir; çünkü, "Zionist Military Financial Hegemony" yeniden ve bu kez tüm dünya insanlığını tehdit eden devasa boyutlarda en mediatk destekli/en utanmaz yalancı/en organize kriminal kaniçici/en modernize barbar/ en ahlaksız aşamasındaki güncel tehlikedir; işte, bunun için de (içinde Vakit gazetesi de bulunan) bir dizi media üzerinde "performe censor"/geliştirilmiş sansur uygulanmaktadır

**

FREEDOM in INDEPENDENT BRAINS///CENSOR; most ridiculous and well-performed manipulative industry of judaized imperialism

**

Turkish language version


**

Volum -I-

**

ÖZGÜR DÜŞÜNCEYE SAYGI DUYAN HERKES, SAYGISIZ SİYONİSTLERİN KISKACINDALAR...

**


- Siyonist lobinin etkisinde kalan Almanya İçişleri Bakanı; yayınına ara verilen Vakit'in Almanya baskısını ek bir fermanla yasakladı!.. Hem de, hiçbir "yargı kararı" olmadan!
- Iran`a-Suriye`ye, Türkmeneli Kerkük'e karsi havladıkları günlerde!
- Aynısıyla öyle!... Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily; Vakit'in, 2005 kışında iki aydan fazla süreyle Almanya'da engellendiğinden bile habersiz rolü oynadığını sergileyen komik ve bir o kadar da düşündürücü bir karara imza attı...
- Gerekçesi ne bu utanmaz kartaloş ibnenin?
- Alman kimliğini suistimal eden bu Evangelian Yahudi tohumu sahte Alman, "Siyonist terör" ve "Batılı toplumsal düzen"e karşı çıkan yayınlardan dolayı, Vakit'in Almanya baskısının durdurulduğunu açıkladı. Gerçek babası Human Butcher Ariel SHARON nasıl yapıyorsa aynısını yinelemiş oldu...
- Oysa Vakit, 20 Aralık 2004'ten bu yana Almanya'daki yayınına ara vermiş bulunuyor!
- Doğru! Bu bir extra saçmalıktır... Alman Bakan'ın, "2 ay 5 gündür yayın yapmayan" bir gazete hakkında, "İsrail aleyhtarı yayınların arttığını iddia etmesi de, hem gerçeklerden uzak, hem de komik bulundu... Bakan'ın esrik açıklaması, Batı ülkelerinin "fikir ve düşünce özgürlüğü" konusunda ne kadar samimi olduğunu da ortaya koydu.
- Suçlarını itiraf ediyorlar: Suçu kabul ettiremedik! Alman İçişleri Bakanı Otto, Vakit'i Almanya'da yasaklamış! Sebebi de, "gittikçe artan İsrail karşıtı, siyonist aleyhtarı makaleler" imiş! Zırt pırt Türkiye'ye gelip, "Basın özgürlügü niçin yok", "Homosexual sapıklara niçin daha fazla yetki verilmiyor?", "Anti-siyonistlerin hepsini neden Israel yöntemleriyle elimine etmiyorsunuz?" diye hesap sormaya kalkışanların ellerine, biz su bile dökemezmişiz de haberimiz yokmuş! Öyle bir yasakçılık ki; suç olduğunu ileri sürdükleri yazılar için dava açma yerine, toptan gazetenin yayınlanmasına yasak getirmişler!
- Yani, resmen sansür!
- Kokusundan anlaşılmaz mı bok!... Türkiye'de bir yazara ceza vermek için, önce yayınlanan yazı sebebiyle dava açılır, yazar mahkûm olursa ceza kesinleşir. (Ama bu durumlarda da gazetenin kapatılmasına artık karar verilemiyor. 2004 yılında kabul edilen AB'a uyum yasası çerçevesinde, artık gazete kapatmak Türkiye'de bile yasak!) Ama Almanya'da, gazetenin toptan kapatılması mümkün imiş! Üstelik, öyle mahkeme kararına falan da gerek yokmuş!.. Dünyadan haberi olmayan bir İçişleri Bakanı, önüne konulan bir kararı imzalayınca, gazete de kapanıveriyormuş orada! Gazete yayınına ara vermiş, vermemiş hiç önemli değilmiş!
- Allah bilir, adamın gazeteyi hayatında görmüşlüğü bile yoktur!
- Yok! Jerusalem Post`a abone olan bu ibne, özgürlüğün sesi olan yayınlar eline geçse de batar, bir yerini acıtır...
- Öyle ya, eğer gerçekten uyuşturucu dozunu kaçırmadıysa ya da sansurden daha önceden bilgisi yoksa kıçına ne girip çıktığını da bilmeyen bir bunaklık evresine girmiş demektir...
- Varsayalım ki habersizdir... Vakit'in 2.5 aydır Almanya'da yayınlanmadığından habersiz, ezbere yasaklama kararı verdiğine göre, gazeteyi görmemiş olması da gayet normaldir! Yeter ki, siyonist lobi istesin!
- Ama ne yaparlarsa yapsınlar, ördükleri tuzaklar, bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da hep kendi ayaklarına dolaşacaktır. Bakın, Almanya Büyükelçiliği, konuyla ilgili olarak dün yayınladığı basın bülteninde hangi bilgilere yer vermiş? " .. Makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır. (..) Yayınlanan çok sayıda makaleden anlaşıldığı üzere bu yayınlar münferit olmayıp, aksine sistematik olarak kışkırtma amacı taşımakta olup, bunlara kesinlikle göz yumulmamalıdır!" Bunlar sayın İçişleri Bakanı'nın sözleri!
- Böyle tasmasız bakan birgün bir takan çıkmayacak mı?
- Umarım!.. Demek ki, önüne konulan kararı okumadan imzalayan bakanlar, sadece Türkiye'ye özgü değilmiş! Almanya'da da bu tür "bakan"lar varmış! Sadece bakıp dururlarmış önlerine gelen kâğıtlara. Öyle olmasa, 2 ay önce Almanya baskısını durduran bir gazetenin, İsrail aleyhtarı olduğu söylenen makaleleri için "hissedilir derecede artırmışlardır" ifadesi nasıl kullanılır ki? Diyeceksiniz, "Belki de, yayına son verilmeden önceki tarihlerde İsrail aleyhtarı makalelerin arttığı kastediliyordur"... "Özrün kabahatinden büyük" diye bir söz vardır. Aynen öyle.. 2 ay önce ara verilen yayın için, Alman bakan daha yeni uyanıyor, "Burda gazetenin kapatılmasını gerektiren çok büyük bir suç var" diyor! Ne diyelim, Otto'ya bir mesaj yollayalım; "Uyan bakan bey, uyan! O makalelerin en sonuncusu bile 2 ay 5 gün önce yayınlandı! 2 aydır neredeydin?" Alman Büyükelçiliği'nin yayınladığı basın bülteni, siyonist lobinin tezgâhının perde arkasını net olarak gözler önüne seriyor aslında! Şöyle deniyor Alman Büyükelçiliği basın bülteninde: "Savcılığın geçtiğimiz yıllardaki çok sayıda tahkikatına rağmen şirket sahibi ve yöneticisi hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş, hatta kışkırtıcı makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır!" Keskinliğin derecesini nasıl tesbit etmişler, bunun için ellerinde bir ölçü aleti var mı bilemiyorum. Ama "Hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" olmak, dünyanın neresinde suçtur sayın Otto? Elinize yasaklama kararı koyanlar, anlaşılan sizi "suçu kabul ettirme" ile görevlendirmişler; siz de bu görevinizi yapamayınca, bu sefer yasaklama kararı önünüze konulmuş, siz de ne söylediğinizi bile düşünmeden, "hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" diye sitemde bulunmuşsunuz Vakit yöneticileri için! Ne yapalım; sizin arzunuzu burdan biz ilgililere duyuralım, bundan sonra siz ne isterseniz, hemen o suçu kabul ederler! Ne isterseniz! Roma'yı yakma suçu mu dersiniz, Hitler'i iktidara getirme mi dersiniz, nükleer silah icadı mı dersiniz, hepsini siz isteyin, Vakit sorumluları kabul etsinler! Yeter ki, siyonist lobinin isteği olsun!
Kim haklı isbat için çok önemli bir kıstas var; soralım Otto'ya, "Bu kadar suçladığın gazete hakkında, elinde kesinleşmiş tek bir mahkeme kararı var mı?" Yok! O zaman biz söyleyelim; Almanya'da basın özgürlügü yok!
- Yok mu bu utanmazlığın bir temsilcisi; soralım!?
- Var!.. Büyükelçi, örnegin...
- Sordun mu; ne oldu?
- Renkten renge girdi; kıpkırmızı oldu..
- Ìzleyelim!
- Federal Almanya'nın Ankara Büyükelçisi homosexual Wolf-Rudhard Born, Vakit'in Almanya yayınlarını durdurması için ortada bir mahkeme kararı olmadığını animsatan bir gazeteciye, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" dedi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı makamında ziyareti sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan ibne Born, Almanya ceza yasasına göre Yahudi karşıtı yayınların suç olduğunu savundu. Almanya'da çok sağlam (yalansa anasini essekler siksin) bir demokrasi olduğunu ileri süren ibne Born, "Ortada İçişleri Bakanlığı'nın verdiği bir karar bulunuyor. Yahudi karşıtı yazılar ceza kanunumuzda yasaklanmıştır. Kanunlara göre hareket ediyoruz. Vakit, kanunlarımızda yer alan yaptırımların aksi yönünde hareket etti. Bizde bu kararı aldık" dedi. Muhabirlerin sorularından sıkılan ibne Wolf-Rudhard Born, "Vakit gazetesinin son altı gündür yayınlarından rahatsızız" dedi. Otto SSCHILY gibi bir yalama götveren olan Born, muhabirlere, "Vakit, Almanya'da yedi yıldır yayın yapıyor. Bu ve benzer yasakli gazeteler hakkında herhangi bir mahkeme kararı var mı?" şeklindeki sorusuna, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" şeklinde konuştu. Almanya'da, Türkiye aleyhine siyonist emperyalist yayın yapan birçok amerikanci Yahudi propaganda yayınlarina müdahale edilmediğini hatırlattığımız Büyükelçi, "Böyle yayınlardan haberimiz yok. Yasalar dışında yayın yapan herkese aynı şeyi yaparız" diyerek, Yahudi yularli medyaya üstü örtülü arka çıktı. Ìbne Born, "İsrail'in Filistin'deki katliamlarını eleştirmek suç mu?" bicimindeki sorumuz üzerine de, "Farklı düşüncelerimiz var. O yüzden sizinle anlaşamayız" dedi. Sorularımız karşısında iyice bocalayan Siyon orospusu Born, hızlı adımlarla belediyeden uzaklaştı. Siktirip defoldu, Alman bayrağını suistimal ederek kullandigi köpek kulübesine kaçtı; girdi...

**

- Alman kimliğini kötüye kullanan bu esrik bakan piçine kınama eyleminde bulunan yok mu?
- Var elbette!.. Bu arada; Alman Bakan'ın açıklaması üzerine durumu değerlendiren Vakit Yayın Kurulu, şu açıklamayı yaptı:
"Almanya Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin dün yaptığı açıklamada 'Geçmişte, özellikle İsrail devletine, siyonistlere ve Bat?l? toplumsal düzene karş? makaleler yay?nland?ğ?' öne sürülerek gazetemizin Almanya baskısının durdurulmasına yönelik kararı kabul edilemez bir karardır. Öncelikle belirtelim ki, Vakit gazetesinin Almanya baskısı 20.12.2004 tarihinden bu yana zaten yapılmamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesine aykırı olarak Alman polisinin yaptığı keyfi baskılar sonucu, Vakit gazetesinin Almanya baskısına, bugün itibariyle 66 gündür zaten ara verilmiş bulunmaktadır.
Bu durumdan bile habersiz Alman İçişleri Bakanı Otto, olmayan bir yayını yasaklama gibi komik bir karara imza atmıştır. Açıklamadaki, 'Batı karşıtı propaganda yapılmasina izin verilmeyeceği' beyanının, düşünce ve ifade hürriyetine Almanya'nın nasıl yaklaştığının göstergesi olduğu açıktır. Alman Bakan'ın, 'Savciliğin sürdürdüğü birçok soruşturmaya rağmen, Yeni Akit yöneticilerinin tutumlarını değiştirmek yerine, kışkırtıcılık yapılan makale sayısını artırdıkları' iddiası da, 2 ay 5 gündür yayın yapmayan bir gazete hakkında Bakan'ın nasıl bir bilgisizlik ve önyargı içerisinde olduğunu göstermektedir. Uzun süredir yayın yapmayan bir gazetede, USrael faşizmi aleyhtarı makalelerin arttığı nasıl iddia edilebilir? Görülmektedir ki; siyonist lobinin eline tutuşturduğu bir yasak kararını açıklamaktan başka bir rolü olmayan sayın Bakan, verdiği yasak kararının işlevsizliğinden bile habersizdir. E.U. ilkelerine uyum adı altında, Türkiye'ye yapmadıkları baskıyı bırakmayan batılı ülkelerin gerçek yüzleri bu kararla bir defa daha ortaya çıkmıştır. İşte Batı'nın düşünce hürriyetine bakış açısı; 'yayında olmayan gazeteyi bile yasaklayacak' kadar acımasızdır! Bugüne kadar 7 yıldır Almanya baskısı yapılan bir gazetenin, tek bir mahkûmiyeti ve mahkeme kararı bile yokken, bir siyasetçinin emri ile gazete baskısının yasaklanması, insan haklarına aykırı, yargısız infaz niteliğinde hukukdışı bir karar olduğu her türlü tartışmadan uzaktır. 1940'larda Hitler'in Yahudilere yaptığı iddia edilen zulmün çok daha şiddetlisi, bugün siyonist odakların etkisi ile Otto tarafından tek bir mahkûmiyeti bile olmayan Vakit gazetesine yönelik olarak gerçekleştirilmek istenmektedir! Ama Otto'nun ve onun eline bu kararı tutuşturan lobinin gücü, Vakit'i 'doğruları yazma kararlılığı'ndan vazgeçirmeye yetmeyecektir! Bu karar ile öğrenmiş bulunuyoruz ki; Almanya'da bir siyasetçinin kararı ile, istenilen her muhalif gazete kapatılabilmektedir! Bırakın insanların düşünce hürriyetlerini engellemeyi, tümüyle bir gazetenin faaliyetini bile yargı kararı olmaksızın engelleme cüreti gösteren bu girişimin, Avrupa'nın gerçek yüzünü öğrenmemiz açısından büyük faydası olduğu kanaatindeyiz. Tek bir mahkûmiyet kararı olmayan Vakit gazetesi sorumluları olarak, Alman İçişleri Bakanı Otto'nun aldığı kararı kınıyor, bu yargısız infaz kararını tarihe bir ibret belgesi olarak not düşüyoruz."

**

- Almanya`da siyonist lobbylerin azıttıklarını anladık; sürpriz değil... Fakat Ortadoğu`da müslüman geçinen bazı üniformalıların yarışma hırsını anlamak zor...
- Rüşvetin gücü! Buyrunuz, daha henüz sıcaklığını koruyan şu belgesele bir göz atınız!
- İzleyelim!
- Vakit’e ceza yağdı... Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit gazetesini “Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira olmak üzere 624 milyar, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkûm etti. Mahkeme, dâvâ konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, Doğan'ı tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit Gazetesi’ni, ‘’Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira mânevî tazminata mahkûm etti. Mahkeme, dava konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in, RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, 312 generalin, Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eruygur’un da ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazılardan dolayı açtıkları davaları karara bağladı.
- Sirk sürüyor... 312 generalin açtığı davaya, generallerin avukatı Bilgin Yazıcıoğlu ile RTÜK üyesi Mehmet Doğan ve Vakit Gazetesi’nin sahibi Nuri Aykon ile yazıişleri müdürü Harun Aksoy’un avukatları katıldılar.
- "Yazı kimin?" tartışması gündemdeydi...
- Evet!.. Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, müvekkilinin dava konusu köşe yazısını yazan Asım Yenihaber olmadığını ileri sürdü. Davacı tarafın dosyaya sunduğu elektronik posta adresi ve internet protokol numarasıyla müvekkilinin adına ulaşıldığını, ancak herhangi bir kişinin elektronik posta adresini ve internet numarasını vermek suretiyle o kişiye suç yüklenebileceğini öne sürdü. Avukat Metin, bu durumun açıklığa kavuşturulması için bilirkişi incelemesi talebinde bulundu ve tanık dinleteceklerini söyledi. Davacıların avukatı Yazıcıoğlu ise internet sisteminin, yazının Doğan’a ait olduğunu ispatladığını, Türk Telekom’a mahkeme tarafından yazılan yazıya gelen cevapta da köşe yazısını elektronik postayla gönderen kişinin Mehmet Doğan olduğunun ispatladığını savundu. Yazıcıoğlu, bunun teknik bir konu olduğunu ifade ederek, krokisini de dosyaya sunduğunu söyledi. Yazıcıoğlu, ayrıca Vakit Gazetesi’nin tirajını gösteren belgeyi de verdi. Yazıcıoğlu, Hakim Bülent Çınar’ın sorusu üzerine, Mehmet Doğan’ın internet protokol numarasının Nurullah Kuloğlu adlı ihbarcıdan geldiğini, ancak o kişinin nasıl temin ettiğini bilmediğini belirtti.
- "Vakit'e sansür uygulanıyor" başlığını anımsıyoruz...
- Davalılardan Nuri Aykon ve Harun Aksoy’un avukatları, dava konusu yazının gazeteye faksla ulaştığını ileri sürerek, metni bulmaya çalıştıklarını söylediler. Avukatlar, dâvâyla ilgili olarak Vakit Gazetesi’ne konulan yayın yasağının kaldırılmasını talep ettiler ve diğer yayın kuruluşlarına yönelik böyle bir olay olmadığını, Vakit Gazetesi’ne sansür uygulandığını ifade ettiler. Yargıç Çınar, yayın yasağına tepki gösteren avukatlara, diğer yayın kuruluşları adına söz alma ve konuşma yetkileri olmadığı uyarısında bulundu. Aykon ve Aksoy’un avukatları Yargıç Çınar’ın son sözlerini sorması üzerine, delil sunmak için süre istediklerini ifade ettiler.
- Generallerin avukatı Yazıcıoğlu da son sözünde talepleri gibi karar verilmesini istedi.
- Evet!.. Yargıç Çınar, araştırılacak başka bir konu kalmadığını, Vakit Gazetesi’nin avukatlarının taleplerinin yersiz görüldüğünü belirterek, davacıların manevi tazminat taleplerinin tamamen kabulüne karar verdi. Yargıç Çınar, Vakit Gazetesi’nin sahibi Aykon, Yazıişleri Müdürü Aksoy ve Mehmet Doğan’ı yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz de eklenerek her bir davacı için 2’şer milyar lira olmak üzere toplam 624 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Mahkeme, köşe yazısını yazan Asım Yenihaber’in de RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vermiş oldu ve tazminattan sorumlu tuttu. Bu arada, karar açıklanmasına tepki gösteren Vakit Gazetesi’nin avukatları, taleplerinin dikkate alınmadığını ve tutanağa geçirilmediğini, savunma haklarının kısıtlandığını iddia ettiler ve tutanak tutacaklarını belirttiler. Hakim Çınar, kararın temyize tabi olduğunu hatıratarak, hukuki yolların tükenmediğini ifade etti.
- Avukatlar duruşmayi terketmişti; degil mi?
- Öyle!.. Daha sonra Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un yine Asım Yenihaber imzasıyla Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazısında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 10 milyar lira manevi tazminat talepli davasına geçildi. Vakit Gazetesi’nin avukatları, bu duruşmaya katılmayacaklarını belirterek, duruşma salonunu terkettiler. RTÜK üyesi Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, diğer davada olduğu gibi müvekkilinin dava konusu yazıyı yazan kişi olmadığını savunarak, bilirkişi incelemesi talep etti. Metin, aksi halde herkesin herkesi ihbar edebileceğine işaret ederek, adaletin allak bullak olacağını ifade etti. Orgeneral Eruygur’un avukatı Yazıcıoğlu ise kişilik haklarına saldırı iddiasını yineledi. Yargic Çınar, dosyada delillerin toplandığını belirterek, davanın kısmen kabulüne ve Aykon, Aksoy ve Doğan’ın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle müştereken 4 milyar lira manevi tazminat ödemesine karar verdi.
- Bu rüşvete susamış olanlar da müslüman?!
- Yahudi emperyalizminin kıçını yalayan bu çeşniden öğeleri, Otto CHILLY`den daha tehlikeli buluyorum...
- Aynı görüşleri paylaşıyorum sizinle ve o derecede derin endişeler içerisindeyim!

**

- Tv 5, Milli Gazete gibi medya organlarına karşı kendi kendini Yargıç ve Savcı olarak atayan sözde diplomatlara ne diyorsunuz?
- Olamaz!
- İzleyelim!
- Belgeler ortada!... Soytarılar, istedikleri kuruma, kuruluşa, yayın ve basın organlarına sansur uygulamakta hiçbir çekince göstermiyorlar... USA Büyükelçiliği’nin, Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, Irak’ta yaşananları aktardığı ve halkın tepkisini yayınladığı için bir gazete ve televizyona ambargo uygulanmasının, evrensel basın-yayın ilkelerine aykırı ve anti-demokratik olduğunu söyleyerek, “ABD, Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çekiyor ve bu hezimetin faturasını da Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ediyor. Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılmaz. Basına ve medyaya sansür uygulayarak Irak’ta yaşananları kamuoyundan gizleyemezsiniz. Burası ABD değil, Türkiye. Kendi ülkelerinde basına ambargo uygulasınlar” dedi. Wall Street Journal’da yayınlanan “Yeniden Avrupa’nın Hasta Adamı mı?” yazısı ve ardından USA Büyükelçiliği’nin Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, son günlerde gelişen olayların Irak’ta bataklığa saplanan ABD’nin bataklıktan çıkmak için suçu başkasına yüklemeye çalışma refleksi olarak değerlendirdi. Konuyla ilgili yazılı bir basın açıklaması yapan Aksu, “Tarihini sömürge, zülüm ve katliamlar üzerine bina eden bir ABD’nin geçtiği yollara dönüp bakmadan bu tarz serzenişlerde bulunması, yaptıklarının onaylanmasını beklemesi, bırakınız beklemeyi bunu bir emrivaki olarak dayatması ne akıllara ne de vicdanlara sığmaz” dedi. ABD’nin Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çektiğini ve bu hezimetin faturasını Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ettiğini belirten Aksu: “Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılamaz. Türkiye’deki Anti- Amerikan rüzgarından rahatsızlık duyanlar acaba bu rüzgarın esmesinde hiç mi kabahatli değillerdir? Yeri geldiğinde dünyanın en kanlı diktatörlerini besleyip onların milyonları katletmesine ön ayak olan, Afganistan ve Irak işgallerinin meşruiyetini sorgulatmayan bir zihniyet elbette ki bunun bedelini ödemelidir” dedi.
- Türkler, Amerikan halkından değil Bush’un politikalarından rahatsız
- Güzel dile getirdiniz!.. “Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin (Amerikan kaynaklarına göre) en az 100 bin sivili öldürmesi, tutuklulara işkence yapması, bu ülkenin bir terörist yuvası haline gelmesi, Türkiye’yi olumsuz etkilemesi, bütün dünyada olduğu gibi Türk kamuoyunda da Bush’a karşı muhalefeti güçlendirmiş, yeniden seçilmesi büyük hayal kırıklığı uyandırmıştır” diyen Aksu, Amerikalıların Irak’taki Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi ve sözde “teröre karşı savaş?” veren ABD’nin, Kuzey Irak’a yuvalanan Mo$$ad&Barzioni teröristleri hakkında hiçbir önlem almayışı gibi gelişmeler ise Bush aleyhtarlığının Türkiye’de doruğa tırmanmasına yol açtığını vurguladı.
- Ismarlama sevgi ayarı yapılmaz!
- Çok dogru!..
- Hani, Turkiye&Almanya vbg ülkeler isgal edilmemişti?! Yalnızca Filistin'de, Irak'ta ve benzerleri üzerinde egemen sanılıyordu bu ZOG denen Militer-Mafya? Bu ne ya; bu sansur denen illet, Tel Aviv'den dikte edilen bir diktatorluk gibi yayginlaştirildi?...
- Pentagon aracılığıyla Bush yönetiminin müttefiklerine ABD karşıtlığının çözülmesi ve halkların kendilerini sevmesi mesajının verildiğini ifade eden Aksu, “ısmarlama sevgi ayarlarıyla nereye varılabilir” diye sorarak sözlerine şöyle devam etti “ABD’nin takkesi Irakta düşmüştür. Tüm dünya kamuoyu kendisine karşı öfkelidir. Kimi kime şikayet ediyorlar ya da kimden neyi savunmasını bekliyorlar. Demokrasilerde siyasetçilerin işi kamuoyunun tepki ve taleplerini en uygun şekilde yansıtmaktır yoksa bu tarz emri vakilerle kamuoyunu hizaya getirmek değil.”

**

- Sansur prosedürüyle amaçlanan, yalnızca engelleme değildir. Bir olaya ilişkin doğru bilgi akışı sansur yoluyla engellenirken ikinci amaç gerçekleştirilir; olayın saptırılması. Cocuklara karsi islenen suclarda resmi makamlardaki suçortaklarının çabalarını anımsayınız... Özellikle sexual amaçla çocukların pazarlanması sırasına taa üst düzeyden direkt fermanlarla gelen sansur uygulamalarına tanık oluyoruz; çünkü, çocukların pazarlamasına ortam sağlayan kirli tabaka, kendinin açığa vurulmasını istemez. Elinde de en büyük silah olarak sansur vardır...
- Ìşleyiş'i, Urla'da çok net gördük; klipleri yeni yeni yayına konulabiliyor...
- Ìzleyelim!..
- Son günlerde tartışmalara neden olan Barbaros Çocuk Köyü ile ilgili haberler davalık oldu. Yayınladıkları haberler nedeniyle Özgür Urla gazetesine, Urla Kaymakamlığı koltugunda oturan sanik Ahmet Mailoğlu tarafından sansür uygulandı. Gazeteciler TUNALI ve SÖKE, Barbaros Köyü'nde cinsel taciz iddialarını yazdıkları için kendilerine "devlet ve millet düşmanı" diyen kirli kaymakam'a dava açtı. Kaymakam taslağı da, gazete haberlerine dava açtı; tedbir koydurdu. Gazetecilerin itirazı görüşülüyor... İzmir'de çıkan Yarımada gazetesi sahibi Selçuk TUNALI ile Özgür Urla gazetesi sahibi Ali Rıza SÖKE, Star TV'deki "Objektif" programına katılarak, Barbaros Köyü'nde çocuklara cinsel taciz iddiaları ile ilgili kendilerine "devlet ve millet düşmanı" dediği gerekçesiyle Urla Kaymakamı Ahmet Mailoğlu'ya 50 bin YTL'lik tazminat davası açtılar. Gazeteciler 3 Şubat'ta yayınlanan programdan iki gün sonra Kaymakam hakkında yakınma'da bulundu. Kaymakan Mailoğlu bunun üzerine, gazetelerde kendisi ile ilgili yayınlanan haberlerede "kişilik hakları zedelendiği" iddiasıyla gazetecilere dava açtı. Urla Asliye Hukuk Mahkemesi de iki gazetedeki Kaymakam haberlerine aynı gün tedbir koydu.
- Mahkeme, tedbire itirazı görüşüyor
- Durumu yatıştırıyor...
- Öyle!.. Tedbir kararına itiraz eden gazeteciler, yapılan yayınların "Basın Kanunu, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) uygun olduğunu savunarak, "tedbirin nasıl bir haber verileceği ilan edilmeden, muhtemel, ne olduğu belirsiz bir saldırı olasılığı" üzerine alındığını iddia etti.
- Mahkeme, itirazı değerlendiriyor.
- Bakalım ne çıkacak!
- Yarımada gazetesinin 28 Ocak 2005, Özgür Urla gazetesinin de 1 Şubat 2005 tarihli nüshasında cinsel taciz soruşturması ile ilgili bilgilere yer verilmiş ve Kaymakama sorular yöneltilmişti. Kadir Çelik'in sunduğu programda, Kaymakam Mailoğlu'nun "Bu iddianın sahipleri iki tanedir bunlar. Bu iddia iğrenç ve saçmadır. Bu iddianın kaynağı olan, bahsedilen iki kişi... Her zaman devlet, Kaymakamlığımızın manevi ve mukaddes değerlere saygılı olmamdan dolayı şahsım üzerine kurulmuştur. Bu gazetelerin yayın politikaları incelendiğinde devlet ve millet düşmanı olduğu açıkça belli olan bu şahıslar..." dediği iddia ediliyor. Sorun ve baskıların yeni başlamadığını kaydeden gazeteci Söke, bianet'e verdiği bilgide, bir yıl önce yazılarının yayımlandığı sayıların Kaymakamca polis kullanılarak toplatılmaya çalışıldığını, İçişleri Bakanlığı'na yaptığı şikayetlerin üzerinin ise yalanla kapatıldığını savundu. (EÖ/EÜ)
- Sansur olaylarinda kiralik utanmazlar, gazetecilik oynuyorlar.. Bu utanmazlara en acikli örnek, Savaş AY adindaki ucuz provokatordür...

**


- Yerel basın, Savaş Ay’a karşı...
- Çıkarcı bir çakaldır bu enstrüman, adı yanlış Savaş piçi, yine kanlı koku aldı ve pisliğe daldı!
- Öyle! Urla Kaymakamlığı ile Barbaros Köyü arasında mekik dokuyan yerel basın Savaş Ay gazeteciliğini tartışıyor; “Köye o giriyor da biz niye giremiyoruz? Savcı ona konuşuyor da bize niye konuşmuyor?” Kaymakamlık önünde savcının dışarıya çıkıp bir açıklama yapması için bekliyorlar; saatler ilerliyor, hava kararıyor, savcı yok. Sonra bir söylenti dolaşıyor ortalıkta; “Savcı, Savaş Ay’a konuşmamış, ben öyle şeyler söylemedim.” demiş. Urla’da çıkan yerel gazeteler de kaymakam ve okul müdürüyle ilgili zehir zemberek yazılara devam ediyor. 15 günde bir yayımlanan Özgür Urla gazetesini tek başına çıkaran Ali Rıza Söke koltuğunun altında sıkıştırdığı gazeteleriyle takip ediyor gündemi. 1000 adet bastırdığı gazetesi neredeyse tükenmek üzere, yeni gelişmeleri duyurmak için ek bir baskı yapmayı bile düşünüyor. Ali Rıza SÖKE, Barbaros Çocuk Evi’nden bir çocuğu da nüfusuna geçirmiş. Özgür Urla, Yarımada ve Demokrat Urla’nın suçladığı kaymakamı aklayan tek gazete Urlalılara “İnanmayın, yazılara inanmayın... Belgeler var.” diye seslenen Urla Postası. Tutuklananlar arasında yakınları bulunanlar da oyunu ‘raconu’na göre oynamayı öğrenmişler. İçlerinden biri, “Yarın, gazetenizde bakıcı anneler suçsuz diye manşet atarsanız, size önemli bir bilgi vereceğim.” diyor.
- Tecavüzcü pezevenk tohumları birer birer kefaletle birakilirlarken yazı ve şiir yazmaktan icerde tutlan aydinlara, sansur kurbanlarına kolay kolay böyle bir olanak tanınmıyor...
- Neden uygulanmiyormus; gazeteci Sinan Kara dün Urla Cezaevi'nden şartlı serbest bırakıldı.
- Birakıldı ama cezasının tamamını çektikten sonra.. Sinan KARA'nin çektigi ceza yanında bu çocuk tecavüzcülerine yapılan, "konuk ağırlamak" diye anılmalı!
- KARA'nın davaları Türkiye'deki basının tehdit altında olduğunun bir göstergesi. Özellikle de yerel basın kıskaç altında,"

**

- Bir RTUK belası var...
- Örnegin?!
- Küçük Özgürlük bile yok! RTÜK, daha önce Türkiye'de sinemada da gösterilen, festivallerde ödüller alan 'Küçük Özgürlük' adlı film nedeniyle Primemax ve Primemax 2'yi süresiz kapattı. Digitürk ise buna, 2 yeni kanalla karşılık verdi. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Digitürk üzerinden yayın yapan Primemax ve Primemax 2 kanallarını, yayımladıkları "Küçük Özgürlük" filminde 'bölücülük propagandası yapıldığı' gerekçesiyle süresiz kapattı. Digitürk ise bu kanalların yerine GoldMax ve GoldMax 2 adlı iki kanal koydu.
- 'Gülünç ve çağdışı'...
- Elbette!... 25 yıldır Almanya'da yaşayan filmin yönetmeni Yüksel Yavuz ise Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 'Eser İşletme Belgesi' alan, çeşitli festivallerde gösterilen ve Aralık 2003'te Türkiye'de vizyona giren film nedeniyle kanal kapatılmasını 'çok gülünç ve çağdışı' sözleriyle nitelendirdi. Yavuz, filmin konusunu ise şöyle özetledi: "Çocuk yaşta Almanya'ya gelen bir Kürt ile Afrikalı genç, 16 yaşında mahkemeye çıkarılıp ülkelerine gönderileceklerini bildikleri için illegal yolla yaşıyorlar. Kürt genci, bir zamanlar 'dağa çıkmış' bir akrabasının yanında kalıyor. Bu arada tanışıp çok sevdiği yaşlı adamın, anne ve babasının ölümünden sorumlu olan kendi köylüsü bir korucu olduğunu öğreniyor. Adamı öldürmek için sorguya çekerken bundan vazgeçiyor. "
- 'Yeni sansür anlayışı'
- Resmen!.. Filmin Türkiye dağıtımcısı Belge Film'in sahibi Sabahattin Çetin de, şöyle konuştu: "RTÜK, devletin gösterimine izin verdiği filmin televizyondaki yayını yasaklamakla kalmıyor. Filmi yayımlayan kanalı da süresiz kapatıyor. Bu yepyeni bir sansür anlayışı. RTÜK, AB yolundaki Türkiye'nin başına yeni dert açıyor. Bu olaya karşı yasal hakkımızı kullanacağız"

**

Volum -II-

**

- SANSURün EMPERYALiT cinsi ile SANSARLIGIN SiYONiT cinsi ARASINDA BIR BAGINTI VAR MI?
- Olmaz mı!.. Hem de enternasyonal boyutta!.. İzleyelim!..

**

- Yahudiler bu ikilem bakımından çok deneyimlidirler... İkinci Dünya Savaşının bitişiyle dünyayı saran Cold War, yani soğuk savaş yıllarında, dünya kamuoyu kobay gibi kullanılarak beyni yıkandı. Sansur, Sosyalist ülkelerin de bir bir yıkılmasıyla bir resmi ders niteliği aldı. Öyle ki, bugün biz Dresden`in nasıl yerle bir edildiğini bilemiyoruz; HITLER ve nice kimseler öldürülmüşken, bizler kaç kuşaktır bu yok yere öldürülen kurbanlara değil de cellatlara acıyoruz... Dünya çapında örgütlü olan soykırımcı katillere ağlayıp hallisunasyonal filmler üretiyoruz çünkü beynimiz mükemmel yıkanmış ve Yahudiler öldürüldü sanıyoruz... Kargaları güldüren bir tarihsel manipulasyon... Çünkü yahudi yalancılığı tradisyonal bir meslektir; ona sansur yok!... Sansur, eleştirel beyinlere uygulanan bir silah!... Milyonlarca Alman ve milyonlarca Avrupalı ve hatta adını anımsamakta güçlük çektiğimiz ülkelerden insanlar soykırıma uğratıldılar. Alliance denilen USA&AUSraelia vbg Siyon güçleri dünyayı yakıp yıktılar ama hemen tüm lise kitaplarında biz Yahudilere kıyıldı diye okuyoruz. Oysa ki, Çalışma Kamplarında bir çeşit korumada bulunan Yahudiler ve yağmacılıkta uzman olup da yükte hafif pahada ağır ne varsa talan eden Yahudiler, savaçlardan en az zararı gören yegane tilkimsi sürüdür. İkinci Dünya Savaşı öncesinde tüm Avrupa`da toplam 1.300.000 Yahudi vardı; WW II denen bu savaştan sonra yani 1945, ten sonra sayılarının 3.100.000 olduğu görülür. Avrupa`da hırsızlıktan arananlar kendini Israel denen işgal topraklarında güvencede bulurlar ve güttükleri Birleşmiş Uluslar Örgütü de 1948`de dünyanın ilk Yağmacılar Cenneti ZOG çetesine "devlet unvanı" verir. Burada yine sansur ve manipulasyonun gücüne dönersek; hani nerede 6.000.000 Yahudi gaz odalarında tavuk gibi tütsülenmişmiş de belmem ne? Kendimiz gittik gördük, o düzmece merkezlerde, yani Alman Çalışma Kamplarının hiçbirinde gaz odası yok, gerçekte öyle bir gaz olsa Alman onuı savaşta İngiliz Evangelist itine, Amerikan Siyon çakalına karşı kullanırdı... KAldı ki, Çalışma Kamplarına gönderilenler yalnızca asalak Yahudiler olmayıp işsiz Almanlardı, hatta sayısız ulustan olup da zamanın gereği savaş donanımı üreten kimselerdi, ustalardı, uzmanlardı... Yine sansur yoluyla boyanan rakamlara bakalım, üç milyon yalancı, geleneksel ve fanatik alışkanlık eğilim özelliğini sergileyerek, altı milyon Yahudi yaratık gazlandı, diyor... Papağanlar da yineliyor... Matematik bilmeyen bir geri zekalıyı düşünün ve dünyanın da geri zekalılar düzeyine düşürüldüğünü kavrayın artık, lütfen!
- İçinde bulnduğumuz Yüzyıl`da da aynı geleneksel yöntemler sürdürülüyor... Siyon emperyalizmi, şimi düne oranla çok daha modern donanımları ve beyin yıkama makinalarını tekelinde bulunduruyor...
- Örnekler misiniz?
- İzleyelim!.. Ortadoğu belgesel klipleriyle girelim... Çağdaş emperyalizmin saldırgan ve işgalci tutumu İslâm coğrafyasında kan akıtılmasına yol açmaya devam ediyor. Emperyalizm ve onun uzantıları her ne kadar kendilerini sevimli gösterebilmek için "demokrasi, özgürlük ve insan hakları" gibi kavramları propaganda malzemesi olarak kullansalar da onlar sürekli kanla beslendiklerinden, güç ve hâkimiyet sahibi oldukları yerlerde mutlaka kan akıtılacaktır. Onlar bir yandan kan akıtırken, yıkım ve tahribat yaparken, bir yandan da kendilerini haklı çıkarabilmek için başkalarını suçlu göstermeye çalışıyorlar. Bunun için son dönemde kullandıkları en önemli olgu ise "terör"dür. Oysa gerçek anlamda terörün iplerini ellerinde tutanlar ve amaçlarına ulaşmak için terörü araç olarak en çok kullananlar onlardır. Terörü kendi saldırganlıklarına ve hukuksuzluklarına gerekçe olarak gösterdiklerinden yerine göre başkalarının üzerine yükleyebilecekleri terör eylemleri gerçekleştirmekten de çekinmemektedirler. Çünkü onların önlerinde herhangi bir ahlâki engel ve kendilerini engelleyen bir prensip yoktur. Onlar makyavelist felsefeyi benimsemiş olduklarından amaçlarına ulaşmada mümkün olan her şeyi, her metodu ve aracı meşru görmektedirler.
Sürekli kanla beslenen emperyalizm canavarı, Aşura gününde, Hz. Hüseyin (r.a.)'in şehit edilmesinin yıldönümünü ihya programlarında Irak'ta ve Pakistan'da aynı gün içinde gerçekleştirdiği bombalamalarla büyük bir katliama sebep oldu. Irak'ın Kerbela ve Bağdat şehirlerinde gerçekleştirilen bombalamalarda en son açıklamalara göre 171 kişi hayatını kaybetti. Pakistan'daki bombalamalarda ölenlerle birlikte bu sayı 200'ü aştı. Olaylarda yüzlerce insan da yaralandı. Bombalamalar adeta "bu kadar insanı bir arada yakalamışken, fırsatı kaçırmayalım" anlayışıyla gerçekleştirilmişti. Yahudi yularlı USA emperyalizmi olaylardan hemen sonra medya gücünü kullanarak, kendini kamufle etme ve suçu yine "terörün ana odağı" olarak kabul ettirmeye çalıştığı el-Kaide'ye yüklemeye çalıştı. Bu amaçla Irak'taki adamlarından bazılarını da devreye soktu ve onların ağızlarıyla açıklamalar yaptırdı. Irak Geçici Yönetim Kurulu üyesi Muvaffak er-Ruba'i, Amerika'nın CNN televizyonuna yaptığı açıklamada el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak amacıyla bu patlamaları gerçekleştirdiğini ileri sürdü. Oysa el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak istediği iddiası tamamen tutarsız ve kendi içinde çelişkiliydi. Çünkü el-Kaide'nin Irak'ın içinde bir iç savaş çıkmasından herhangi bir kazancı olmayacaktı. İşgalci güçlere karşı savaş verdiği söylenen bir örgütün, işgal güçlerinin işine yarayacak ve onlara karşı savaşanları zayıf düşürecek bir iç savaş istediğini söylemek son derecede mantıksız ve tutarsızdı. Ama tabii onlar kendi ağızlarıyla ve mantıklarıyla değil efendilerinin ağızlarıyla konuşuyorlardı. Kafalarını da kendilerini bir yerlere yerleştiren efendilerine kiraya vermişlerdi. Dolayısıyla mantık ve akıl kurallarına göre değil efendilerinin kendilerine telkin ettiği şekilde düşünmeleri gerekiyordu. Olaylar üzerine gerek Şii gerekse Sünni cemaatin ileri gelenleri, yaptıkları açıklamalarda bu olaylardan istifade eden tarafın sadece ABD olduğunu vurguladı ve Müslümanlardan oyuna gelmemelerini, fitnenin içine sürüklenmemelerini istediler. Amerika'nın Irak'a yönelik stratejisi üzerinde araştırmalar yapan bazı uzman kişiler de bu olayların arkasında ABD'nin olması ihtimalinin yüksek olduğuna dikkat çektiler. Bu kişiler Amerikan işgal güçlerinin kendilerine karşı sürdürülen direniş karşısında başarılı olamadıklarını, dolayısıyla bu direnişi zayıflatabilmek için Iraklıları bir iç savaşın içine sürüklemek istediklerini vurguladılar. Çünkü işgal güçleri bu yolla kendilerine karşı savaşanları zayıf düşürebileceklerini ve böylece Irak üzerindeki askeri hakimiyetlerini sağlamlaştırabileceklerini umuyorlar. Böyle bir fitne için en kapsamlı potansiyelin ise Şii - Sünni ayrımı olduğunu düşünüyorlar. Çünkü bu iki unsurun nüfusa oranı birbirine yakındır. Dolayısıyla bir Şii - Sünni fitnesi çıkarılması durumunda ülke nüfusunun bir yarısı diğer yarısına karşı harekete geçirilmiş olacaktır.
- Aslında Amerikan emperyalizmi Irak halkı arasında bir Şii - Sünni fitnesi çıkarabilmek için bundan önce de birçok girişiminde bulundu. Bunların en başta geleni de Muhammed Bakır el-Hakim'i hedef alan suikast saldırısıydı. Hatırlanacağı üzere o saldırı da Şiilerin büyük bir camilerine yönelik olarak gerçekleştirilmiş ve başta Ayetullah Muhammed Bakır el-Hakim olmak üzere çok sayıda Şii Müslüman hayatını kaybetmişti. Bunun yanı sıra değişik zamanlarda gerek Şii, gerekse Sünni Müslümanların camilerini, ibadet veya normal toplanma yerlerini hedef alan bombalama eylemleri oldu. İşgalci güçleri bütün bu olayların arkasında "karşıt taraf" olarak gösterdikleri kitlenin elini aramaya çalıştılar. Ancak işgalcilerin "suçlu" olarak göstermeye çalıştıkları taraflar sürekli suçlamaları reddettikleri gibi bu tür eylemleri kesinlikle tasvip etmediklerini de vurguladılar. Bu arada fitnenin içine sürüklenmeleri istenen mağdur taraf da iddiaları gerçekçi ve makul bulmadılar; bilakis ortaya atılan senaryoların tamamen fitne amaçlı olduğunu hemen fark ettiler. Dolayısıyla şimdiye kadarki fitne oyunları hep başarısız kaldı. Bu son fitne oyununun da aynı şekilde başarısız kaldığını görüyoruz. Çünkü gerek Şii ve gerekse Sünni cemaatin ileri gelenlerinin yaptıkları açıklamalarda, bunun ABD'nin, Müslümanları fitnenin içine sürükleme amacı taşıyan haince bir komplosu olduğunu vurgulamaları ve tüm Müslümanları oyuna gelmemeleri için uyarmaları olumlu etkisini göstermiştir.
- Amerika'nın Irak'taki fitne çabaları siyonist işgalcilerin fitne çabalarına çok benzemektedir. Bu benzerlik de Aşura katliamlarının arkasında Amerikan emperyalizminin olduğu hakkında ipucu niteliği taşımaktadır. Hatta bazı yorumcular olayların arkasında İsrail istihbaratının olabileceğini de dile getirdiler. İsrail işgal devletinin ve uluslararası siyonizmin bu konuda geniş tecrübesinin olması sebebiyle ortak bir faaliyet içine girişmiş olmaları hiç de uzak bir ihtimal değildir. Lübnan'ı on yıl boyunca kana bulayan ve daha önce turistlerin gözdesi olan Beyrut'u adeta bir harabeye çeviren fitnenin ateşini alevlendirenler siyonistlerdi. Aynı siyonistler Filistin topraklarında da fitne ateşini alevlendirebilmek için birçok kez girişimde bulundular. Ancak buradaki direniş gruplarının özellikle de İslâmi hareketin oldukça hassas davranması, oynanan oyunlara dikkat etmesi işgalcilerin fitne çabalarının sonuç vermesinin engellenmesini sağladı.


**

- Birleşmiş Ulusların elindeki raporlar bile süzgeçten geçiriliyorlar...
- Ne süzgeci-filtresi; resmen sansur... DU raporuna sansür...
- Körfez Savaşı’nda Irak’a karşı kullanılan seyreltilmiş uranyum (DU) silahlarının halk sağlığı üzerindeki etkisini inceleyen bir rapor, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından hasıraltı edildi.
Tanınmış üç radyasyon bilimcisi tarafından hazırlanan raporda; Iraklı sivillerin, DU içeren tozları solumaları nedeniyle kansere yakalanabileceği belirtiliyordu. Ana raportör, DSÖ’ye danışmanlık yapan Dr. Keith Baverstock’tu. BM’ye bağlı bir kuruluş olan DSÖ, çalışmayı haber alarak harekete geçti ve yayınlanmasını önledi.
- Üç yıl önce hazırdı
- Evet!... Baverstock, DSÖ’nün raporu kasıtlı olarak sümenaltı ettiğini belirterek, “2001’de hazır olan rapor zamanında yayınlansaydı, ABD ve İngiltere’nin geçen yılki savaşta DU kullanımını kısıtlaması sağlanabilirdi” diye konuştu. İki saldırgan ülkenin geçen yılkı bombardımanında, tanklar ve uçaklar yüzbinlerce DU mermisi kullandı. İşgalin ardından, yüksek oranda radyasyon içeren bu mermilerin temizlenmesi için hiçbir çaba harcanmadı. BM Çevre Programı’na bağlı uzmanların, kirlilik düzeyini ölçmek için Irak’ta çalışmasına da izin verilmiyor.
Hücre yapısını tahrip ediyor. Dr. Baverstock, Sunday Herald gazetesine yaptığı açıklamada, “Çalışmamız, Irak’ta yaygın DU kullanımının sivil halka yönelik ciddi bir tehdit olduğunu gösteriyordu. DU’nun radyoaktivitesi ve kimyasal zehrinin, insan hücrelerine tahmin edilenden daha çok zarar verdiğine dair kanıtlar var” diye konuştu. Baverstock, geçtiğimiz mayıs ayında emekliye ayrılana dek, 11 yıl boyunca DSÖ’nün üst düzey radyasyon uzmanlığını yürütmüştü. Tanınmış bilimci, halen Finlandiya’daki Kuopio Üniversitesi’nde çalışıyor. DU’nun zararlarını belgeleyen raporu hazırlayan diğer isimler; Kanada McMaster Üniversitesi’nden Prof. Carmel Mothersill ve radyasyon danışmanı Dr. Mike Thorne.
- UAEA baskısı
- Geliyorum... Baverstock DSÖ’ye çalışırken, kuruluş, raporun yayınlanması için izin vermeyi reddetti. İngiliz araştırmacı, DSÖ’ye yönelik baskının UAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) eliyle gerçekleştiğini tahmin ediyor ve şöyle konuşuyor: “Çalışmamız DSÖ tarafından sansüre uğradı ve yayınlanamadı, çünkü ulaştığımız sonuçlar hoşlarına gitmemişti. Geçmiş deneyimler de gösteriyor ki yöneticiler, UAEA tarafından baskı altına alınmıştı.” Dünya Sağlık Örgütü ise, suçlamaları reddetti. Örgütün radyasyon ve çevre sağlığı koordinatörü Dr. Mike Repacholi, “UAEA’nın bu olaydaki rolü çok küçüktü. Raporun yayınlanmasına onay verilmedi, çünkü bazı bölümler yetersiz bulundu” dedi.
- Kanser tehlikesi varmış...
- Evet!.. Sunday Herald tarafından incelenen raporda şu satırlar dikkat çekici: “Irak’ın kuru iklimi nedeniyle, küçük DU parçacıkları, yıllar boyunca etrafa yayılıp siviller tarafından solunacak. Bu parçacıklar vücuda girdiğinde, radyasyon ve zehir, kötü huylu tümörlerin büyümesini tetikleyebilir. DU’nun yaydığı radyasyon; insan hücrelerine zarar verebilir ve bu da genetik sistemin istikrarını etkiler. Bu zararın; kanser ve diğer bazı hastalıklara yol açtığı tahmin ediliyor.” USA ve İngiliz güçleri, geçen yılki saldırıda, 1991 Körfez Savaşı’nda kullandıklarından çok daha fazla DU kullandılar. Bu nedenle, önümüzdeki onyıllar içinde Irak’ta onbinlerce insanın kansere yakalanacağı, sakat veya ölü doğumlar yapacağı belirtiliyor. Körfez Savaşı’nın ardından,
Irak’ta kanser oranlarında büyük bir artış yaşanmıştı.
- Türkiye oligarşisi ve hükümetteki AKP de katliamın sorumlularındandır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün sözleri sadece riyakarlığın belgesidir; “devletler suikast yapmaz, terörle böyle mücadele edilmez” diyerek sözde İsrail’i eleştiren AKP, İsrail’le işbirliğini her geçen gün pekiştiren bir iktidardır. Ve o iktidar, katliamcılık zihniyetinde İsrail’in gerisinde değildir; İsrail katliamlarını açıkça yaparken, AKP katledip, katlettiklerini sansür zoruyla gizleyendir. AKP, Big Brother USA ve USrael aynı kamptadır.

**

- Sansür aygıtının ve kullanıcı enstrumanların Ortadoğu`da özel bir yerleri ve çok özel amaçları var...
- Ne gibi?
- Sansur ve manipulasyon, işgal güçlerinin yan araçlarıdır... Açıktan açığa bombalama güdülmeyen alanlarda ikincil güçler devreye sokuluyor.. Sansur vbg destek uygulamalarıyla Ortadoğu İSRAİLLEŞTİRİLMEK İstenmektedir!..
- Katılıyorum'

**

- YASAK MANTIĞINA ÖZGÜRLÜK, ÖZGÜRLÜĞE YASAKLILIK, NE MENEM BİR MANTIKTIR? HANGİ ÇEŞİT SİSTEMLERDEN BESLENİR?
- Gösterime yeni giren bu klibi birlikte izleyelim mi?
- Buyrun yoldaşlar, izleyelim!

**

- Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin bir mahkeme kararına dayanmaksızın Almanya'da yayınlanan Vakit gazetesinin yayınlanmasını yasaklaması, Mo$$ad'in tavrini cagristiriyor. Mo$$ad, bilindiği gibi ZOGang denen militerize mafyanin "devlet gibi hareket eden tümörlesmis gizli polis teşkilatı"nın adı. Mo$$ad, siyonizmin güvenliginin polisidir ve sınırsız yetkilerle donatılmıştır. Kararlarını mahkemelerin onaylamasına gerek yoktur ve iş adalete intikal ettiği zaman Mo$$ad sorumlulari, kollaboratörleri, memurları, köekleri ve medyatik yalakalari asla sanik iskemlesine getirilemez; üstüne üstlük savci gecinen utanmaz yaratiklar da halkin adalet arayisi yerine emperyalizmin memuru olarak siyonizmin aklanmasina saglamaga yetkilidirler. Bakiniz USrael denilen kanlki sirk'e... Bastan asagi düzmece yargi... Emniyet polisi ve idare, daha üstün bir yargı makamına başvurmaksızın ilk sorguları yapar. Gercek Toplama kampları, Evangelist/Yahudi egemen devletlerin marifetidir; orada entellektueller issiz birakilir; izlenir; süründürülür en azindan... Tel Aviv yakınlarındaki "Filistinli sanik cocuklari Toplama Kampı"nı raslantisal olarak saptadigimizda uyarilmistik ve sinirdisi edildigimizde şoke olmuştuk. Burnuma gelen yanık yağ kokuları midemi alt üst etmişti. Iskence, USrael adalet bakanliginca serbest birakilali yillar oldu; dünyada hukuk otoritesi gecinen cevrelerden bir ossuruk kadar olsun tepki yansimadi; yansiyamaz... Hastaları kobay olarak kullanan ve ilâç deneyen doktorlar (!) Usrael'in kendi askersel makamlarınca da artık "non-secret-affairs" olarak yayinlanabiliyor... Pişkinligi görüyor musunuz?.. Zavallı Hitler'i öldürenler onun namına da sahte bir tarih yazdılar oysa ki gercek soykırımlar gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde işte işgal altindaki Afganistan, Balkan, Chechenia, Iraq, Lubnania, Filistin ve giderek Ortadogu'nun tamami bu ates cemberine sokulmak üzere... Kısa süre içinde de BOP falan diye adlanan bu ve benzeri pilot bölgelerde farklı düşünen kim varsa ya bir bicimde susturulacak ya da solugunu kimse fark etmeden elimine edilecek; ediliyor da... Sansur, bu anlatılan kanlı buzdağının ancak tepede görünen ufak ucudur... Ortadogu işgali, neo-Ortacag uygulamasinin deneme tahtasi oldu.. Hani Humanist uyanis; uygarliklar cagi?! Aydınlanmanın üç büyük parolası vardı: Hürriyet, eşitlik, adalet. Aydınlanmanın öncülerinden Fransız düşünürü Volter, düşünce hürriyetinin sınırlarını şu parola ile çizmişti: "Senin gibi düşünmüyorum, fakat düşüncelerini söylemen için sonuna kadar mücadele edeceğim." Batı, düşünce hürriyetini elde edene kadar büyük mücadele verdi, demokrasi ve insan haklarını elde etmek için birçok bedel ödedi. Şimdi "globalleşme" adı altında Amerika Başkanı W. Bush yeni bir süreç başlattı. Herkes nerdeyse Bush gibi düşünmek ve onun yaptıklarını desteklemek zorunda.
Bush'un İsrail siyaseti, sadece USrael military Mafia'sının çıkarlarını gözetiyor. Yahudi lobisinin etkisinde geliştirilen ve sürdürülen bu siyaset, bütün dünyada yoğun tepki görüyor, ama ABD'nin umurunda değil.
- Yahudi lobisi, "çok masum bir vakayı" sonuna kadar istismar ediyor.
- En eski meslek gibi geleneksel uzmanlık konularından biridir... Yahudi fanatizmine eleştirel karşıtlık anlamına gelen "antisemitizm" her zaman insanlık suçu olarak kabul ediliyor. Yahudi karşıtlığı ile İsrail'in şiddet politikaları örtülüyor. Birleşmiş Uluslar Örgütü kararlarını hiçe sayan ve Filistin'de kan döken İsrail eleştirildiği zaman, hemen adamın alnına "antisemitist" damgası vuruluveriyor. Bütün dünyada "antisemitist" damgasıyla ürkütülemeyecek tek bir cephe varsa o da biziz ve Müslüman ülkelerdir. Tarih boyunca İslâm devletlerinde Yahudiler, oligarşik düzende en çok kayırılan orospu sürülerinin başında gelmişler; dünyayı babalarının prezervatifi gibi arsızca kullanırken hiç ellenmeden yaşamışlar, kendi din ve faşist geleneklerini korumuşlardır. Bu manyakça sessiz kalınma semptomunu, hiçbir zaman Hıristiyan ülkelerde bulamamışlardır. Çünkü Hıristiyanlık öğretisi içinde açık bir biçimde, kendi mediatic güçlerinin de ağırlığı vardır; müslümanların ve sosyalistlerin medi güğcü varsa da kredi muslukları ve yönetim mekanizması genelde siyonist sızıntıların elindedir. yani, bir önemli neden, Beyin Yıkama Prosedürü, ne solda ne de müslümanlık dininde ciddiye alınmamıştır; ymuşak karın kısmı açıkta kalmış, traih boyunca da bu noktadan yaralanmıştır. Gerçek Hristiyanlık ise çok yerde kendi mediatic gücünü kurma başarısıyla böyle bir yara almaktan kurtulmuştur; ikinci bir başarı nedeni ise dinsel yaralarının uyarıcı etkisidir; çok net: "Hz. İsa, Yahudiler tarafından çarmıha gerilmiştir." İslâm literatüründe Yahudi düşmanlığı kavramı yoktur. İslâm adaleti emreder. Müslümanlar, dinleri icabı adaletle hükmederler. Yine Müslümanlar dinleri icabı haksızlığa ve zulme karşı çıkarlar. Bugün Müslümanların İsrail devletinin yaptığı zulümlere tepki göstermelerinin sebebi "antisemitizm" değildir, İsrail'in yaptığı haksızlıklar ve zulümdür. Vakit'in ve Türk halkının tepkileri de zulüm ve haksızlıklaradır. İsrail ve emperyalizm endeksli Bush politikaları, sadece Türkiye'de tepki görmemekte, bütün dünyada benzeri tepkilerle karşılaşmaktadır. Almanların % 77'si, Fransızların % 75'i, İngilizlerin % 64'ü Bush'un yeniden seçilmesini olumlu karşılamamışlardır. Dr. Philipp Jennier, Federal Parlamento Başkanı idi. 1988 yılında Nazi Almanyası'ndaki Yahudi karşıtlığının anıldığı bir oturumda, "Bu kadar aleyhinde konuşuluyor, neticede Hitler bir Alman'dı" dediği için Yahudi lobisinin şiddetli baskısına maruz kaldı ve 24 saat içinde görevini bıraktı. Bir daha da Meclis'e giremedi. Almanca ve tarih öğretmeni arkadaşım Holzman'a: "Ne oluyor? Yahudi subaylarin cogunlukla babalari Alman pasaportlu eski kriminaller değil mi?" dedim. "Adam haklı, ama diplomaside böyle konuşmamalıydı" dedi. Bir başka Alman arkadaşım, HITLER dönemine ilişkin yalanlar yakıştırmalar ve devasa beyin yikama öylesine başaraılı olmuştur ki, bu soğuk savaş yenilgimiz yüzünden bugün hiçbir Alman, Yahudiligin gerçek yüzü konusunda düşündüklerini söyleyemez, demişti. Amerika ve Avrupa'da Yahudi lobisi kendisi "antisemitik terör rüzgârı" estiriyor. Bu rüzgâr, kimi zaman Mo$$ad'in Israil'deki iskencehanelerde süren uygulamalarını cağristiran haksızlıklara yol açıyor. Aylardır Almanya'da yayınını durdurmuş olan bir gazeteyi, Vakit'i ve daha baska bircok Marxist yayinlari, Federal İçişleri Bakanı'nın mahkeme kararı olmaksızın emirle kapatması, bana Mo$$ad köpekliginin ulastigi boyutlari belgeliyor. Size de ürpertici gelmiyor mu?..
- Hayır, hayır! Ortada sıradan bir sansur yok. Asıl ortada sahnelenen, Yeni siyonizmen, DDR denen Doğu Alman Sosyalizmini çökerttikten sonra Müslümanları hedefledigi bir oyun var. Bu kez oyunun etiketi de "Anti-İslamizm"dir. Anti-İslamizm ABD-Avrupa ittifakının yeni ürünüdür. Bu ittifak İslam'a ve Müslümanlara karşı küresel ölçekte "ötekileştirme" ve "şeytanlaştırma" operasyonu başlatmıştır. Alman bakanın asıl yasaklaması gereken, Anti-İslamizm olmalıdır. Bunu yapmak yerine Siyonist saldırganlığı eleştiren yayınlar susturuluyorsa, bu İslam fobisinin Alman yöneticilerin basiretini bağladığını gösterir
- Demokrasi; çok kültürlülük, farklı düşünceleri barış içinde birlikte yaşatma, farklı düşüncelere saygı rejimidir. Basın özgürlügü olmaksızın demokrasi düşünülemez. Polis raporlarına dayanarak, bağımsız yargıya ihtiyaç duymaksızın gazete kapatmak, demokrasi ile bağdaşmaz. Otto Schily'nin yasak kararı, bu ibnenin gercek babasi olan Ariel SHARON uygulamalarini cagristirmaktadir.
- Insan olan kimse, her zaman ve her yerde hukuku, adaleti, özgürlügü, insanlığı savunmalidir!..
- Öyle!.. Her türlü hukuksuzluğa, haksızlığa, zulme karşı koyacağız. Otto Schily, kararını sabuunlayip uyusturucudan kendine ne girdigini animsayamayan dumura ugramis kizlarinin uygun yerlerine tikamalidir!
- Domuzdan türeyen domuz oluyor!.. Narkoman Jenna BUSH ile kizkardesi de Siyonist Otto'nun kizlari durumunda..
- Onlara gelince, uyusturucu saglanmasina hicbir engel hicbir sansur uygulanmasi bile düşünülemiyor...

**

- Yalnızca gazeteler, tv'ler mi? Kitaplar da aynı cendereden geçiyor...
- Ne yazık ki, sistem aynı sistem oldukça...
- Mein Kampf!.. Şu sıralar gazetelerde bu kitabın yasaklanacağına ilişkin haberler çıkıyor. Kitabın Türkiye'de ilk basımının üzerinden tam 66 yıl geçmesinden ve bu yıllar zarfında, söylendiğine göre kitabın 45 farklı çevirisinin 11 farklı yayınevince 100'den fazla baskı yapmasından ve bu baskıların 100 binlerce satmasından sonra… Evet, bütün bunlardan sonra, bu kitabın satışının yasaklanacağına ilişkin haberler yayınlanıyor..
- Kitapla ilgili haberlere bakılırsa Kavgam'ın, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde yayınlanması yasakmış. Bunun nedeni olarak kitabın, Adolf Hitler'in anılarını aktarmakla kalmayıp temel görüşlerini de içermesi gösteriliyor. Yani kitap Yahudi düşmanlığı (antisemitizm) propagandasını tetikliyormuş!.. Bizim ülkemiz yasaklara alışkın. Ben yıllar önce Millî Kütüphane'de, başka birçok kitabın yanında Büyük Doğu dergileriyle, 12. yüzyıl İslâm düşünürlerinden İmam Gazali'nin kitabının bile yasaklanmış olduğunu görmüş birisi sıfatıyla, artık kanıksadım. Bu kitap da yasaklanırsa ne yadırgarım, ne şaşarım.. Bir kez ilke ihlal edildikten sonra, bir eksik, bir fazla.. çok bir şey ifade etmiyor.. yadırgadığım bu değil.. yadırgadığım, Türkiye'nin, kendisiyle ilgili bazı filmlerin veya kitapların yasaklanması için bu ülkelere başvurduğunda, onların, ülkelerinde özgürlük bulunduğu def'isiyle Türkiye'nin talebini reddetmeleri keyfiyetidir. Türkiye özgürlük yönünden aman aman bir yer olmayabilir, ama demek ki neye öykünürsen ayibina da bulanirsin camuruna da... Sansur konusund Western Kapitalizmi ikiyüzlüdür; ona özene oligarsimiz, daha namuslu olacak degil ya!..
- Peki, Mein Kampf neden yasak? Neden o Nobel alan propaganda ve beyin yikama pacavralari yasaklanmasi düsünülemez de, bir tek kitaba saldirilir? Hele de bugünlerde, neredeyse bir asir gecmis yayini üzerinden.. Yeter artik!
- "Kavgam (Hitler'in), Almanya'ya karşı gerçekleştirilen komployla ve kendince bu komplonun sorumlusu olan Yahudilerle hesaplaştığı kitaptır." Bugünlerde yeniden bu kitaba saldiriliyor, cünkü Yahudiler, Yeni Dünya Düzeni(Jew World Order)'nin yularını ellerinde aldılar ve tam da bugünlerde insanlığa kinlerini kusmak icin en büyük avantajlı bir evre geçiriyorlar...

**

- Isparta'da barbarlık... Kaymakamın talimatı: Yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı azınlık ırkçısının kütüphane ve kitaplıklardaki kitapları ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim
- Izleyelim!
- Isparta'nın Sütçüler İlçesi Kaymakamı Mustafa ALTINPINAR'ın, Ermeni soykırımı konusunda gerçeği söyleme cüreti gösterdiği için kızdığı yazar Orhan Pamuk'un kütüphane ve kitaplıklardaki kitaplarının toplatılarak imha edilmesi için talimat verdiği ortaya çıktı. Isparta Valiliği, talimatı, gazetecilerce açığa çıkarılması üzerine iptal etti.
Sütçüler'in ırkçı-faşist kaymakamı ALTINHIYAR, Özel Kalem Müdürlüğü'nden 15 Şubat tarihinde ilçedeki kamu kurum ve kuruluşlarına bir yazı gönderilerek kütüphane ve kitaplıklardaki PAMUK'a ait kitapların toplatılması istendi. Kaymakam Altınpınar imzalı yazıda şöyle denildi: "Son günlerde kamuoyunda tartışılan ve yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı yazar, yurtdışında verdiği beyanatlarda onurunu her şeyin üzerinde tutan Türk milletini rencide edici asılsız iftiralarda bulunmaktadır. Bu itibarla, tüm kamu kurum ve kuruluşlarımız kütüphanelerini ve kitaplıklarını tarayacak ve adı geçen şahsa ait kitaplar, ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim." Altınpınar, "Bu emri, Pamuk'un Ermeni soykırımına yönelik açıklamalarına tepki amacıyla verdim" dedi. Öte yandan, Altınpınar'ın yakın çevresine, İçişleri Bakanlığı'ndan gelen genelge doğrultusunda bu yazıyı yazdığını söylediği iddia edildi. İlk önce "Talimattan haberimiz yok" diye açıklama yapan Isparta Valisi İsa PARLAK, olayın dün akşam saatlerinde ortaya çıkmasının ardından Altınpınar'ın talimatınının iptal edildiğini duyurdu. Vali Parlak, "Altınpınar yetkisini yanlış kullanmış. Bu yanlış emirdir. Emir iptal edildi" şeklinde konuştu.
- Ne demişti?
- Orhan Pamuk, İsviçre'de yayımlanan Tagesanzeiger gazetesinin 'Das Magazin' ilavesine geçen şubat ayı başında verdiği demeçte, "Kimse söylemediği için söylüyorum. Türkiye'de 30 bin Kürt öldürüldü, bir milyon da Ermeni" demişti. - Gerçekte en az ikibuçuk milyon sivil ermeni hunharca öldürülmüştür...
- Belki de karşı çıkanlardan bazıları, bu rakam yanlışı düzeltilsin diye tepki gösteriyorlar...
- Belk!..
- Bu demece Türkiye'deki farklı çevrelerden gelen sert tepkiler üzerine ise PAMUK, "Tahümmülsüzlüğün geçmişte ne büyük acılara yol açtığını anlatmaya çalıştım" diye açıklama yapmıştı.
- Sütçüler ve Urla kaymakamı tipi beyinlere göre; doğruyu araştıran, ezilip horlananları korumaya kalkışanlar, sürüden farklı düşünenler birer vatan hainidirler, susturlup, kökleri kazınmalıdır. Nazım Hikmetler,Kemal Tahirler, Yalçın KÜÇÜK'ler, Sabahattin Aliler, Fikret BAŞKAYA'lar, İsmail Beşikçiler, Aziz Nesin'ler, Yaşar Kemal'ler, Orhan Pamuk'lar derhal susturulup, tüm kitapları büyük bir meydanda, resmi bir törenle yakılmalı; Türkiye, açıktan açığa USrael satellitine çevrilmelkidir?! Türkiye'nin Sütçüler kaymakamı kafasından kurtulabilmesi, AB üyesi olabilmesinden daha önemlidir. Zaten Sütçüler kaymakamı kafasının egemen olduğu bir ülke sonsuza dek bir Ortaçağ ülkesi olarak kalmağa tutsaktır!
- Üniversite yıllarında hukuk ve kamu yönetimi vbg okuyan çok arkadasim oldu, içlerinden en statikocu, hümanizmden ve empatiden uzak olanlari hep kaymakam olacagim hevesindeydiler, simdi görüyorum ki basarmislar. Yapmaya çalistiklari devleti vatanin en ucra köselerinde yasatmak, zenginlestirmek degil; rezil etmek, resmi ideolojiyi ortacag seviyesine indirmek. Üzüldüm çok üzüldüm. Pamuk'un söyledikleri kişisel görüşleridir; Pamuk bu ülkeyi baglamaz ama ALTUNPINAR ya da Piç MAİLOĞLU'nun işgal ettikleri koltuklar, devlet malıdır; T.C damgası var kıçlarında; ülkeyi baglar.
- Diyelim kitapları yaktınız, Orhan Pamuk'u ne yapacaksınız?
- Öyle!.. Söyledikleri hoşunuza gitmeyen birini 'susturmak' için yaptıklarını yok etmeniz yetmeyebilir. Eh, onun da çaresi var diyebilirsiniz ama... Neyse ki dünyanın kaderini engizisyon mahkemeleriyle giyotinler belirlemiyor artık. Bir kaymakamın 'maksadını aştığı yerde', amiri olan Vali 'Yetkisini doğru kullanılmamış, talimatı iptal edildi' diyebiliyor... Neyse ki...
- Kaymakam önce ilçesine kitap getirtsin, kütüphane düzenlesin! O namusssuz cahil, o koltukta bir açıdan da bunu için aylık alıyor; kamuoyunun kültürel zenginleşmesi için.. Fakat kendi beyni örümcekli; yine de bu halkın ekmeğinden çalarak yaşıyor bu çakal...
- Ortadoğu, bu çakallılara alışkın!.. Biz bu ayıpları gecmişte yaşadık. Türkiye'de kitapların yakıldığı, yasak konulduğu dönemler oldu.
- Bir aydın sorumluluğu olarak bu yazarş PAMUK, bir soykırım gerçeğini açığa vurdu ve barbarlar kudurdu; peşinden 'Susturun şu haini' yollu kampanyalar başlatıldı. Bir yazarı eleştirmek başka, susturmaya veya kitaplarını yakmaya kalkışmak başka... Eleştirmek demokratik bir haktır, kitap yakmak faşizmin ta kendisidir.
- Urla-Sütçüler vbg kaymakamlıklarını işgal eden bu ikiayaklı köpek ruhlu çeşniden yaratıkların davranışları gösteriyor ki Türkiye'de henüz bir fikir özgürlüğü bilinci yerleşmemiş. Bir insan fikrini tartışamıyorsa, karşı bir argümanı yoksa kızdığı kişinin eserleriyle uğraşmaya başlıyor. Türkiye'de uğraşma da nedense imha etme, yok etme gibi garip yöntemlerle cereyan ediyor. Urla'da yerel gazetelerin, Sütçüler'de romanların resmen yasaklanması davranışı da tipik ve korkunç örneklerdir.

**

Volum -III-

**

- Müzikte sansur uygulamalarına ilişkin belgesel var mı?
- Var!.. Örneğin, Grup Yorum'un başına gelenleri biliyor musun?
- Bilmiyorum... İzleyelim!
- Sansurle sansarlık arasında bir ilişki var mı diye Sordum Ali Paccı'ya!
- Ali Paccı kimdir?
- Çoğu kimse onu bilmez.. Ama Bağcılar'daki hakim ve savcılar çok iyi bilirler.
O bir avukat.. Ali İhsan Karahasanoğlu ile birlikte Vakit'in avukatı. Bizim yazdıklarımızın mahkemede hesabını o veriyor. Bir tek günde, tek bir mahkemede 40 ayrı davadan duruşmaya çıktı.. Guiness Rekorlar Kitabı'na girmesi gereken biri.. Son beş yılın hakkımızda açılan dava dosyasını istedim.. Yüzlerce dosyayı indirip bakması gerekiyormuş. Beşyüzden fazla dava açılmış hakkımızda..
Geçen gün Grup Yorum'un, 20. Yıl dayanışma konseri vardı. Oraya gittim.. Konser aralarında Grub Yorum'un başına gelenler aktarılıyordu, bu 20 yılda. Burası Türkiye. MS 2000'ler.. Biliyorum, bizim Karaoğlu, Goncagül ya da tiyatrocularımızın başına da az şey gelmedi.. Star olmuş, raiting yapan, birtakım sahte sanatçılar 10 bin dolardan aşağı ağızlarını açmazken, bir halkın acısını estetize eden bu insanlar, ucuz otellerde karın tokluğuna adım adım Anadolu'yu dolaşmışlar.. Ötekilerin durumu da aynı, ama ben elde hazır bir dökümü varken, bir örnek olsun diye Grub Yorum'un başına gelenleri, özet olarak ilginize, bilginize sunmak istiyorum.. Yıl 1988 Halepçe Katliamı'nı protesto etmek için düzenlenen gecede Kürtçe bir türkü söyleyen Grup Yorum gözaltına alındı. 12 Eylül sonrası demokratik bir etkinlikte ilk kez Kürtçe türkü söylenmesi üzerine yaşanan bu gözaltı sonrası grup üyelerine savcı sordu: Hanginiz Kürt? Grup üyelerinden, Tunceli doğumlu Metin Kahraman tutuklandı. Bir ay tutukluluktan sonra tahliye edildi.
9 Temmuz 1989... Mersin Likat-İş tarafından düzenlenen konser, başlamasına bir saat kala yasaklandı. Konser için gelen izleyicilerle birlikte türküler söyleyerek yasaklamayı protesto eden Yorumcular, dövülerek gözaltına alındı ve ardından tutuklanarak Mersin Cezaevi'ne konuldu. Dokuz Grup Yorum elemanının tutukluluğu iki ay sürdü.
24 Haziran 1990; İzmit'te gerçekleşen konserde polis, Hilmi Yarayıcı ve Elif Sumru Göker dışındaki Yorumcular'ın sahneye çıkmasını engelledi. Yorum bu konserini iki kişiyle verdi.
Ekim 1990; Konya'da iki ortaokul öğrencisi, Grup Yorum dinledikleri için gözaltına alınarak DGM'ye çıkarıldı.
Kasım 1990; Grup Yorum elemanlarının neredeyse tamamına pasaport yasağı konuldu.
9 Ağustos 1991; Üsküdar'da "Katibim Festivali" kapsamında verilen konserin yarısında, üç bine yakın dinleyiciyi polis dağıttı.
Ağustos 1991; İstanbul DGM, "Gelki Şafaklar Tutuşsun" isimli albüme bölücülük yapıldığı gerekçesiyle dava açtı.
19 Ocak 1992; Konya SHP Gençlik Komisyonu'nun organize ettiği Grup Yorum konseri, genel merkezin isteği üzerine emniyet tarafından yasaklandı.
15 Mart 1992; Denizli'de yapılan konser sonunda "İzinsiz Para Toplama Kanunu'na Muhalefet"ten soruşturma açıldı. Grup Yorum elemanları Elif Sumru Gürel ve Kemal Sahir Gürel, yirmişer ay hapis ve para cezası aldı.
25 Nisan 1992; Trabzon Özgür-Der'in düzenlediği ve 3000 kişinin izlediği konser sonunda bir grup taşlarla ve sopalarla saldırıya geçti. Olay süresince polis gelmedi. Yorumcular ve dinleyicileri, sekiz saat sonra salondan çıkabildi.
9 Haziran 1992; Eskişehir'de düzenlenen "Sevgi ve Dostluk Gecesi" sonrasında, Grup Yorum için gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı. Yorumcular, duruşmaya kadar teslim olmadı.
4 Temmuz 1993; Yorum elemanları, Gemlik konseri sonrası jandarma ve polis tarafından ayrı ayrı gözaltına alındı. Grup'la birlikte sahneye çıkan Yusuf Karadaş, üyesi olduğu Özgürlük Türküsü'nün konser fotoğraflarını taşıdığı için gözaltına alındı ve tutuklandı. Bu tutukluluk iki ay sürdü.
2 Eylül 1993; Kıbrıs'ta Lefke Spor Kulübü'nün düzenlediği konser, amfi tiyatronun dayanıksızlığı bahane edilerek yasaklandı. Daha sonra Sumru, Nuray ve İrşad gözaltına alınarak sınırdışı edildi. Grup üyelerine ömür boyu Kıbrıs'a giriş yasağı kondu. Mersin'de bir gün gözaltında kaldılar. Yaklaşık 1500 Yorum dinleyicisi, bu keyfi uygulamayı protesto etti. Konser öncesi de Taner Tanrıverdi, hakkında çıkış yasağı olduğu gerekçesiyle havaalanında gözaltına alınıp tutuklandı.
Ekim 1993; Bursa-Orhangazi'de yayın yapan 105.2 FM'de çalışan bir DJ, radyoda Grup'un şarkılarını çaldığı için işinden atıldı.
Ocak 1994; Kemal ve Sumru'ya, İzmir DGM'nin 1992 Denizli Konseri nedeniyle verdiği 20 ay hapis cezası kesinleşti. Sumru, Avrupa Turnesi nedeniyle yurtdışında olduğu için Türkiye'ye dönmedi, Kemal, 5 Ocak'ta Edirne'de gözaltına alındı, 15 Ocak'ta tutuklandı ve 1.5 yıl tutuklu kaldı.
Nisan 1994; Almanya'da düzenlenen bir şenlik, programda Grup Yorum olduğu g


    22nd May 2005 - 10:23:08 AM    
13686 :
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD


    22nd May 2005 - 10:46:45 AM    
13687 : 4591
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !
YOU FUCKING TURKISH DICKHEAD !


    22nd May 2005 - 10:57:09 AM    
13688 : BURN THE GAY BASTARDS
Vakit, Mein Kampf'daki "Zionist Imperialism" tehlikesine çok haklı analizler getiren belgesel özü kavrama vaktidir; çünkü, "Zionist Military Financial Hegemony" yeniden ve bu kez tüm dünya insanlığını tehdit eden devasa boyutlarda en mediatk destekli/en utanmaz yalancı/en organize kriminal kaniçici/en modernize barbar/ en ahlaksız aşamasındaki güncel tehlikedir; işte, bunun için de (içinde Vakit gazetesi de bulunan) bir dizi media üzerinde "performe censor"/geliştirilmiş sansur uygulanmaktadır

**

FREEDOM in INDEPENDENT BRAINS///CENSOR; most ridiculous and well-performed manipulative industry of judaized imperialism

**

Turkish language version


**

Volum -I-

**

ÖZGÜR DÜŞÜNCEYE SAYGI DUYAN HERKES, SAYGISIZ SİYONİSTLERİN KISKACINDALAR...

**


- Siyonist lobinin etkisinde kalan Almanya İçişleri Bakanı; yayınına ara verilen Vakit'in Almanya baskısını ek bir fermanla yasakladı!.. Hem de, hiçbir "yargı kararı" olmadan!
- Iran`a-Suriye`ye, Türkmeneli Kerkük'e karsi havladıkları günlerde!
- Aynısıyla öyle!... Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily; Vakit'in, 2005 kışında iki aydan fazla süreyle Almanya'da engellendiğinden bile habersiz rolü oynadığını sergileyen komik ve bir o kadar da düşündürücü bir karara imza attı...
- Gerekçesi ne bu utanmaz kartaloş ibnenin?
- Alman kimliğini suistimal eden bu Evangelian Yahudi tohumu sahte Alman, "Siyonist terör" ve "Batılı toplumsal düzen"e karşı çıkan yayınlardan dolayı, Vakit'in Almanya baskısının durdurulduğunu açıkladı. Gerçek babası Human Butcher Ariel SHARON nasıl yapıyorsa aynısını yinelemiş oldu...
- Oysa Vakit, 20 Aralık 2004'ten bu yana Almanya'daki yayınına ara vermiş bulunuyor!
- Doğru! Bu bir extra saçmalıktır... Alman Bakan'ın, "2 ay 5 gündür yayın yapmayan" bir gazete hakkında, "İsrail aleyhtarı yayınların arttığını iddia etmesi de, hem gerçeklerden uzak, hem de komik bulundu... Bakan'ın esrik açıklaması, Batı ülkelerinin "fikir ve düşünce özgürlüğü" konusunda ne kadar samimi olduğunu da ortaya koydu.
- Suçlarını itiraf ediyorlar: Suçu kabul ettiremedik! Alman İçişleri Bakanı Otto, Vakit'i Almanya'da yasaklamış! Sebebi de, "gittikçe artan İsrail karşıtı, siyonist aleyhtarı makaleler" imiş! Zırt pırt Türkiye'ye gelip, "Basın özgürlügü niçin yok", "Homosexual sapıklara niçin daha fazla yetki verilmiyor?", "Anti-siyonistlerin hepsini neden Israel yöntemleriyle elimine etmiyorsunuz?" diye hesap sormaya kalkışanların ellerine, biz su bile dökemezmişiz de haberimiz yokmuş! Öyle bir yasakçılık ki; suç olduğunu ileri sürdükleri yazılar için dava açma yerine, toptan gazetenin yayınlanmasına yasak getirmişler!
- Yani, resmen sansür!
- Kokusundan anlaşılmaz mı bok!... Türkiye'de bir yazara ceza vermek için, önce yayınlanan yazı sebebiyle dava açılır, yazar mahkûm olursa ceza kesinleşir. (Ama bu durumlarda da gazetenin kapatılmasına artık karar verilemiyor. 2004 yılında kabul edilen AB'a uyum yasası çerçevesinde, artık gazete kapatmak Türkiye'de bile yasak!) Ama Almanya'da, gazetenin toptan kapatılması mümkün imiş! Üstelik, öyle mahkeme kararına falan da gerek yokmuş!.. Dünyadan haberi olmayan bir İçişleri Bakanı, önüne konulan bir kararı imzalayınca, gazete de kapanıveriyormuş orada! Gazete yayınına ara vermiş, vermemiş hiç önemli değilmiş!
- Allah bilir, adamın gazeteyi hayatında görmüşlüğü bile yoktur!
- Yok! Jerusalem Post`a abone olan bu ibne, özgürlüğün sesi olan yayınlar eline geçse de batar, bir yerini acıtır...
- Öyle ya, eğer gerçekten uyuşturucu dozunu kaçırmadıysa ya da sansurden daha önceden bilgisi yoksa kıçına ne girip çıktığını da bilmeyen bir bunaklık evresine girmiş demektir...
- Varsayalım ki habersizdir... Vakit'in 2.5 aydır Almanya'da yayınlanmadığından habersiz, ezbere yasaklama kararı verdiğine göre, gazeteyi görmemiş olması da gayet normaldir! Yeter ki, siyonist lobi istesin!
- Ama ne yaparlarsa yapsınlar, ördükleri tuzaklar, bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da hep kendi ayaklarına dolaşacaktır. Bakın, Almanya Büyükelçiliği, konuyla ilgili olarak dün yayınladığı basın bülteninde hangi bilgilere yer vermiş? " .. Makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır. (..) Yayınlanan çok sayıda makaleden anlaşıldığı üzere bu yayınlar münferit olmayıp, aksine sistematik olarak kışkırtma amacı taşımakta olup, bunlara kesinlikle göz yumulmamalıdır!" Bunlar sayın İçişleri Bakanı'nın sözleri!
- Böyle tasmasız bakan birgün bir takan çıkmayacak mı?
- Umarım!.. Demek ki, önüne konulan kararı okumadan imzalayan bakanlar, sadece Türkiye'ye özgü değilmiş! Almanya'da da bu tür "bakan"lar varmış! Sadece bakıp dururlarmış önlerine gelen kâğıtlara. Öyle olmasa, 2 ay önce Almanya baskısını durduran bir gazetenin, İsrail aleyhtarı olduğu söylenen makaleleri için "hissedilir derecede artırmışlardır" ifadesi nasıl kullanılır ki? Diyeceksiniz, "Belki de, yayına son verilmeden önceki tarihlerde İsrail aleyhtarı makalelerin arttığı kastediliyordur"... "Özrün kabahatinden büyük" diye bir söz vardır. Aynen öyle.. 2 ay önce ara verilen yayın için, Alman bakan daha yeni uyanıyor, "Burda gazetenin kapatılmasını gerektiren çok büyük bir suç var" diyor! Ne diyelim, Otto'ya bir mesaj yollayalım; "Uyan bakan bey, uyan! O makalelerin en sonuncusu bile 2 ay 5 gün önce yayınlandı! 2 aydır neredeydin?" Alman Büyükelçiliği'nin yayınladığı basın bülteni, siyonist lobinin tezgâhının perde arkasını net olarak gözler önüne seriyor aslında! Şöyle deniyor Alman Büyükelçiliği basın bülteninde: "Savcılığın geçtiğimiz yıllardaki çok sayıda tahkikatına rağmen şirket sahibi ve yöneticisi hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş, hatta kışkırtıcı makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır!" Keskinliğin derecesini nasıl tesbit etmişler, bunun için ellerinde bir ölçü aleti var mı bilemiyorum. Ama "Hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" olmak, dünyanın neresinde suçtur sayın Otto? Elinize yasaklama kararı koyanlar, anlaşılan sizi "suçu kabul ettirme" ile görevlendirmişler; siz de bu görevinizi yapamayınca, bu sefer yasaklama kararı önünüze konulmuş, siz de ne söylediğinizi bile düşünmeden, "hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" diye sitemde bulunmuşsunuz Vakit yöneticileri için! Ne yapalım; sizin arzunuzu burdan biz ilgililere duyuralım, bundan sonra siz ne isterseniz, hemen o suçu kabul ederler! Ne isterseniz! Roma'yı yakma suçu mu dersiniz, Hitler'i iktidara getirme mi dersiniz, nükleer silah icadı mı dersiniz, hepsini siz isteyin, Vakit sorumluları kabul etsinler! Yeter ki, siyonist lobinin isteği olsun!
Kim haklı isbat için çok önemli bir kıstas var; soralım Otto'ya, "Bu kadar suçladığın gazete hakkında, elinde kesinleşmiş tek bir mahkeme kararı var mı?" Yok! O zaman biz söyleyelim; Almanya'da basın özgürlügü yok!
- Yok mu bu utanmazlığın bir temsilcisi; soralım!?
- Var!.. Büyükelçi, örnegin...
- Sordun mu; ne oldu?
- Renkten renge girdi; kıpkırmızı oldu..
- Ìzleyelim!
- Federal Almanya'nın Ankara Büyükelçisi homosexual Wolf-Rudhard Born, Vakit'in Almanya yayınlarını durdurması için ortada bir mahkeme kararı olmadığını animsatan bir gazeteciye, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" dedi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı makamında ziyareti sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan ibne Born, Almanya ceza yasasına göre Yahudi karşıtı yayınların suç olduğunu savundu. Almanya'da çok sağlam (yalansa anasini essekler siksin) bir demokrasi olduğunu ileri süren ibne Born, "Ortada İçişleri Bakanlığı'nın verdiği bir karar bulunuyor. Yahudi karşıtı yazılar ceza kanunumuzda yasaklanmıştır. Kanunlara göre hareket ediyoruz. Vakit, kanunlarımızda yer alan yaptırımların aksi yönünde hareket etti. Bizde bu kararı aldık" dedi. Muhabirlerin sorularından sıkılan ibne Wolf-Rudhard Born, "Vakit gazetesinin son altı gündür yayınlarından rahatsızız" dedi. Otto SSCHILY gibi bir yalama götveren olan Born, muhabirlere, "Vakit, Almanya'da yedi yıldır yayın yapıyor. Bu ve benzer yasakli gazeteler hakkında herhangi bir mahkeme kararı var mı?" şeklindeki sorusuna, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" şeklinde konuştu. Almanya'da, Türkiye aleyhine siyonist emperyalist yayın yapan birçok amerikanci Yahudi propaganda yayınlarina müdahale edilmediğini hatırlattığımız Büyükelçi, "Böyle yayınlardan haberimiz yok. Yasalar dışında yayın yapan herkese aynı şeyi yaparız" diyerek, Yahudi yularli medyaya üstü örtülü arka çıktı. Ìbne Born, "İsrail'in Filistin'deki katliamlarını eleştirmek suç mu?" bicimindeki sorumuz üzerine de, "Farklı düşüncelerimiz var. O yüzden sizinle anlaşamayız" dedi. Sorularımız karşısında iyice bocalayan Siyon orospusu Born, hızlı adımlarla belediyeden uzaklaştı. Siktirip defoldu, Alman bayrağını suistimal ederek kullandigi köpek kulübesine kaçtı; girdi...

**

- Alman kimliğini kötüye kullanan bu esrik bakan piçine kınama eyleminde bulunan yok mu?
- Var elbette!.. Bu arada; Alman Bakan'ın açıklaması üzerine durumu değerlendiren Vakit Yayın Kurulu, şu açıklamayı yaptı:
"Almanya Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin dün yaptığı açıklamada 'Geçmişte, özellikle İsrail devletine, siyonistlere ve Bat?l? toplumsal düzene karş? makaleler yay?nland?ğ?' öne sürülerek gazetemizin Almanya baskısının durdurulmasına yönelik kararı kabul edilemez bir karardır. Öncelikle belirtelim ki, Vakit gazetesinin Almanya baskısı 20.12.2004 tarihinden bu yana zaten yapılmamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesine aykırı olarak Alman polisinin yaptığı keyfi baskılar sonucu, Vakit gazetesinin Almanya baskısına, bugün itibariyle 66 gündür zaten ara verilmiş bulunmaktadır.
Bu durumdan bile habersiz Alman İçişleri Bakanı Otto, olmayan bir yayını yasaklama gibi komik bir karara imza atmıştır. Açıklamadaki, 'Batı karşıtı propaganda yapılmasina izin verilmeyeceği' beyanının, düşünce ve ifade hürriyetine Almanya'nın nasıl yaklaştığının göstergesi olduğu açıktır. Alman Bakan'ın, 'Savciliğin sürdürdüğü birçok soruşturmaya rağmen, Yeni Akit yöneticilerinin tutumlarını değiştirmek yerine, kışkırtıcılık yapılan makale sayısını artırdıkları' iddiası da, 2 ay 5 gündür yayın yapmayan bir gazete hakkında Bakan'ın nasıl bir bilgisizlik ve önyargı içerisinde olduğunu göstermektedir. Uzun süredir yayın yapmayan bir gazetede, USrael faşizmi aleyhtarı makalelerin arttığı nasıl iddia edilebilir? Görülmektedir ki; siyonist lobinin eline tutuşturduğu bir yasak kararını açıklamaktan başka bir rolü olmayan sayın Bakan, verdiği yasak kararının işlevsizliğinden bile habersizdir. E.U. ilkelerine uyum adı altında, Türkiye'ye yapmadıkları baskıyı bırakmayan batılı ülkelerin gerçek yüzleri bu kararla bir defa daha ortaya çıkmıştır. İşte Batı'nın düşünce hürriyetine bakış açısı; 'yayında olmayan gazeteyi bile yasaklayacak' kadar acımasızdır! Bugüne kadar 7 yıldır Almanya baskısı yapılan bir gazetenin, tek bir mahkûmiyeti ve mahkeme kararı bile yokken, bir siyasetçinin emri ile gazete baskısının yasaklanması, insan haklarına aykırı, yargısız infaz niteliğinde hukukdışı bir karar olduğu her türlü tartışmadan uzaktır. 1940'larda Hitler'in Yahudilere yaptığı iddia edilen zulmün çok daha şiddetlisi, bugün siyonist odakların etkisi ile Otto tarafından tek bir mahkûmiyeti bile olmayan Vakit gazetesine yönelik olarak gerçekleştirilmek istenmektedir! Ama Otto'nun ve onun eline bu kararı tutuşturan lobinin gücü, Vakit'i 'doğruları yazma kararlılığı'ndan vazgeçirmeye yetmeyecektir! Bu karar ile öğrenmiş bulunuyoruz ki; Almanya'da bir siyasetçinin kararı ile, istenilen her muhalif gazete kapatılabilmektedir! Bırakın insanların düşünce hürriyetlerini engellemeyi, tümüyle bir gazetenin faaliyetini bile yargı kararı olmaksızın engelleme cüreti gösteren bu girişimin, Avrupa'nın gerçek yüzünü öğrenmemiz açısından büyük faydası olduğu kanaatindeyiz. Tek bir mahkûmiyet kararı olmayan Vakit gazetesi sorumluları olarak, Alman İçişleri Bakanı Otto'nun aldığı kararı kınıyor, bu yargısız infaz kararını tarihe bir ibret belgesi olarak not düşüyoruz."

**

- Almanya`da siyonist lobbylerin azıttıklarını anladık; sürpriz değil... Fakat Ortadoğu`da müslüman geçinen bazı üniformalıların yarışma hırsını anlamak zor...
- Rüşvetin gücü! Buyrunuz, daha henüz sıcaklığını koruyan şu belgesele bir göz atınız!
- İzleyelim!
- Vakit’e ceza yağdı... Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit gazetesini “Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira olmak üzere 624 milyar, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkûm etti. Mahkeme, dâvâ konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, Doğan'ı tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit Gazetesi’ni, ‘’Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira mânevî tazminata mahkûm etti. Mahkeme, dava konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in, RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, 312 generalin, Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eruygur’un da ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazılardan dolayı açtıkları davaları karara bağladı.
- Sirk sürüyor... 312 generalin açtığı davaya, generallerin avukatı Bilgin Yazıcıoğlu ile RTÜK üyesi Mehmet Doğan ve Vakit Gazetesi’nin sahibi Nuri Aykon ile yazıişleri müdürü Harun Aksoy’un avukatları katıldılar.
- "Yazı kimin?" tartışması gündemdeydi...
- Evet!.. Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, müvekkilinin dava konusu köşe yazısını yazan Asım Yenihaber olmadığını ileri sürdü. Davacı tarafın dosyaya sunduğu elektronik posta adresi ve internet protokol numarasıyla müvekkilinin adına ulaşıldığını, ancak herhangi bir kişinin elektronik posta adresini ve internet numarasını vermek suretiyle o kişiye suç yüklenebileceğini öne sürdü. Avukat Metin, bu durumun açıklığa kavuşturulması için bilirkişi incelemesi talebinde bulundu ve tanık dinleteceklerini söyledi. Davacıların avukatı Yazıcıoğlu ise internet sisteminin, yazının Doğan’a ait olduğunu ispatladığını, Türk Telekom’a mahkeme tarafından yazılan yazıya gelen cevapta da köşe yazısını elektronik postayla gönderen kişinin Mehmet Doğan olduğunun ispatladığını savundu. Yazıcıoğlu, bunun teknik bir konu olduğunu ifade ederek, krokisini de dosyaya sunduğunu söyledi. Yazıcıoğlu, ayrıca Vakit Gazetesi’nin tirajını gösteren belgeyi de verdi. Yazıcıoğlu, Hakim Bülent Çınar’ın sorusu üzerine, Mehmet Doğan’ın internet protokol numarasının Nurullah Kuloğlu adlı ihbarcıdan geldiğini, ancak o kişinin nasıl temin ettiğini bilmediğini belirtti.
- "Vakit'e sansür uygulanıyor" başlığını anımsıyoruz...
- Davalılardan Nuri Aykon ve Harun Aksoy’un avukatları, dava konusu yazının gazeteye faksla ulaştığını ileri sürerek, metni bulmaya çalıştıklarını söylediler. Avukatlar, dâvâyla ilgili olarak Vakit Gazetesi’ne konulan yayın yasağının kaldırılmasını talep ettiler ve diğer yayın kuruluşlarına yönelik böyle bir olay olmadığını, Vakit Gazetesi’ne sansür uygulandığını ifade ettiler. Yargıç Çınar, yayın yasağına tepki gösteren avukatlara, diğer yayın kuruluşları adına söz alma ve konuşma yetkileri olmadığı uyarısında bulundu. Aykon ve Aksoy’un avukatları Yargıç Çınar’ın son sözlerini sorması üzerine, delil sunmak için süre istediklerini ifade ettiler.
- Generallerin avukatı Yazıcıoğlu da son sözünde talepleri gibi karar verilmesini istedi.
- Evet!.. Yargıç Çınar, araştırılacak başka bir konu kalmadığını, Vakit Gazetesi’nin avukatlarının taleplerinin yersiz görüldüğünü belirterek, davacıların manevi tazminat taleplerinin tamamen kabulüne karar verdi. Yargıç Çınar, Vakit Gazetesi’nin sahibi Aykon, Yazıişleri Müdürü Aksoy ve Mehmet Doğan’ı yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz de eklenerek her bir davacı için 2’şer milyar lira olmak üzere toplam 624 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Mahkeme, köşe yazısını yazan Asım Yenihaber’in de RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vermiş oldu ve tazminattan sorumlu tuttu. Bu arada, karar açıklanmasına tepki gösteren Vakit Gazetesi’nin avukatları, taleplerinin dikkate alınmadığını ve tutanağa geçirilmediğini, savunma haklarının kısıtlandığını iddia ettiler ve tutanak tutacaklarını belirttiler. Hakim Çınar, kararın temyize tabi olduğunu hatıratarak, hukuki yolların tükenmediğini ifade etti.
- Avukatlar duruşmayi terketmişti; degil mi?
- Öyle!.. Daha sonra Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un yine Asım Yenihaber imzasıyla Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazısında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 10 milyar lira manevi tazminat talepli davasına geçildi. Vakit Gazetesi’nin avukatları, bu duruşmaya katılmayacaklarını belirterek, duruşma salonunu terkettiler. RTÜK üyesi Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, diğer davada olduğu gibi müvekkilinin dava konusu yazıyı yazan kişi olmadığını savunarak, bilirkişi incelemesi talep etti. Metin, aksi halde herkesin herkesi ihbar edebileceğine işaret ederek, adaletin allak bullak olacağını ifade etti. Orgeneral Eruygur’un avukatı Yazıcıoğlu ise kişilik haklarına saldırı iddiasını yineledi. Yargic Çınar, dosyada delillerin toplandığını belirterek, davanın kısmen kabulüne ve Aykon, Aksoy ve Doğan’ın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle müştereken 4 milyar lira manevi tazminat ödemesine karar verdi.
- Bu rüşvete susamış olanlar da müslüman?!
- Yahudi emperyalizminin kıçını yalayan bu çeşniden öğeleri, Otto CHILLY`den daha tehlikeli buluyorum...
- Aynı görüşleri paylaşıyorum sizinle ve o derecede derin endişeler içerisindeyim!

**

- Tv 5, Milli Gazete gibi medya organlarına karşı kendi kendini Yargıç ve Savcı olarak atayan sözde diplomatlara ne diyorsunuz?
- Olamaz!
- İzleyelim!
- Belgeler ortada!... Soytarılar, istedikleri kuruma, kuruluşa, yayın ve basın organlarına sansur uygulamakta hiçbir çekince göstermiyorlar... USA Büyükelçiliği’nin, Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, Irak’ta yaşananları aktardığı ve halkın tepkisini yayınladığı için bir gazete ve televizyona ambargo uygulanmasının, evrensel basın-yayın ilkelerine aykırı ve anti-demokratik olduğunu söyleyerek, “ABD, Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çekiyor ve bu hezimetin faturasını da Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ediyor. Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılmaz. Basına ve medyaya sansür uygulayarak Irak’ta yaşananları kamuoyundan gizleyemezsiniz. Burası ABD değil, Türkiye. Kendi ülkelerinde basına ambargo uygulasınlar” dedi. Wall Street Journal’da yayınlanan “Yeniden Avrupa’nın Hasta Adamı mı?” yazısı ve ardından USA Büyükelçiliği’nin Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, son günlerde gelişen olayların Irak’ta bataklığa saplanan ABD’nin bataklıktan çıkmak için suçu başkasına yüklemeye çalışma refleksi olarak değerlendirdi. Konuyla ilgili yazılı bir basın açıklaması yapan Aksu, “Tarihini sömürge, zülüm ve katliamlar üzerine bina eden bir ABD’nin geçtiği yollara dönüp bakmadan bu tarz serzenişlerde bulunması, yaptıklarının onaylanmasını beklemesi, bırakınız beklemeyi bunu bir emrivaki olarak dayatması ne akıllara ne de vicdanlara sığmaz” dedi. ABD’nin Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çektiğini ve bu hezimetin faturasını Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ettiğini belirten Aksu: “Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılamaz. Türkiye’deki Anti- Amerikan rüzgarından rahatsızlık duyanlar acaba bu rüzgarın esmesinde hiç mi kabahatli değillerdir? Yeri geldiğinde dünyanın en kanlı diktatörlerini besleyip onların milyonları katletmesine ön ayak olan, Afganistan ve Irak işgallerinin meşruiyetini sorgulatmayan bir zihniyet elbette ki bunun bedelini ödemelidir” dedi.
- Türkler, Amerikan halkından değil Bush’un politikalarından rahatsız
- Güzel dile getirdiniz!.. “Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin (Amerikan kaynaklarına göre) en az 100 bin sivili öldürmesi, tutuklulara işkence yapması, bu ülkenin bir terörist yuvası haline gelmesi, Türkiye’yi olumsuz etkilemesi, bütün dünyada olduğu gibi Türk kamuoyunda da Bush’a karşı muhalefeti güçlendirmiş, yeniden seçilmesi büyük hayal kırıklığı uyandırmıştır” diyen Aksu, Amerikalıların Irak’taki Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi ve sözde “teröre karşı savaş?” veren ABD’nin, Kuzey Irak’a yuvalanan Mo$$ad&Barzioni teröristleri hakkında hiçbir önlem almayışı gibi gelişmeler ise Bush aleyhtarlığının Türkiye’de doruğa tırmanmasına yol açtığını vurguladı.
- Ismarlama sevgi ayarı yapılmaz!
- Çok dogru!..
- Hani, Turkiye&Almanya vbg ülkeler isgal edilmemişti?! Yalnızca Filistin'de, Irak'ta ve benzerleri üzerinde egemen sanılıyordu bu ZOG denen Militer-Mafya? Bu ne ya; bu sansur denen illet, Tel Aviv'den dikte edilen bir diktatorluk gibi yayginlaştirildi?...
- Pentagon aracılığıyla Bush yönetiminin müttefiklerine ABD karşıtlığının çözülmesi ve halkların kendilerini sevmesi mesajının verildiğini ifade eden Aksu, “ısmarlama sevgi ayarlarıyla nereye varılabilir” diye sorarak sözlerine şöyle devam etti “ABD’nin takkesi Irakta düşmüştür. Tüm dünya kamuoyu kendisine karşı öfkelidir. Kimi kime şikayet ediyorlar ya da kimden neyi savunmasını bekliyorlar. Demokrasilerde siyasetçilerin işi kamuoyunun tepki ve taleplerini en uygun şekilde yansıtmaktır yoksa bu tarz emri vakilerle kamuoyunu hizaya getirmek değil.”

**

- Sansur prosedürüyle amaçlanan, yalnızca engelleme değildir. Bir olaya ilişkin doğru bilgi akışı sansur yoluyla engellenirken ikinci amaç gerçekleştirilir; olayın saptırılması. Cocuklara karsi islenen suclarda resmi makamlardaki suçortaklarının çabalarını anımsayınız... Özellikle sexual amaçla çocukların pazarlanması sırasına taa üst düzeyden direkt fermanlarla gelen sansur uygulamalarına tanık oluyoruz; çünkü, çocukların pazarlamasına ortam sağlayan kirli tabaka, kendinin açığa vurulmasını istemez. Elinde de en büyük silah olarak sansur vardır...
- Ìşleyiş'i, Urla'da çok net gördük; klipleri yeni yeni yayına konulabiliyor...
- Ìzleyelim!..
- Son günlerde tartışmalara neden olan Barbaros Çocuk Köyü ile ilgili haberler davalık oldu. Yayınladıkları haberler nedeniyle Özgür Urla gazetesine, Urla Kaymakamlığı koltugunda oturan sanik Ahmet Mailoğlu tarafından sansür uygulandı. Gazeteciler TUNALI ve SÖKE, Barbaros Köyü'nde cinsel taciz iddialarını yazdıkları için kendilerine "devlet ve millet düşmanı" diyen kirli kaymakam'a dava açtı. Kaymakam taslağı da, gazete haberlerine dava açtı; tedbir koydurdu. Gazetecilerin itirazı görüşülüyor... İzmir'de çıkan Yarımada gazetesi sahibi Selçuk TUNALI ile Özgür Urla gazetesi sahibi Ali Rıza SÖKE, Star TV'deki "Objektif" programına katılarak, Barbaros Köyü'nde çocuklara cinsel taciz iddiaları ile ilgili kendilerine "devlet ve millet düşmanı" dediği gerekçesiyle Urla Kaymakamı Ahmet Mailoğlu'ya 50 bin YTL'lik tazminat davası açtılar. Gazeteciler 3 Şubat'ta yayınlanan programdan iki gün sonra Kaymakam hakkında yakınma'da bulundu. Kaymakan Mailoğlu bunun üzerine, gazetelerde kendisi ile ilgili yayınlanan haberlerede "kişilik hakları zedelendiği" iddiasıyla gazetecilere dava açtı. Urla Asliye Hukuk Mahkemesi de iki gazetedeki Kaymakam haberlerine aynı gün tedbir koydu.
- Mahkeme, tedbire itirazı görüşüyor
- Durumu yatıştırıyor...
- Öyle!.. Tedbir kararına itiraz eden gazeteciler, yapılan yayınların "Basın Kanunu, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) uygun olduğunu savunarak, "tedbirin nasıl bir haber verileceği ilan edilmeden, muhtemel, ne olduğu belirsiz bir saldırı olasılığı" üzerine alındığını iddia etti.
- Mahkeme, itirazı değerlendiriyor.
- Bakalım ne çıkacak!
- Yarımada gazetesinin 28 Ocak 2005, Özgür Urla gazetesinin de 1 Şubat 2005 tarihli nüshasında cinsel taciz soruşturması ile ilgili bilgilere yer verilmiş ve Kaymakama sorular yöneltilmişti. Kadir Çelik'in sunduğu programda, Kaymakam Mailoğlu'nun "Bu iddianın sahipleri iki tanedir bunlar. Bu iddia iğrenç ve saçmadır. Bu iddianın kaynağı olan, bahsedilen iki kişi... Her zaman devlet, Kaymakamlığımızın manevi ve mukaddes değerlere saygılı olmamdan dolayı şahsım üzerine kurulmuştur. Bu gazetelerin yayın politikaları incelendiğinde devlet ve millet düşmanı olduğu açıkça belli olan bu şahıslar..." dediği iddia ediliyor. Sorun ve baskıların yeni başlamadığını kaydeden gazeteci Söke, bianet'e verdiği bilgide, bir yıl önce yazılarının yayımlandığı sayıların Kaymakamca polis kullanılarak toplatılmaya çalışıldığını, İçişleri Bakanlığı'na yaptığı şikayetlerin üzerinin ise yalanla kapatıldığını savundu. (EÖ/EÜ)
- Sansur olaylarinda kiralik utanmazlar, gazetecilik oynuyorlar.. Bu utanmazlara en acikli örnek, Savaş AY adindaki ucuz provokatordür...

**


- Yerel basın, Savaş Ay’a karşı...
- Çıkarcı bir çakaldır bu enstrüman, adı yanlış Savaş piçi, yine kanlı koku aldı ve pisliğe daldı!
- Öyle! Urla Kaymakamlığı ile Barbaros Köyü arasında mekik dokuyan yerel basın Savaş Ay gazeteciliğini tartışıyor; “Köye o giriyor da biz niye giremiyoruz? Savcı ona konuşuyor da bize niye konuşmuyor?” Kaymakamlık önünde savcının dışarıya çıkıp bir açıklama yapması için bekliyorlar; saatler ilerliyor, hava kararıyor, savcı yok. Sonra bir söylenti dolaşıyor ortalıkta; “Savcı, Savaş Ay’a konuşmamış, ben öyle şeyler söylemedim.” demiş. Urla’da çıkan yerel gazeteler de kaymakam ve okul müdürüyle ilgili zehir zemberek yazılara devam ediyor. 15 günde bir yayımlanan Özgür Urla gazetesini tek başına çıkaran Ali Rıza Söke koltuğunun altında sıkıştırdığı gazeteleriyle takip ediyor gündemi. 1000 adet bastırdığı gazetesi neredeyse tükenmek üzere, yeni gelişmeleri duyurmak için ek bir baskı yapmayı bile düşünüyor. Ali Rıza SÖKE, Barbaros Çocuk Evi’nden bir çocuğu da nüfusuna geçirmiş. Özgür Urla, Yarımada ve Demokrat Urla’nın suçladığı kaymakamı aklayan tek gazete Urlalılara “İnanmayın, yazılara inanmayın... Belgeler var.” diye seslenen Urla Postası. Tutuklananlar arasında yakınları bulunanlar da oyunu ‘raconu’na göre oynamayı öğrenmişler. İçlerinden biri, “Yarın, gazetenizde bakıcı anneler suçsuz diye manşet atarsanız, size önemli bir bilgi vereceğim.” diyor.
- Tecavüzcü pezevenk tohumları birer birer kefaletle birakilirlarken yazı ve şiir yazmaktan icerde tutlan aydinlara, sansur kurbanlarına kolay kolay böyle bir olanak tanınmıyor...
- Neden uygulanmiyormus; gazeteci Sinan Kara dün Urla Cezaevi'nden şartlı serbest bırakıldı.
- Birakıldı ama cezasının tamamını çektikten sonra.. Sinan KARA'nin çektigi ceza yanında bu çocuk tecavüzcülerine yapılan, "konuk ağırlamak" diye anılmalı!
- KARA'nın davaları Türkiye'deki basının tehdit altında olduğunun bir göstergesi. Özellikle de yerel basın kıskaç altında,"

**

- Bir RTUK belası var...
- Örnegin?!
- Küçük Özgürlük bile yok! RTÜK, daha önce Türkiye'de sinemada da gösterilen, festivallerde ödüller alan 'Küçük Özgürlük' adlı film nedeniyle Primemax ve Primemax 2'yi süresiz kapattı. Digitürk ise buna, 2 yeni kanalla karşılık verdi. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Digitürk üzerinden yayın yapan Primemax ve Primemax 2 kanallarını, yayımladıkları "Küçük Özgürlük" filminde 'bölücülük propagandası yapıldığı' gerekçesiyle süresiz kapattı. Digitürk ise bu kanalların yerine GoldMax ve GoldMax 2 adlı iki kanal koydu.
- 'Gülünç ve çağdışı'...
- Elbette!... 25 yıldır Almanya'da yaşayan filmin yönetmeni Yüksel Yavuz ise Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 'Eser İşletme Belgesi' alan, çeşitli festivallerde gösterilen ve Aralık 2003'te Türkiye'de vizyona giren film nedeniyle kanal kapatılmasını 'çok gülünç ve çağdışı' sözleriyle nitelendirdi. Yavuz, filmin konusunu ise şöyle özetledi: "Çocuk yaşta Almanya'ya gelen bir Kürt ile Afrikalı genç, 16 yaşında mahkemeye çıkarılıp ülkelerine gönderileceklerini bildikleri için illegal yolla yaşıyorlar. Kürt genci, bir zamanlar 'dağa çıkmış' bir akrabasının yanında kalıyor. Bu arada tanışıp çok sevdiği yaşlı adamın, anne ve babasının ölümünden sorumlu olan kendi köylüsü bir korucu olduğunu öğreniyor. Adamı öldürmek için sorguya çekerken bundan vazgeçiyor. "
- 'Yeni sansür anlayışı'
- Resmen!.. Filmin Türkiye dağıtımcısı Belge Film'in sahibi Sabahattin Çetin de, şöyle konuştu: "RTÜK, devletin gösterimine izin verdiği filmin televizyondaki yayını yasaklamakla kalmıyor. Filmi yayımlayan kanalı da süresiz kapatıyor. Bu yepyeni bir sansür anlayışı. RTÜK, AB yolundaki Türkiye'nin başına yeni dert açıyor. Bu olaya karşı yasal hakkımızı kullanacağız"

**

Volum -II-

**

- SANSURün EMPERYALiT cinsi ile SANSARLIGIN SiYONiT cinsi ARASINDA BIR BAGINTI VAR MI?
- Olmaz mı!.. Hem de enternasyonal boyutta!.. İzleyelim!..

**

- Yahudiler bu ikilem bakımından çok deneyimlidirler... İkinci Dünya Savaşının bitişiyle dünyayı saran Cold War, yani soğuk savaş yıllarında, dünya kamuoyu kobay gibi kullanılarak beyni yıkandı. Sansur, Sosyalist ülkelerin de bir bir yıkılmasıyla bir resmi ders niteliği aldı. Öyle ki, bugün biz Dresden`in nasıl yerle bir edildiğini bilemiyoruz; HITLER ve nice kimseler öldürülmüşken, bizler kaç kuşaktır bu yok yere öldürülen kurbanlara değil de cellatlara acıyoruz... Dünya çapında örgütlü olan soykırımcı katillere ağlayıp hallisunasyonal filmler üretiyoruz çünkü beynimiz mükemmel yıkanmış ve Yahudiler öldürüldü sanıyoruz... Kargaları güldüren bir tarihsel manipulasyon... Çünkü yahudi yalancılığı tradisyonal bir meslektir; ona sansur yok!... Sansur, eleştirel beyinlere uygulanan bir silah!... Milyonlarca Alman ve milyonlarca Avrupalı ve hatta adını anımsamakta güçlük çektiğimiz ülkelerden insanlar soykırıma uğratıldılar. Alliance denilen USA&AUSraelia vbg Siyon güçleri dünyayı yakıp yıktılar ama hemen tüm lise kitaplarında biz Yahudilere kıyıldı diye okuyoruz. Oysa ki, Çalışma Kamplarında bir çeşit korumada bulunan Yahudiler ve yağmacılıkta uzman olup da yükte hafif pahada ağır ne varsa talan eden Yahudiler, savaçlardan en az zararı gören yegane tilkimsi sürüdür. İkinci Dünya Savaşı öncesinde tüm Avrupa`da toplam 1.300.000 Yahudi vardı; WW II denen bu savaştan sonra yani 1945, ten sonra sayılarının 3.100.000 olduğu görülür. Avrupa`da hırsızlıktan arananlar kendini Israel denen işgal topraklarında güvencede bulurlar ve güttükleri Birleşmiş Uluslar Örgütü de 1948`de dünyanın ilk Yağmacılar Cenneti ZOG çetesine "devlet unvanı" verir. Burada yine sansur ve manipulasyonun gücüne dönersek; hani nerede 6.000.000 Yahudi gaz odalarında tavuk gibi tütsülenmişmiş de belmem ne? Kendimiz gittik gördük, o düzmece merkezlerde, yani Alman Çalışma Kamplarının hiçbirinde gaz odası yok, gerçekte öyle bir gaz olsa Alman onuı savaşta İngiliz Evangelist itine, Amerikan Siyon çakalına karşı kullanırdı... KAldı ki, Çalışma Kamplarına gönderilenler yalnızca asalak Yahudiler olmayıp işsiz Almanlardı, hatta sayısız ulustan olup da zamanın gereği savaş donanımı üreten kimselerdi, ustalardı, uzmanlardı... Yine sansur yoluyla boyanan rakamlara bakalım, üç milyon yalancı, geleneksel ve fanatik alışkanlık eğilim özelliğini sergileyerek, altı milyon Yahudi yaratık gazlandı, diyor... Papağanlar da yineliyor... Matematik bilmeyen bir geri zekalıyı düşünün ve dünyanın da geri zekalılar düzeyine düşürüldüğünü kavrayın artık, lütfen!
- İçinde bulnduğumuz Yüzyıl`da da aynı geleneksel yöntemler sürdürülüyor... Siyon emperyalizmi, şimi düne oranla çok daha modern donanımları ve beyin yıkama makinalarını tekelinde bulunduruyor...
- Örnekler misiniz?
- İzleyelim!.. Ortadoğu belgesel klipleriyle girelim... Çağdaş emperyalizmin saldırgan ve işgalci tutumu İslâm coğrafyasında kan akıtılmasına yol açmaya devam ediyor. Emperyalizm ve onun uzantıları her ne kadar kendilerini sevimli gösterebilmek için "demokrasi, özgürlük ve insan hakları" gibi kavramları propaganda malzemesi olarak kullansalar da onlar sürekli kanla beslendiklerinden, güç ve hâkimiyet sahibi oldukları yerlerde mutlaka kan akıtılacaktır. Onlar bir yandan kan akıtırken, yıkım ve tahribat yaparken, bir yandan da kendilerini haklı çıkarabilmek için başkalarını suçlu göstermeye çalışıyorlar. Bunun için son dönemde kullandıkları en önemli olgu ise "terör"dür. Oysa gerçek anlamda terörün iplerini ellerinde tutanlar ve amaçlarına ulaşmak için terörü araç olarak en çok kullananlar onlardır. Terörü kendi saldırganlıklarına ve hukuksuzluklarına gerekçe olarak gösterdiklerinden yerine göre başkalarının üzerine yükleyebilecekleri terör eylemleri gerçekleştirmekten de çekinmemektedirler. Çünkü onların önlerinde herhangi bir ahlâki engel ve kendilerini engelleyen bir prensip yoktur. Onlar makyavelist felsefeyi benimsemiş olduklarından amaçlarına ulaşmada mümkün olan her şeyi, her metodu ve aracı meşru görmektedirler.
Sürekli kanla beslenen emperyalizm canavarı, Aşura gününde, Hz. Hüseyin (r.a.)'in şehit edilmesinin yıldönümünü ihya programlarında Irak'ta ve Pakistan'da aynı gün içinde gerçekleştirdiği bombalamalarla büyük bir katliama sebep oldu. Irak'ın Kerbela ve Bağdat şehirlerinde gerçekleştirilen bombalamalarda en son açıklamalara göre 171 kişi hayatını kaybetti. Pakistan'daki bombalamalarda ölenlerle birlikte bu sayı 200'ü aştı. Olaylarda yüzlerce insan da yaralandı. Bombalamalar adeta "bu kadar insanı bir arada yakalamışken, fırsatı kaçırmayalım" anlayışıyla gerçekleştirilmişti. Yahudi yularlı USA emperyalizmi olaylardan hemen sonra medya gücünü kullanarak, kendini kamufle etme ve suçu yine "terörün ana odağı" olarak kabul ettirmeye çalıştığı el-Kaide'ye yüklemeye çalıştı. Bu amaçla Irak'taki adamlarından bazılarını da devreye soktu ve onların ağızlarıyla açıklamalar yaptırdı. Irak Geçici Yönetim Kurulu üyesi Muvaffak er-Ruba'i, Amerika'nın CNN televizyonuna yaptığı açıklamada el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak amacıyla bu patlamaları gerçekleştirdiğini ileri sürdü. Oysa el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak istediği iddiası tamamen tutarsız ve kendi içinde çelişkiliydi. Çünkü el-Kaide'nin Irak'ın içinde bir iç savaş çıkmasından herhangi bir kazancı olmayacaktı. İşgalci güçlere karşı savaş verdiği söylenen bir örgütün, işgal güçlerinin işine yarayacak ve onlara karşı savaşanları zayıf düşürecek bir iç savaş istediğini söylemek son derecede mantıksız ve tutarsızdı. Ama tabii onlar kendi ağızlarıyla ve mantıklarıyla değil efendilerinin ağızlarıyla konuşuyorlardı. Kafalarını da kendilerini bir yerlere yerleştiren efendilerine kiraya vermişlerdi. Dolayısıyla mantık ve akıl kurallarına göre değil efendilerinin kendilerine telkin ettiği şekilde düşünmeleri gerekiyordu. Olaylar üzerine gerek Şii gerekse Sünni cemaatin ileri gelenleri, yaptıkları açıklamalarda bu olaylardan istifade eden tarafın sadece ABD olduğunu vurguladı ve Müslümanlardan oyuna gelmemelerini, fitnenin içine sürüklenmemelerini istediler. Amerika'nın Irak'a yönelik stratejisi üzerinde araştırmalar yapan bazı uzman kişiler de bu olayların arkasında ABD'nin olması ihtimalinin yüksek olduğuna dikkat çektiler. Bu kişiler Amerikan işgal güçlerinin kendilerine karşı sürdürülen direniş karşısında başarılı olamadıklarını, dolayısıyla bu direnişi zayıflatabilmek için Iraklıları bir iç savaşın içine sürüklemek istediklerini vurguladılar. Çünkü işgal güçleri bu yolla kendilerine karşı savaşanları zayıf düşürebileceklerini ve böylece Irak üzerindeki askeri hakimiyetlerini sağlamlaştırabileceklerini umuyorlar. Böyle bir fitne için en kapsamlı potansiyelin ise Şii - Sünni ayrımı olduğunu düşünüyorlar. Çünkü bu iki unsurun nüfusa oranı birbirine yakındır. Dolayısıyla bir Şii - Sünni fitnesi çıkarılması durumunda ülke nüfusunun bir yarısı diğer yarısına karşı harekete geçirilmiş olacaktır.
- Aslında Amerikan emperyalizmi Irak halkı arasında bir Şii - Sünni fitnesi çıkarabilmek için bundan önce de birçok girişiminde bulundu. Bunların en başta geleni de Muhammed Bakır el-Hakim'i hedef alan suikast saldırısıydı. Hatırlanacağı üzere o saldırı da Şiilerin büyük bir camilerine yönelik olarak gerçekleştirilmiş ve başta Ayetullah Muhammed Bakır el-Hakim olmak üzere çok sayıda Şii Müslüman hayatını kaybetmişti. Bunun yanı sıra değişik zamanlarda gerek Şii, gerekse Sünni Müslümanların camilerini, ibadet veya normal toplanma yerlerini hedef alan bombalama eylemleri oldu. İşgalci güçleri bütün bu olayların arkasında "karşıt taraf" olarak gösterdikleri kitlenin elini aramaya çalıştılar. Ancak işgalcilerin "suçlu" olarak göstermeye çalıştıkları taraflar sürekli suçlamaları reddettikleri gibi bu tür eylemleri kesinlikle tasvip etmediklerini de vurguladılar. Bu arada fitnenin içine sürüklenmeleri istenen mağdur taraf da iddiaları gerçekçi ve makul bulmadılar; bilakis ortaya atılan senaryoların tamamen fitne amaçlı olduğunu hemen fark ettiler. Dolayısıyla şimdiye kadarki fitne oyunları hep başarısız kaldı. Bu son fitne oyununun da aynı şekilde başarısız kaldığını görüyoruz. Çünkü gerek Şii ve gerekse Sünni cemaatin ileri gelenlerinin yaptıkları açıklamalarda, bunun ABD'nin, Müslümanları fitnenin içine sürükleme amacı taşıyan haince bir komplosu olduğunu vurgulamaları ve tüm Müslümanları oyuna gelmemeleri için uyarmaları olumlu etkisini göstermiştir.
- Amerika'nın Irak'taki fitne çabaları siyonist işgalcilerin fitne çabalarına çok benzemektedir. Bu benzerlik de Aşura katliamlarının arkasında Amerikan emperyalizminin olduğu hakkında ipucu niteliği taşımaktadır. Hatta bazı yorumcular olayların arkasında İsrail istihbaratının olabileceğini de dile getirdiler. İsrail işgal devletinin ve uluslararası siyonizmin bu konuda geniş tecrübesinin olması sebebiyle ortak bir faaliyet içine girişmiş olmaları hiç de uzak bir ihtimal değildir. Lübnan'ı on yıl boyunca kana bulayan ve daha önce turistlerin gözdesi olan Beyrut'u adeta bir harabeye çeviren fitnenin ateşini alevlendirenler siyonistlerdi. Aynı siyonistler Filistin topraklarında da fitne ateşini alevlendirebilmek için birçok kez girişimde bulundular. Ancak buradaki direniş gruplarının özellikle de İslâmi hareketin oldukça hassas davranması, oynanan oyunlara dikkat etmesi işgalcilerin fitne çabalarının sonuç vermesinin engellenmesini sağladı.


**

- Birleşmiş Ulusların elindeki raporlar bile süzgeçten geçiriliyorlar...
- Ne süzgeci-filtresi; resmen sansur... DU raporuna sansür...
- Körfez Savaşı’nda Irak’a karşı kullanılan seyreltilmiş uranyum (DU) silahlarının halk sağlığı üzerindeki etkisini inceleyen bir rapor, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından hasıraltı edildi.
Tanınmış üç radyasyon bilimcisi tarafından hazırlanan raporda; Iraklı sivillerin, DU içeren tozları solumaları nedeniyle kansere yakalanabileceği belirtiliyordu. Ana raportör, DSÖ’ye danışmanlık yapan Dr. Keith Baverstock’tu. BM’ye bağlı bir kuruluş olan DSÖ, çalışmayı haber alarak harekete geçti ve yayınlanmasını önledi.
- Üç yıl önce hazırdı
- Evet!... Baverstock, DSÖ’nün raporu kasıtlı olarak sümenaltı ettiğini belirterek, “2001’de hazır olan rapor zamanında yayınlansaydı, ABD ve İngiltere’nin geçen yılki savaşta DU kullanımını kısıtlaması sağlanabilirdi” diye konuştu. İki saldırgan ülkenin geçen yılkı bombardımanında, tanklar ve uçaklar yüzbinlerce DU mermisi kullandı. İşgalin ardından, yüksek oranda radyasyon içeren bu mermilerin temizlenmesi için hiçbir çaba harcanmadı. BM Çevre Programı’na bağlı uzmanların, kirlilik düzeyini ölçmek için Irak’ta çalışmasına da izin verilmiyor.
Hücre yapısını tahrip ediyor. Dr. Baverstock, Sunday Herald gazetesine yaptığı açıklamada, “Çalışmamız, Irak’ta yaygın DU kullanımının sivil halka yönelik ciddi bir tehdit olduğunu gösteriyordu. DU’nun radyoaktivitesi ve kimyasal zehrinin, insan hücrelerine tahmin edilenden daha çok zarar verdiğine dair kanıtlar var” diye konuştu. Baverstock, geçtiğimiz mayıs ayında emekliye ayrılana dek, 11 yıl boyunca DSÖ’nün üst düzey radyasyon uzmanlığını yürütmüştü. Tanınmış bilimci, halen Finlandiya’daki Kuopio Üniversitesi’nde çalışıyor. DU’nun zararlarını belgeleyen raporu hazırlayan diğer isimler; Kanada McMaster Üniversitesi’nden Prof. Carmel Mothersill ve radyasyon danışmanı Dr. Mike Thorne.
- UAEA baskısı
- Geliyorum... Baverstock DSÖ’ye çalışırken, kuruluş, raporun yayınlanması için izin vermeyi reddetti. İngiliz araştırmacı, DSÖ’ye yönelik baskının UAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) eliyle gerçekleştiğini tahmin ediyor ve şöyle konuşuyor: “Çalışmamız DSÖ tarafından sansüre uğradı ve yayınlanamadı, çünkü ulaştığımız sonuçlar hoşlarına gitmemişti. Geçmiş deneyimler de gösteriyor ki yöneticiler, UAEA tarafından baskı altına alınmıştı.” Dünya Sağlık Örgütü ise, suçlamaları reddetti. Örgütün radyasyon ve çevre sağlığı koordinatörü Dr. Mike Repacholi, “UAEA’nın bu olaydaki rolü çok küçüktü. Raporun yayınlanmasına onay verilmedi, çünkü bazı bölümler yetersiz bulundu” dedi.
- Kanser tehlikesi varmış...
- Evet!.. Sunday Herald tarafından incelenen raporda şu satırlar dikkat çekici: “Irak’ın kuru iklimi nedeniyle, küçük DU parçacıkları, yıllar boyunca etrafa yayılıp siviller tarafından solunacak. Bu parçacıklar vücuda girdiğinde, radyasyon ve zehir, kötü huylu tümörlerin büyümesini tetikleyebilir. DU’nun yaydığı radyasyon; insan hücrelerine zarar verebilir ve bu da genetik sistemin istikrarını etkiler. Bu zararın; kanser ve diğer bazı hastalıklara yol açtığı tahmin ediliyor.” USA ve İngiliz güçleri, geçen yılki saldırıda, 1991 Körfez Savaşı’nda kullandıklarından çok daha fazla DU kullandılar. Bu nedenle, önümüzdeki onyıllar içinde Irak’ta onbinlerce insanın kansere yakalanacağı, sakat veya ölü doğumlar yapacağı belirtiliyor. Körfez Savaşı’nın ardından,
Irak’ta kanser oranlarında büyük bir artış yaşanmıştı.
- Türkiye oligarşisi ve hükümetteki AKP de katliamın sorumlularındandır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün sözleri sadece riyakarlığın belgesidir; “devletler suikast yapmaz, terörle böyle mücadele edilmez” diyerek sözde İsrail’i eleştiren AKP, İsrail’le işbirliğini her geçen gün pekiştiren bir iktidardır. Ve o iktidar, katliamcılık zihniyetinde İsrail’in gerisinde değildir; İsrail katliamlarını açıkça yaparken, AKP katledip, katlettiklerini sansür zoruyla gizleyendir. AKP, Big Brother USA ve USrael aynı kamptadır.

**

- Sansür aygıtının ve kullanıcı enstrumanların Ortadoğu`da özel bir yerleri ve çok özel amaçları var...
- Ne gibi?
- Sansur ve manipulasyon, işgal güçlerinin yan araçlarıdır... Açıktan açığa bombalama güdülmeyen alanlarda ikincil güçler devreye sokuluyor.. Sansur vbg destek uygulamalarıyla Ortadoğu İSRAİLLEŞTİRİLMEK İstenmektedir!..
- Katılıyorum'

**

- YASAK MANTIĞINA ÖZGÜRLÜK, ÖZGÜRLÜĞE YASAKLILIK, NE MENEM BİR MANTIKTIR? HANGİ ÇEŞİT SİSTEMLERDEN BESLENİR?
- Gösterime yeni giren bu klibi birlikte izleyelim mi?
- Buyrun yoldaşlar, izleyelim!

**

- Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin bir mahkeme kararına dayanmaksızın Almanya'da yayınlanan Vakit gazetesinin yayınlanmasını yasaklaması, Mo$$ad'in tavrini cagristiriyor. Mo$$ad, bilindiği gibi ZOGang denen militerize mafyanin "devlet gibi hareket eden tümörlesmis gizli polis teşkilatı"nın adı. Mo$$ad, siyonizmin güvenliginin polisidir ve sınırsız yetkilerle donatılmıştır. Kararlarını mahkemelerin onaylamasına gerek yoktur ve iş adalete intikal ettiği zaman Mo$$ad sorumlulari, kollaboratörleri, memurları, köekleri ve medyatik yalakalari asla sanik iskemlesine getirilemez; üstüne üstlük savci gecinen utanmaz yaratiklar da halkin adalet arayisi yerine emperyalizmin memuru olarak siyonizmin aklanmasina saglamaga yetkilidirler. Bakiniz USrael denilen kanlki sirk'e... Bastan asagi düzmece yargi... Emniyet polisi ve idare, daha üstün bir yargı makamına başvurmaksızın ilk sorguları yapar. Gercek Toplama kampları, Evangelist/Yahudi egemen devletlerin marifetidir; orada entellektueller issiz birakilir; izlenir; süründürülür en azindan... Tel Aviv yakınlarındaki "Filistinli sanik cocuklari Toplama Kampı"nı raslantisal olarak saptadigimizda uyarilmistik ve sinirdisi edildigimizde şoke olmuştuk. Burnuma gelen yanık yağ kokuları midemi alt üst etmişti. Iskence, USrael adalet bakanliginca serbest birakilali yillar oldu; dünyada hukuk otoritesi gecinen cevrelerden bir ossuruk kadar olsun tepki yansimadi; yansiyamaz... Hastaları kobay olarak kullanan ve ilâç deneyen doktorlar (!) Usrael'in kendi askersel makamlarınca da artık "non-secret-affairs" olarak yayinlanabiliyor... Pişkinligi görüyor musunuz?.. Zavallı Hitler'i öldürenler onun namına da sahte bir tarih yazdılar oysa ki gercek soykırımlar gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde işte işgal altindaki Afganistan, Balkan, Chechenia, Iraq, Lubnania, Filistin ve giderek Ortadogu'nun tamami bu ates cemberine sokulmak üzere... Kısa süre içinde de BOP falan diye adlanan bu ve benzeri pilot bölgelerde farklı düşünen kim varsa ya bir bicimde susturulacak ya da solugunu kimse fark etmeden elimine edilecek; ediliyor da... Sansur, bu anlatılan kanlı buzdağının ancak tepede görünen ufak ucudur... Ortadogu işgali, neo-Ortacag uygulamasinin deneme tahtasi oldu.. Hani Humanist uyanis; uygarliklar cagi?! Aydınlanmanın üç büyük parolası vardı: Hürriyet, eşitlik, adalet. Aydınlanmanın öncülerinden Fransız düşünürü Volter, düşünce hürriyetinin sınırlarını şu parola ile çizmişti: "Senin gibi düşünmüyorum, fakat düşüncelerini söylemen için sonuna kadar mücadele edeceğim." Batı, düşünce hürriyetini elde edene kadar büyük mücadele verdi, demokrasi ve insan haklarını elde etmek için birçok bedel ödedi. Şimdi "globalleşme" adı altında Amerika Başkanı W. Bush yeni bir süreç başlattı. Herkes nerdeyse Bush gibi düşünmek ve onun yaptıklarını desteklemek zorunda.
Bush'un İsrail siyaseti, sadece USrael military Mafia'sının çıkarlarını gözetiyor. Yahudi lobisinin etkisinde geliştirilen ve sürdürülen bu siyaset, bütün dünyada yoğun tepki görüyor, ama ABD'nin umurunda değil.
- Yahudi lobisi, "çok masum bir vakayı" sonuna kadar istismar ediyor.
- En eski meslek gibi geleneksel uzmanlık konularından biridir... Yahudi fanatizmine eleştirel karşıtlık anlamına gelen "antisemitizm" her zaman insanlık suçu olarak kabul ediliyor. Yahudi karşıtlığı ile İsrail'in şiddet politikaları örtülüyor. Birleşmiş Uluslar Örgütü kararlarını hiçe sayan ve Filistin'de kan döken İsrail eleştirildiği zaman, hemen adamın alnına "antisemitist" damgası vuruluveriyor. Bütün dünyada "antisemitist" damgasıyla ürkütülemeyecek tek bir cephe varsa o da biziz ve Müslüman ülkelerdir. Tarih boyunca İslâm devletlerinde Yahudiler, oligarşik düzende en çok kayırılan orospu sürülerinin başında gelmişler; dünyayı babalarının prezervatifi gibi arsızca kullanırken hiç ellenmeden yaşamışlar, kendi din ve faşist geleneklerini korumuşlardır. Bu manyakça sessiz kalınma semptomunu, hiçbir zaman Hıristiyan ülkelerde bulamamışlardır. Çünkü Hıristiyanlık öğretisi içinde açık bir biçimde, kendi mediatic güçlerinin de ağırlığı vardır; müslümanların ve sosyalistlerin medi güğcü varsa da kredi muslukları ve yönetim mekanizması genelde siyonist sızıntıların elindedir. yani, bir önemli neden, Beyin Yıkama Prosedürü, ne solda ne de müslümanlık dininde ciddiye alınmamıştır; ymuşak karın kısmı açıkta kalmış, traih boyunca da bu noktadan yaralanmıştır. Gerçek Hristiyanlık ise çok yerde kendi mediatic gücünü kurma başarısıyla böyle bir yara almaktan kurtulmuştur; ikinci bir başarı nedeni ise dinsel yaralarının uyarıcı etkisidir; çok net: "Hz. İsa, Yahudiler tarafından çarmıha gerilmiştir." İslâm literatüründe Yahudi düşmanlığı kavramı yoktur. İslâm adaleti emreder. Müslümanlar, dinleri icabı adaletle hükmederler. Yine Müslümanlar dinleri icabı haksızlığa ve zulme karşı çıkarlar. Bugün Müslümanların İsrail devletinin yaptığı zulümlere tepki göstermelerinin sebebi "antisemitizm" değildir, İsrail'in yaptığı haksızlıklar ve zulümdür. Vakit'in ve Türk halkının tepkileri de zulüm ve haksızlıklaradır. İsrail ve emperyalizm endeksli Bush politikaları, sadece Türkiye'de tepki görmemekte, bütün dünyada benzeri tepkilerle karşılaşmaktadır. Almanların % 77'si, Fransızların % 75'i, İngilizlerin % 64'ü Bush'un yeniden seçilmesini olumlu karşılamamışlardır. Dr. Philipp Jennier, Federal Parlamento Başkanı idi. 1988 yılında Nazi Almanyası'ndaki Yahudi karşıtlığının anıldığı bir oturumda, "Bu kadar aleyhinde konuşuluyor, neticede Hitler bir Alman'dı" dediği için Yahudi lobisinin şiddetli baskısına maruz kaldı ve 24 saat içinde görevini bıraktı. Bir daha da Meclis'e giremedi. Almanca ve tarih öğretmeni arkadaşım Holzman'a: "Ne oluyor? Yahudi subaylarin cogunlukla babalari Alman pasaportlu eski kriminaller değil mi?" dedim. "Adam haklı, ama diplomaside böyle konuşmamalıydı" dedi. Bir başka Alman arkadaşım, HITLER dönemine ilişkin yalanlar yakıştırmalar ve devasa beyin yikama öylesine başaraılı olmuştur ki, bu soğuk savaş yenilgimiz yüzünden bugün hiçbir Alman, Yahudiligin gerçek yüzü konusunda düşündüklerini söyleyemez, demişti. Amerika ve Avrupa'da Yahudi lobisi kendisi "antisemitik terör rüzgârı" estiriyor. Bu rüzgâr, kimi zaman Mo$$ad'in Israil'deki iskencehanelerde süren uygulamalarını cağristiran haksızlıklara yol açıyor. Aylardır Almanya'da yayınını durdurmuş olan bir gazeteyi, Vakit'i ve daha baska bircok Marxist yayinlari, Federal İçişleri Bakanı'nın mahkeme kararı olmaksızın emirle kapatması, bana Mo$$ad köpekliginin ulastigi boyutlari belgeliyor. Size de ürpertici gelmiyor mu?..
- Hayır, hayır! Ortada sıradan bir sansur yok. Asıl ortada sahnelenen, Yeni siyonizmen, DDR denen Doğu Alman Sosyalizmini çökerttikten sonra Müslümanları hedefledigi bir oyun var. Bu kez oyunun etiketi de "Anti-İslamizm"dir. Anti-İslamizm ABD-Avrupa ittifakının yeni ürünüdür. Bu ittifak İslam'a ve Müslümanlara karşı küresel ölçekte "ötekileştirme" ve "şeytanlaştırma" operasyonu başlatmıştır. Alman bakanın asıl yasaklaması gereken, Anti-İslamizm olmalıdır. Bunu yapmak yerine Siyonist saldırganlığı eleştiren yayınlar susturuluyorsa, bu İslam fobisinin Alman yöneticilerin basiretini bağladığını gösterir
- Demokrasi; çok kültürlülük, farklı düşünceleri barış içinde birlikte yaşatma, farklı düşüncelere saygı rejimidir. Basın özgürlügü olmaksızın demokrasi düşünülemez. Polis raporlarına dayanarak, bağımsız yargıya ihtiyaç duymaksızın gazete kapatmak, demokrasi ile bağdaşmaz. Otto Schily'nin yasak kararı, bu ibnenin gercek babasi olan Ariel SHARON uygulamalarini cagristirmaktadir.
- Insan olan kimse, her zaman ve her yerde hukuku, adaleti, özgürlügü, insanlığı savunmalidir!..
- Öyle!.. Her türlü hukuksuzluğa, haksızlığa, zulme karşı koyacağız. Otto Schily, kararını sabuunlayip uyusturucudan kendine ne girdigini animsayamayan dumura ugramis kizlarinin uygun yerlerine tikamalidir!
- Domuzdan türeyen domuz oluyor!.. Narkoman Jenna BUSH ile kizkardesi de Siyonist Otto'nun kizlari durumunda..
- Onlara gelince, uyusturucu saglanmasina hicbir engel hicbir sansur uygulanmasi bile düşünülemiyor...

**

- Yalnızca gazeteler, tv'ler mi? Kitaplar da aynı cendereden geçiyor...
- Ne yazık ki, sistem aynı sistem oldukça...
- Mein Kampf!.. Şu sıralar gazetelerde bu kitabın yasaklanacağına ilişkin haberler çıkıyor. Kitabın Türkiye'de ilk basımının üzerinden tam 66 yıl geçmesinden ve bu yıllar zarfında, söylendiğine göre kitabın 45 farklı çevirisinin 11 farklı yayınevince 100'den fazla baskı yapmasından ve bu baskıların 100 binlerce satmasından sonra… Evet, bütün bunlardan sonra, bu kitabın satışının yasaklanacağına ilişkin haberler yayınlanıyor..
- Kitapla ilgili haberlere bakılırsa Kavgam'ın, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde yayınlanması yasakmış. Bunun nedeni olarak kitabın, Adolf Hitler'in anılarını aktarmakla kalmayıp temel görüşlerini de içermesi gösteriliyor. Yani kitap Yahudi düşmanlığı (antisemitizm) propagandasını tetikliyormuş!.. Bizim ülkemiz yasaklara alışkın. Ben yıllar önce Millî Kütüphane'de, başka birçok kitabın yanında Büyük Doğu dergileriyle, 12. yüzyıl İslâm düşünürlerinden İmam Gazali'nin kitabının bile yasaklanmış olduğunu görmüş birisi sıfatıyla, artık kanıksadım. Bu kitap da yasaklanırsa ne yadırgarım, ne şaşarım.. Bir kez ilke ihlal edildikten sonra, bir eksik, bir fazla.. çok bir şey ifade etmiyor.. yadırgadığım bu değil.. yadırgadığım, Türkiye'nin, kendisiyle ilgili bazı filmlerin veya kitapların yasaklanması için bu ülkelere başvurduğunda, onların, ülkelerinde özgürlük bulunduğu def'isiyle Türkiye'nin talebini reddetmeleri keyfiyetidir. Türkiye özgürlük yönünden aman aman bir yer olmayabilir, ama demek ki neye öykünürsen ayibina da bulanirsin camuruna da... Sansur konusund Western Kapitalizmi ikiyüzlüdür; ona özene oligarsimiz, daha namuslu olacak degil ya!..
- Peki, Mein Kampf neden yasak? Neden o Nobel alan propaganda ve beyin yikama pacavralari yasaklanmasi düsünülemez de, bir tek kitaba saldirilir? Hele de bugünlerde, neredeyse bir asir gecmis yayini üzerinden.. Yeter artik!
- "Kavgam (Hitler'in), Almanya'ya karşı gerçekleştirilen komployla ve kendince bu komplonun sorumlusu olan Yahudilerle hesaplaştığı kitaptır." Bugünlerde yeniden bu kitaba saldiriliyor, cünkü Yahudiler, Yeni Dünya Düzeni(Jew World Order)'nin yularını ellerinde aldılar ve tam da bugünlerde insanlığa kinlerini kusmak icin en büyük avantajlı bir evre geçiriyorlar...

**

- Isparta'da barbarlık... Kaymakamın talimatı: Yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı azınlık ırkçısının kütüphane ve kitaplıklardaki kitapları ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim
- Izleyelim!
- Isparta'nın Sütçüler İlçesi Kaymakamı Mustafa ALTINPINAR'ın, Ermeni soykırımı konusunda gerçeği söyleme cüreti gösterdiği için kızdığı yazar Orhan Pamuk'un kütüphane ve kitaplıklardaki kitaplarının toplatılarak imha edilmesi için talimat verdiği ortaya çıktı. Isparta Valiliği, talimatı, gazetecilerce açığa çıkarılması üzerine iptal etti.
Sütçüler'in ırkçı-faşist kaymakamı ALTINHIYAR, Özel Kalem Müdürlüğü'nden 15 Şubat tarihinde ilçedeki kamu kurum ve kuruluşlarına bir yazı gönderilerek kütüphane ve kitaplıklardaki PAMUK'a ait kitapların toplatılması istendi. Kaymakam Altınpınar imzalı yazıda şöyle denildi: "Son günlerde kamuoyunda tartışılan ve yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı yazar, yurtdışında verdiği beyanatlarda onurunu her şeyin üzerinde tutan Türk milletini rencide edici asılsız iftiralarda bulunmaktadır. Bu itibarla, tüm kamu kurum ve kuruluşlarımız kütüphanelerini ve kitaplıklarını tarayacak ve adı geçen şahsa ait kitaplar, ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim." Altınpınar, "Bu emri, Pamuk'un Ermeni soykırımına yönelik açıklamalarına tepki amacıyla verdim" dedi. Öte yandan, Altınpınar'ın yakın çevresine, İçişleri Bakanlığı'ndan gelen genelge doğrultusunda bu yazıyı yazdığını söylediği iddia edildi. İlk önce "Talimattan haberimiz yok" diye açıklama yapan Isparta Valisi İsa PARLAK, olayın dün akşam saatlerinde ortaya çıkmasının ardından Altınpınar'ın talimatınının iptal edildiğini duyurdu. Vali Parlak, "Altınpınar yetkisini yanlış kullanmış. Bu yanlış emirdir. Emir iptal edildi" şeklinde konuştu.
- Ne demişti?
- Orhan Pamuk, İsviçre'de yayımlanan Tagesanzeiger gazetesinin 'Das Magazin' ilavesine geçen şubat ayı başında verdiği demeçte, "Kimse söylemediği için söylüyorum. Türkiye'de 30 bin Kürt öldürüldü, bir milyon da Ermeni" demişti. - Gerçekte en az ikibuçuk milyon sivil ermeni hunharca öldürülmüştür...
- Belki de karşı çıkanlardan bazıları, bu rakam yanlışı düzeltilsin diye tepki gösteriyorlar...
- Belk!..
- Bu demece Türkiye'deki farklı çevrelerden gelen sert tepkiler üzerine ise PAMUK, "Tahümmülsüzlüğün geçmişte ne büyük acılara yol açtığını anlatmaya çalıştım" diye açıklama yapmıştı.
- Sütçüler ve Urla kaymakamı tipi beyinlere göre; doğruyu araştıran, ezilip horlananları korumaya kalkışanlar, sürüden farklı düşünenler birer vatan hainidirler, susturlup, kökleri kazınmalıdır. Nazım Hikmetler,Kemal Tahirler, Yalçın KÜÇÜK'ler, Sabahattin Aliler, Fikret BAŞKAYA'lar, İsmail Beşikçiler, Aziz Nesin'ler, Yaşar Kemal'ler, Orhan Pamuk'lar derhal susturulup, tüm kitapları büyük bir meydanda, resmi bir törenle yakılmalı; Türkiye, açıktan açığa USrael satellitine çevrilmelkidir?! Türkiye'nin Sütçüler kaymakamı kafasından kurtulabilmesi, AB üyesi olabilmesinden daha önemlidir. Zaten Sütçüler kaymakamı kafasının egemen olduğu bir ülke sonsuza dek bir Ortaçağ ülkesi olarak kalmağa tutsaktır!
- Üniversite yıllarında hukuk ve kamu yönetimi vbg okuyan çok arkadasim oldu, içlerinden en statikocu, hümanizmden ve empatiden uzak olanlari hep kaymakam olacagim hevesindeydiler, simdi görüyorum ki basarmislar. Yapmaya çalistiklari devleti vatanin en ucra köselerinde yasatmak, zenginlestirmek degil; rezil etmek, resmi ideolojiyi ortacag seviyesine indirmek. Üzüldüm çok üzüldüm. Pamuk'un söyledikleri kişisel görüşleridir; Pamuk bu ülkeyi baglamaz ama ALTUNPINAR ya da Piç MAİLOĞLU'nun işgal ettikleri koltuklar, devlet malıdır; T.C damgası var kıçlarında; ülkeyi baglar.
- Diyelim kitapları yaktınız, Orhan Pamuk'u ne yapacaksınız?
- Öyle!.. Söyledikleri hoşunuza gitmeyen birini 'susturmak' için yaptıklarını yok etmeniz yetmeyebilir. Eh, onun da çaresi var diyebilirsiniz ama... Neyse ki dünyanın kaderini engizisyon mahkemeleriyle giyotinler belirlemiyor artık. Bir kaymakamın 'maksadını aştığı yerde', amiri olan Vali 'Yetkisini doğru kullanılmamış, talimatı iptal edildi' diyebiliyor... Neyse ki...
- Kaymakam önce ilçesine kitap getirtsin, kütüphane düzenlesin! O namusssuz cahil, o koltukta bir açıdan da bunu için aylık alıyor; kamuoyunun kültürel zenginleşmesi için.. Fakat kendi beyni örümcekli; yine de bu halkın ekmeğinden çalarak yaşıyor bu çakal...
- Ortadoğu, bu çakallılara alışkın!.. Biz bu ayıpları gecmişte yaşadık. Türkiye'de kitapların yakıldığı, yasak konulduğu dönemler oldu.
- Bir aydın sorumluluğu olarak bu yazarş PAMUK, bir soykırım gerçeğini açığa vurdu ve barbarlar kudurdu; peşinden 'Susturun şu haini' yollu kampanyalar başlatıldı. Bir yazarı eleştirmek başka, susturmaya veya kitaplarını yakmaya kalkışmak başka... Eleştirmek demokratik bir haktır, kitap yakmak faşizmin ta kendisidir.
- Urla-Sütçüler vbg kaymakamlıklarını işgal eden bu ikiayaklı köpek ruhlu çeşniden yaratıkların davranışları gösteriyor ki Türkiye'de henüz bir fikir özgürlüğü bilinci yerleşmemiş. Bir insan fikrini tartışamıyorsa, karşı bir argümanı yoksa kızdığı kişinin eserleriyle uğraşmaya başlıyor. Türkiye'de uğraşma da nedense imha etme, yok etme gibi garip yöntemlerle cereyan ediyor. Urla'da yerel gazetelerin, Sütçüler'de romanların resmen yasaklanması davranışı da tipik ve korkunç örneklerdir.

**

Volum -III-

**

- Müzikte sansur uygulamalarına ilişkin belgesel var mı?
- Var!.. Örneğin, Grup Yorum'un başına gelenleri biliyor musun?
- Bilmiyorum... İzleyelim!
- Sansurle sansarlık arasında bir ilişki var mı diye Sordum Ali Paccı'ya!
- Ali Paccı kimdir?
- Çoğu kimse onu bilmez.. Ama Bağcılar'daki hakim ve savcılar çok iyi bilirler.
O bir avukat.. Ali İhsan Karahasanoğlu ile birlikte Vakit'in avukatı. Bizim yazdıklarımızın mahkemede hesabını o veriyor. Bir tek günde, tek bir mahkemede 40 ayrı davadan duruşmaya çıktı.. Guiness Rekorlar Kitabı'na girmesi gereken biri.. Son beş yılın hakkımızda açılan dava dosyasını istedim.. Yüzlerce dosyayı indirip bakması gerekiyormuş. Beşyüzden fazla dava açılmış hakkımızda..
Geçen gün Grup Yorum'un, 20. Yıl dayanışma konseri vardı. Oraya gittim.. Konser aralarında Grub Yorum'un başına gelenler aktarılıyordu, bu 20 yılda. Burası Türkiye. MS 2000'ler.. Biliyorum, bizim Karaoğlu, Goncagül ya da tiyatrocularımızın başına da az şey gelmedi.. Star olmuş, raiting yapan, birtakım sahte sanatçılar 10 bin dolardan aşağı ağızlarını açmazken, bir halkın acısını estetize eden bu insanlar, ucuz otellerde karın tokluğuna adım adım Anadolu'yu dolaşmışlar.. Ötekilerin durumu da aynı, ama ben elde hazır bir dökümü varken, bir örnek olsun diye Grub Yorum'un başına gelenleri, özet olarak ilginize, bilginize sunmak istiyorum.. Yıl 1988 Halepçe Katliamı'nı protesto etmek için düzenlenen gecede Kürtçe bir türkü söyleyen Grup Yorum gözaltına alındı. 12 Eylül sonrası demokratik bir etkinlikte ilk kez Kürtçe türkü söylenmesi üzerine yaşanan bu gözaltı sonrası grup üyelerine savcı sordu: Hanginiz Kürt? Grup üyelerinden, Tunceli doğumlu Metin Kahraman tutuklandı. Bir ay tutukluluktan sonra tahliye edildi.
9 Temmuz 1989... Mersin Likat-İş tarafından düzenlenen konser, başlamasına bir saat kala yasaklandı. Konser için gelen izleyicilerle birlikte türküler söyleyerek yasaklamayı protesto eden Yorumcular, dövülerek gözaltına alındı ve ardından tutuklanarak Mersin Cezaevi'ne konuldu. Dokuz Grup Yorum elemanının tutukluluğu iki ay sürdü.
24 Haziran 1990; İzmit'te gerçekleşen konserde polis, Hilmi Yarayıcı ve Elif Sumru Göker dışındaki Yorumcular'ın sahneye çıkmasını engelledi. Yorum bu konserini iki kişiyle verdi.
Ekim 1990; Konya'da iki ortaokul öğrencisi, Grup Yorum dinledikleri için gözaltına alınarak DGM'ye çıkarıldı.
Kasım 1990; Grup Yorum elemanlarının neredeyse tamamına pasaport yasağı konuldu.
9 Ağustos 1991; Üsküdar'da "Katibim Festivali" kapsamında verilen konserin yarısında, üç bine yakın dinleyiciyi polis dağıttı.
Ağustos 1991; İstanbul DGM, "Gelki Şafaklar Tutuşsun" isimli albüme bölücülük yapıldığı gerekçesiyle dava açtı.
19 Ocak 1992; Konya SHP Gençlik Komisyonu'nun organize ettiği Grup Yorum konseri, genel merkezin isteği üzerine emniyet tarafından yasaklandı.
15 Mart 1992; Denizli'de yapılan konser sonunda "İzinsiz Para Toplama Kanunu'na Muhalefet"ten soruşturma açıldı. Grup Yorum elemanları Elif Sumru Gürel ve Kemal Sahir Gürel, yirmişer ay hapis ve para cezası aldı.
25 Nisan 1992; Trabzon Özgür-Der'in düzenlediği ve 3000 kişinin izlediği konser sonunda bir grup taşlarla ve sopalarla saldırıya geçti. Olay süresince polis gelmedi. Yorumcular ve dinleyicileri, sekiz saat sonra salondan çıkabildi.
9 Haziran 1992; Eskişehir'de düzenlenen "Sevgi ve Dostluk Gecesi" sonrasında, Grup Yorum için gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı. Yorumcular, duruşmaya kadar teslim olmadı.
4 Temmuz 1993; Yorum elemanları, Gemlik konseri sonrası jandarma ve polis tarafından ayrı ayrı gözaltına alındı. Grup'la birlikte sahneye çıkan Yusuf Karadaş, üyesi olduğu Özgürlük Türküsü'nün konser fotoğraflarını taşıdığı için gözaltına alındı ve tutuklandı. Bu tutukluluk iki ay sürdü.
2 Eylül 1993; Kıbrıs'ta Lefke Spor Kulübü'nün düzenlediği konser, amfi tiyatronun dayanıksızlığı bahane edilerek yasaklandı. Daha sonra Sumru, Nuray ve İrşad gözaltına alınarak sınırdışı edildi. Grup üyelerine ömür boyu Kıbrıs'a giriş yasağı kondu. Mersin'de bir gün gözaltında kaldılar. Yaklaşık 1500 Yorum dinleyicisi, bu keyfi uygulamayı protesto etti. Konser öncesi de Taner Tanrıverdi, hakkında çıkış yasağı olduğu gerekçesiyle havaalanında gözaltına alınıp tutuklandı.
Ekim 1993; Bursa-Orhangazi'de yayın yapan 105.2 FM'de çalışan bir DJ, radyoda Grup'un şarkılarını çaldığı için işinden atıldı.
Ocak 1994; Kemal ve Sumru'ya, İzmir DGM'nin 1992 Denizli Konseri nedeniyle verdiği 20 ay hapis cezası kesinleşti. Sumru, Avrupa Turnesi nedeniyle yurtdışında olduğu için Türkiye'ye dönmedi, Kemal, 5 Ocak'ta Edirne'de gözaltına alındı, 15 Ocak'ta tutuklandı ve 1.5 yıl tutuklu kaldı.
Nisan 1994; Almanya'da düzenlenen bir şenlik, programda Grup Yorum olduğu g


    22nd May 2005 - 11:25:12 AM    
13689 : BOMB TURKEY
Bomb Turkey! Wipe out all those spamming dickholes and their stupid fucking wooden shoes or whatever the fuck those cunts wear! BOMB TURKEY!


    22nd May 2005 - 11:45:46 AM    
13690 : BURN THE GAY BASTARDS
Vakit, Mein Kampf'daki "Zionist Imperialism" tehlikesine çok haklı analizler getiren belgesel özü kavrama vaktidir; çünkü, "Zionist Military Financial Hegemony" yeniden ve bu kez tüm dünya insanlığını tehdit eden devasa boyutlarda en mediatk destekli/en utanmaz yalancı/en organize kriminal kaniçici/en modernize barbar/ en ahlaksız aşamasındaki güncel tehlikedir; işte, bunun için de (içinde Vakit gazetesi de bulunan) bir dizi media üzerinde "performe censor"/geliştirilmiş sansur uygulanmaktadır

**

FREEDOM in INDEPENDENT BRAINS///CENSOR; most ridiculous and well-performed manipulative industry of judaized imperialism

**

Turkish language version


**

Volum -I-

**

ÖZGÜR DÜŞÜNCEYE SAYGI DUYAN HERKES, SAYGISIZ SİYONİSTLERİN KISKACINDALAR...

**


- Siyonist lobinin etkisinde kalan Almanya İçişleri Bakanı; yayınına ara verilen Vakit'in Almanya baskısını ek bir fermanla yasakladı!.. Hem de, hiçbir "yargı kararı" olmadan!
- Iran`a-Suriye`ye, Türkmeneli Kerkük'e karsi havladıkları günlerde!
- Aynısıyla öyle!... Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily; Vakit'in, 2005 kışında iki aydan fazla süreyle Almanya'da engellendiğinden bile habersiz rolü oynadığını sergileyen komik ve bir o kadar da düşündürücü bir karara imza attı...
- Gerekçesi ne bu utanmaz kartaloş ibnenin?
- Alman kimliğini suistimal eden bu Evangelian Yahudi tohumu sahte Alman, "Siyonist terör" ve "Batılı toplumsal düzen"e karşı çıkan yayınlardan dolayı, Vakit'in Almanya baskısının durdurulduğunu açıkladı. Gerçek babası Human Butcher Ariel SHARON nasıl yapıyorsa aynısını yinelemiş oldu...
- Oysa Vakit, 20 Aralık 2004'ten bu yana Almanya'daki yayınına ara vermiş bulunuyor!
- Doğru! Bu bir extra saçmalıktır... Alman Bakan'ın, "2 ay 5 gündür yayın yapmayan" bir gazete hakkında, "İsrail aleyhtarı yayınların arttığını iddia etmesi de, hem gerçeklerden uzak, hem de komik bulundu... Bakan'ın esrik açıklaması, Batı ülkelerinin "fikir ve düşünce özgürlüğü" konusunda ne kadar samimi olduğunu da ortaya koydu.
- Suçlarını itiraf ediyorlar: Suçu kabul ettiremedik! Alman İçişleri Bakanı Otto, Vakit'i Almanya'da yasaklamış! Sebebi de, "gittikçe artan İsrail karşıtı, siyonist aleyhtarı makaleler" imiş! Zırt pırt Türkiye'ye gelip, "Basın özgürlügü niçin yok", "Homosexual sapıklara niçin daha fazla yetki verilmiyor?", "Anti-siyonistlerin hepsini neden Israel yöntemleriyle elimine etmiyorsunuz?" diye hesap sormaya kalkışanların ellerine, biz su bile dökemezmişiz de haberimiz yokmuş! Öyle bir yasakçılık ki; suç olduğunu ileri sürdükleri yazılar için dava açma yerine, toptan gazetenin yayınlanmasına yasak getirmişler!
- Yani, resmen sansür!
- Kokusundan anlaşılmaz mı bok!... Türkiye'de bir yazara ceza vermek için, önce yayınlanan yazı sebebiyle dava açılır, yazar mahkûm olursa ceza kesinleşir. (Ama bu durumlarda da gazetenin kapatılmasına artık karar verilemiyor. 2004 yılında kabul edilen AB'a uyum yasası çerçevesinde, artık gazete kapatmak Türkiye'de bile yasak!) Ama Almanya'da, gazetenin toptan kapatılması mümkün imiş! Üstelik, öyle mahkeme kararına falan da gerek yokmuş!.. Dünyadan haberi olmayan bir İçişleri Bakanı, önüne konulan bir kararı imzalayınca, gazete de kapanıveriyormuş orada! Gazete yayınına ara vermiş, vermemiş hiç önemli değilmiş!
- Allah bilir, adamın gazeteyi hayatında görmüşlüğü bile yoktur!
- Yok! Jerusalem Post`a abone olan bu ibne, özgürlüğün sesi olan yayınlar eline geçse de batar, bir yerini acıtır...
- Öyle ya, eğer gerçekten uyuşturucu dozunu kaçırmadıysa ya da sansurden daha önceden bilgisi yoksa kıçına ne girip çıktığını da bilmeyen bir bunaklık evresine girmiş demektir...
- Varsayalım ki habersizdir... Vakit'in 2.5 aydır Almanya'da yayınlanmadığından habersiz, ezbere yasaklama kararı verdiğine göre, gazeteyi görmemiş olması da gayet normaldir! Yeter ki, siyonist lobi istesin!
- Ama ne yaparlarsa yapsınlar, ördükleri tuzaklar, bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da hep kendi ayaklarına dolaşacaktır. Bakın, Almanya Büyükelçiliği, konuyla ilgili olarak dün yayınladığı basın bülteninde hangi bilgilere yer vermiş? " .. Makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır. (..) Yayınlanan çok sayıda makaleden anlaşıldığı üzere bu yayınlar münferit olmayıp, aksine sistematik olarak kışkırtma amacı taşımakta olup, bunlara kesinlikle göz yumulmamalıdır!" Bunlar sayın İçişleri Bakanı'nın sözleri!
- Böyle tasmasız bakan birgün bir takan çıkmayacak mı?
- Umarım!.. Demek ki, önüne konulan kararı okumadan imzalayan bakanlar, sadece Türkiye'ye özgü değilmiş! Almanya'da da bu tür "bakan"lar varmış! Sadece bakıp dururlarmış önlerine gelen kâğıtlara. Öyle olmasa, 2 ay önce Almanya baskısını durduran bir gazetenin, İsrail aleyhtarı olduğu söylenen makaleleri için "hissedilir derecede artırmışlardır" ifadesi nasıl kullanılır ki? Diyeceksiniz, "Belki de, yayına son verilmeden önceki tarihlerde İsrail aleyhtarı makalelerin arttığı kastediliyordur"... "Özrün kabahatinden büyük" diye bir söz vardır. Aynen öyle.. 2 ay önce ara verilen yayın için, Alman bakan daha yeni uyanıyor, "Burda gazetenin kapatılmasını gerektiren çok büyük bir suç var" diyor! Ne diyelim, Otto'ya bir mesaj yollayalım; "Uyan bakan bey, uyan! O makalelerin en sonuncusu bile 2 ay 5 gün önce yayınlandı! 2 aydır neredeydin?" Alman Büyükelçiliği'nin yayınladığı basın bülteni, siyonist lobinin tezgâhının perde arkasını net olarak gözler önüne seriyor aslında! Şöyle deniyor Alman Büyükelçiliği basın bülteninde: "Savcılığın geçtiğimiz yıllardaki çok sayıda tahkikatına rağmen şirket sahibi ve yöneticisi hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş, hatta kışkırtıcı makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır!" Keskinliğin derecesini nasıl tesbit etmişler, bunun için ellerinde bir ölçü aleti var mı bilemiyorum. Ama "Hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" olmak, dünyanın neresinde suçtur sayın Otto? Elinize yasaklama kararı koyanlar, anlaşılan sizi "suçu kabul ettirme" ile görevlendirmişler; siz de bu görevinizi yapamayınca, bu sefer yasaklama kararı önünüze konulmuş, siz de ne söylediğinizi bile düşünmeden, "hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" diye sitemde bulunmuşsunuz Vakit yöneticileri için! Ne yapalım; sizin arzunuzu burdan biz ilgililere duyuralım, bundan sonra siz ne isterseniz, hemen o suçu kabul ederler! Ne isterseniz! Roma'yı yakma suçu mu dersiniz, Hitler'i iktidara getirme mi dersiniz, nükleer silah icadı mı dersiniz, hepsini siz isteyin, Vakit sorumluları kabul etsinler! Yeter ki, siyonist lobinin isteği olsun!
Kim haklı isbat için çok önemli bir kıstas var; soralım Otto'ya, "Bu kadar suçladığın gazete hakkında, elinde kesinleşmiş tek bir mahkeme kararı var mı?" Yok! O zaman biz söyleyelim; Almanya'da basın özgürlügü yok!
- Yok mu bu utanmazlığın bir temsilcisi; soralım!?
- Var!.. Büyükelçi, örnegin...
- Sordun mu; ne oldu?
- Renkten renge girdi; kıpkırmızı oldu..
- Ìzleyelim!
- Federal Almanya'nın Ankara Büyükelçisi homosexual Wolf-Rudhard Born, Vakit'in Almanya yayınlarını durdurması için ortada bir mahkeme kararı olmadığını animsatan bir gazeteciye, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" dedi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı makamında ziyareti sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan ibne Born, Almanya ceza yasasına göre Yahudi karşıtı yayınların suç olduğunu savundu. Almanya'da çok sağlam (yalansa anasini essekler siksin) bir demokrasi olduğunu ileri süren ibne Born, "Ortada İçişleri Bakanlığı'nın verdiği bir karar bulunuyor. Yahudi karşıtı yazılar ceza kanunumuzda yasaklanmıştır. Kanunlara göre hareket ediyoruz. Vakit, kanunlarımızda yer alan yaptırımların aksi yönünde hareket etti. Bizde bu kararı aldık" dedi. Muhabirlerin sorularından sıkılan ibne Wolf-Rudhard Born, "Vakit gazetesinin son altı gündür yayınlarından rahatsızız" dedi. Otto SSCHILY gibi bir yalama götveren olan Born, muhabirlere, "Vakit, Almanya'da yedi yıldır yayın yapıyor. Bu ve benzer yasakli gazeteler hakkında herhangi bir mahkeme kararı var mı?" şeklindeki sorusuna, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" şeklinde konuştu. Almanya'da, Türkiye aleyhine siyonist emperyalist yayın yapan birçok amerikanci Yahudi propaganda yayınlarina müdahale edilmediğini hatırlattığımız Büyükelçi, "Böyle yayınlardan haberimiz yok. Yasalar dışında yayın yapan herkese aynı şeyi yaparız" diyerek, Yahudi yularli medyaya üstü örtülü arka çıktı. Ìbne Born, "İsrail'in Filistin'deki katliamlarını eleştirmek suç mu?" bicimindeki sorumuz üzerine de, "Farklı düşüncelerimiz var. O yüzden sizinle anlaşamayız" dedi. Sorularımız karşısında iyice bocalayan Siyon orospusu Born, hızlı adımlarla belediyeden uzaklaştı. Siktirip defoldu, Alman bayrağını suistimal ederek kullandigi köpek kulübesine kaçtı; girdi...

**

- Alman kimliğini kötüye kullanan bu esrik bakan piçine kınama eyleminde bulunan yok mu?
- Var elbette!.. Bu arada; Alman Bakan'ın açıklaması üzerine durumu değerlendiren Vakit Yayın Kurulu, şu açıklamayı yaptı:
"Almanya Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin dün yaptığı açıklamada 'Geçmişte, özellikle İsrail devletine, siyonistlere ve Bat?l? toplumsal düzene karş? makaleler yay?nland?ğ?' öne sürülerek gazetemizin Almanya baskısının durdurulmasına yönelik kararı kabul edilemez bir karardır. Öncelikle belirtelim ki, Vakit gazetesinin Almanya baskısı 20.12.2004 tarihinden bu yana zaten yapılmamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesine aykırı olarak Alman polisinin yaptığı keyfi baskılar sonucu, Vakit gazetesinin Almanya baskısına, bugün itibariyle 66 gündür zaten ara verilmiş bulunmaktadır.
Bu durumdan bile habersiz Alman İçişleri Bakanı Otto, olmayan bir yayını yasaklama gibi komik bir karara imza atmıştır. Açıklamadaki, 'Batı karşıtı propaganda yapılmasina izin verilmeyeceği' beyanının, düşünce ve ifade hürriyetine Almanya'nın nasıl yaklaştığının göstergesi olduğu açıktır. Alman Bakan'ın, 'Savciliğin sürdürdüğü birçok soruşturmaya rağmen, Yeni Akit yöneticilerinin tutumlarını değiştirmek yerine, kışkırtıcılık yapılan makale sayısını artırdıkları' iddiası da, 2 ay 5 gündür yayın yapmayan bir gazete hakkında Bakan'ın nasıl bir bilgisizlik ve önyargı içerisinde olduğunu göstermektedir. Uzun süredir yayın yapmayan bir gazetede, USrael faşizmi aleyhtarı makalelerin arttığı nasıl iddia edilebilir? Görülmektedir ki; siyonist lobinin eline tutuşturduğu bir yasak kararını açıklamaktan başka bir rolü olmayan sayın Bakan, verdiği yasak kararının işlevsizliğinden bile habersizdir. E.U. ilkelerine uyum adı altında, Türkiye'ye yapmadıkları baskıyı bırakmayan batılı ülkelerin gerçek yüzleri bu kararla bir defa daha ortaya çıkmıştır. İşte Batı'nın düşünce hürriyetine bakış açısı; 'yayında olmayan gazeteyi bile yasaklayacak' kadar acımasızdır! Bugüne kadar 7 yıldır Almanya baskısı yapılan bir gazetenin, tek bir mahkûmiyeti ve mahkeme kararı bile yokken, bir siyasetçinin emri ile gazete baskısının yasaklanması, insan haklarına aykırı, yargısız infaz niteliğinde hukukdışı bir karar olduğu her türlü tartışmadan uzaktır. 1940'larda Hitler'in Yahudilere yaptığı iddia edilen zulmün çok daha şiddetlisi, bugün siyonist odakların etkisi ile Otto tarafından tek bir mahkûmiyeti bile olmayan Vakit gazetesine yönelik olarak gerçekleştirilmek istenmektedir! Ama Otto'nun ve onun eline bu kararı tutuşturan lobinin gücü, Vakit'i 'doğruları yazma kararlılığı'ndan vazgeçirmeye yetmeyecektir! Bu karar ile öğrenmiş bulunuyoruz ki; Almanya'da bir siyasetçinin kararı ile, istenilen her muhalif gazete kapatılabilmektedir! Bırakın insanların düşünce hürriyetlerini engellemeyi, tümüyle bir gazetenin faaliyetini bile yargı kararı olmaksızın engelleme cüreti gösteren bu girişimin, Avrupa'nın gerçek yüzünü öğrenmemiz açısından büyük faydası olduğu kanaatindeyiz. Tek bir mahkûmiyet kararı olmayan Vakit gazetesi sorumluları olarak, Alman İçişleri Bakanı Otto'nun aldığı kararı kınıyor, bu yargısız infaz kararını tarihe bir ibret belgesi olarak not düşüyoruz."

**

- Almanya`da siyonist lobbylerin azıttıklarını anladık; sürpriz değil... Fakat Ortadoğu`da müslüman geçinen bazı üniformalıların yarışma hırsını anlamak zor...
- Rüşvetin gücü! Buyrunuz, daha henüz sıcaklığını koruyan şu belgesele bir göz atınız!
- İzleyelim!
- Vakit’e ceza yağdı... Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit gazetesini “Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira olmak üzere 624 milyar, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkûm etti. Mahkeme, dâvâ konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, Doğan'ı tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit Gazetesi’ni, ‘’Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira mânevî tazminata mahkûm etti. Mahkeme, dava konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in, RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, 312 generalin, Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eruygur’un da ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazılardan dolayı açtıkları davaları karara bağladı.
- Sirk sürüyor... 312 generalin açtığı davaya, generallerin avukatı Bilgin Yazıcıoğlu ile RTÜK üyesi Mehmet Doğan ve Vakit Gazetesi’nin sahibi Nuri Aykon ile yazıişleri müdürü Harun Aksoy’un avukatları katıldılar.
- "Yazı kimin?" tartışması gündemdeydi...
- Evet!.. Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, müvekkilinin dava konusu köşe yazısını yazan Asım Yenihaber olmadığını ileri sürdü. Davacı tarafın dosyaya sunduğu elektronik posta adresi ve internet protokol numarasıyla müvekkilinin adına ulaşıldığını, ancak herhangi bir kişinin elektronik posta adresini ve internet numarasını vermek suretiyle o kişiye suç yüklenebileceğini öne sürdü. Avukat Metin, bu durumun açıklığa kavuşturulması için bilirkişi incelemesi talebinde bulundu ve tanık dinleteceklerini söyledi. Davacıların avukatı Yazıcıoğlu ise internet sisteminin, yazının Doğan’a ait olduğunu ispatladığını, Türk Telekom’a mahkeme tarafından yazılan yazıya gelen cevapta da köşe yazısını elektronik postayla gönderen kişinin Mehmet Doğan olduğunun ispatladığını savundu. Yazıcıoğlu, bunun teknik bir konu olduğunu ifade ederek, krokisini de dosyaya sunduğunu söyledi. Yazıcıoğlu, ayrıca Vakit Gazetesi’nin tirajını gösteren belgeyi de verdi. Yazıcıoğlu, Hakim Bülent Çınar’ın sorusu üzerine, Mehmet Doğan’ın internet protokol numarasının Nurullah Kuloğlu adlı ihbarcıdan geldiğini, ancak o kişinin nasıl temin ettiğini bilmediğini belirtti.
- "Vakit'e sansür uygulanıyor" başlığını anımsıyoruz...
- Davalılardan Nuri Aykon ve Harun Aksoy’un avukatları, dava konusu yazının gazeteye faksla ulaştığını ileri sürerek, metni bulmaya çalıştıklarını söylediler. Avukatlar, dâvâyla ilgili olarak Vakit Gazetesi’ne konulan yayın yasağının kaldırılmasını talep ettiler ve diğer yayın kuruluşlarına yönelik böyle bir olay olmadığını, Vakit Gazetesi’ne sansür uygulandığını ifade ettiler. Yargıç Çınar, yayın yasağına tepki gösteren avukatlara, diğer yayın kuruluşları adına söz alma ve konuşma yetkileri olmadığı uyarısında bulundu. Aykon ve Aksoy’un avukatları Yargıç Çınar’ın son sözlerini sorması üzerine, delil sunmak için süre istediklerini ifade ettiler.
- Generallerin avukatı Yazıcıoğlu da son sözünde talepleri gibi karar verilmesini istedi.
- Evet!.. Yargıç Çınar, araştırılacak başka bir konu kalmadığını, Vakit Gazetesi’nin avukatlarının taleplerinin yersiz görüldüğünü belirterek, davacıların manevi tazminat taleplerinin tamamen kabulüne karar verdi. Yargıç Çınar, Vakit Gazetesi’nin sahibi Aykon, Yazıişleri Müdürü Aksoy ve Mehmet Doğan’ı yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz de eklenerek her bir davacı için 2’şer milyar lira olmak üzere toplam 624 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Mahkeme, köşe yazısını yazan Asım Yenihaber’in de RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vermiş oldu ve tazminattan sorumlu tuttu. Bu arada, karar açıklanmasına tepki gösteren Vakit Gazetesi’nin avukatları, taleplerinin dikkate alınmadığını ve tutanağa geçirilmediğini, savunma haklarının kısıtlandığını iddia ettiler ve tutanak tutacaklarını belirttiler. Hakim Çınar, kararın temyize tabi olduğunu hatıratarak, hukuki yolların tükenmediğini ifade etti.
- Avukatlar duruşmayi terketmişti; degil mi?
- Öyle!.. Daha sonra Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un yine Asım Yenihaber imzasıyla Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazısında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 10 milyar lira manevi tazminat talepli davasına geçildi. Vakit Gazetesi’nin avukatları, bu duruşmaya katılmayacaklarını belirterek, duruşma salonunu terkettiler. RTÜK üyesi Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, diğer davada olduğu gibi müvekkilinin dava konusu yazıyı yazan kişi olmadığını savunarak, bilirkişi incelemesi talep etti. Metin, aksi halde herkesin herkesi ihbar edebileceğine işaret ederek, adaletin allak bullak olacağını ifade etti. Orgeneral Eruygur’un avukatı Yazıcıoğlu ise kişilik haklarına saldırı iddiasını yineledi. Yargic Çınar, dosyada delillerin toplandığını belirterek, davanın kısmen kabulüne ve Aykon, Aksoy ve Doğan’ın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle müştereken 4 milyar lira manevi tazminat ödemesine karar verdi.
- Bu rüşvete susamış olanlar da müslüman?!
- Yahudi emperyalizminin kıçını yalayan bu çeşniden öğeleri, Otto CHILLY`den daha tehlikeli buluyorum...
- Aynı görüşleri paylaşıyorum sizinle ve o derecede derin endişeler içerisindeyim!

**

- Tv 5, Milli Gazete gibi medya organlarına karşı kendi kendini Yargıç ve Savcı olarak atayan sözde diplomatlara ne diyorsunuz?
- Olamaz!
- İzleyelim!
- Belgeler ortada!... Soytarılar, istedikleri kuruma, kuruluşa, yayın ve basın organlarına sansur uygulamakta hiçbir çekince göstermiyorlar... USA Büyükelçiliği’nin, Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, Irak’ta yaşananları aktardığı ve halkın tepkisini yayınladığı için bir gazete ve televizyona ambargo uygulanmasının, evrensel basın-yayın ilkelerine aykırı ve anti-demokratik olduğunu söyleyerek, “ABD, Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çekiyor ve bu hezimetin faturasını da Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ediyor. Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılmaz. Basına ve medyaya sansür uygulayarak Irak’ta yaşananları kamuoyundan gizleyemezsiniz. Burası ABD değil, Türkiye. Kendi ülkelerinde basına ambargo uygulasınlar” dedi. Wall Street Journal’da yayınlanan “Yeniden Avrupa’nın Hasta Adamı mı?” yazısı ve ardından USA Büyükelçiliği’nin Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, son günlerde gelişen olayların Irak’ta bataklığa saplanan ABD’nin bataklıktan çıkmak için suçu başkasına yüklemeye çalışma refleksi olarak değerlendirdi. Konuyla ilgili yazılı bir basın açıklaması yapan Aksu, “Tarihini sömürge, zülüm ve katliamlar üzerine bina eden bir ABD’nin geçtiği yollara dönüp bakmadan bu tarz serzenişlerde bulunması, yaptıklarının onaylanmasını beklemesi, bırakınız beklemeyi bunu bir emrivaki olarak dayatması ne akıllara ne de vicdanlara sığmaz” dedi. ABD’nin Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çektiğini ve bu hezimetin faturasını Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ettiğini belirten Aksu: “Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılamaz. Türkiye’deki Anti- Amerikan rüzgarından rahatsızlık duyanlar acaba bu rüzgarın esmesinde hiç mi kabahatli değillerdir? Yeri geldiğinde dünyanın en kanlı diktatörlerini besleyip onların milyonları katletmesine ön ayak olan, Afganistan ve Irak işgallerinin meşruiyetini sorgulatmayan bir zihniyet elbette ki bunun bedelini ödemelidir” dedi.
- Türkler, Amerikan halkından değil Bush’un politikalarından rahatsız
- Güzel dile getirdiniz!.. “Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin (Amerikan kaynaklarına göre) en az 100 bin sivili öldürmesi, tutuklulara işkence yapması, bu ülkenin bir terörist yuvası haline gelmesi, Türkiye’yi olumsuz etkilemesi, bütün dünyada olduğu gibi Türk kamuoyunda da Bush’a karşı muhalefeti güçlendirmiş, yeniden seçilmesi büyük hayal kırıklığı uyandırmıştır” diyen Aksu, Amerikalıların Irak’taki Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi ve sözde “teröre karşı savaş?” veren ABD’nin, Kuzey Irak’a yuvalanan Mo$$ad&Barzioni teröristleri hakkında hiçbir önlem almayışı gibi gelişmeler ise Bush aleyhtarlığının Türkiye’de doruğa tırmanmasına yol açtığını vurguladı.
- Ismarlama sevgi ayarı yapılmaz!
- Çok dogru!..
- Hani, Turkiye&Almanya vbg ülkeler isgal edilmemişti?! Yalnızca Filistin'de, Irak'ta ve benzerleri üzerinde egemen sanılıyordu bu ZOG denen Militer-Mafya? Bu ne ya; bu sansur denen illet, Tel Aviv'den dikte edilen bir diktatorluk gibi yayginlaştirildi?...
- Pentagon aracılığıyla Bush yönetiminin müttefiklerine ABD karşıtlığının çözülmesi ve halkların kendilerini sevmesi mesajının verildiğini ifade eden Aksu, “ısmarlama sevgi ayarlarıyla nereye varılabilir” diye sorarak sözlerine şöyle devam etti “ABD’nin takkesi Irakta düşmüştür. Tüm dünya kamuoyu kendisine karşı öfkelidir. Kimi kime şikayet ediyorlar ya da kimden neyi savunmasını bekliyorlar. Demokrasilerde siyasetçilerin işi kamuoyunun tepki ve taleplerini en uygun şekilde yansıtmaktır yoksa bu tarz emri vakilerle kamuoyunu hizaya getirmek değil.”

**

- Sansur prosedürüyle amaçlanan, yalnızca engelleme değildir. Bir olaya ilişkin doğru bilgi akışı sansur yoluyla engellenirken ikinci amaç gerçekleştirilir; olayın saptırılması. Cocuklara karsi islenen suclarda resmi makamlardaki suçortaklarının çabalarını anımsayınız... Özellikle sexual amaçla çocukların pazarlanması sırasına taa üst düzeyden direkt fermanlarla gelen sansur uygulamalarına tanık oluyoruz; çünkü, çocukların pazarlamasına ortam sağlayan kirli tabaka, kendinin açığa vurulmasını istemez. Elinde de en büyük silah olarak sansur vardır...
- Ìşleyiş'i, Urla'da çok net gördük; klipleri yeni yeni yayına konulabiliyor...
- Ìzleyelim!..
- Son günlerde tartışmalara neden olan Barbaros Çocuk Köyü ile ilgili haberler davalık oldu. Yayınladıkları haberler nedeniyle Özgür Urla gazetesine, Urla Kaymakamlığı koltugunda oturan sanik Ahmet Mailoğlu tarafından sansür uygulandı. Gazeteciler TUNALI ve SÖKE, Barbaros Köyü'nde cinsel taciz iddialarını yazdıkları için kendilerine "devlet ve millet düşmanı" diyen kirli kaymakam'a dava açtı. Kaymakam taslağı da, gazete haberlerine dava açtı; tedbir koydurdu. Gazetecilerin itirazı görüşülüyor... İzmir'de çıkan Yarımada gazetesi sahibi Selçuk TUNALI ile Özgür Urla gazetesi sahibi Ali Rıza SÖKE, Star TV'deki "Objektif" programına katılarak, Barbaros Köyü'nde çocuklara cinsel taciz iddiaları ile ilgili kendilerine "devlet ve millet düşmanı" dediği gerekçesiyle Urla Kaymakamı Ahmet Mailoğlu'ya 50 bin YTL'lik tazminat davası açtılar. Gazeteciler 3 Şubat'ta yayınlanan programdan iki gün sonra Kaymakam hakkında yakınma'da bulundu. Kaymakan Mailoğlu bunun üzerine, gazetelerde kendisi ile ilgili yayınlanan haberlerede "kişilik hakları zedelendiği" iddiasıyla gazetecilere dava açtı. Urla Asliye Hukuk Mahkemesi de iki gazetedeki Kaymakam haberlerine aynı gün tedbir koydu.
- Mahkeme, tedbire itirazı görüşüyor
- Durumu yatıştırıyor...
- Öyle!.. Tedbir kararına itiraz eden gazeteciler, yapılan yayınların "Basın Kanunu, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) uygun olduğunu savunarak, "tedbirin nasıl bir haber verileceği ilan edilmeden, muhtemel, ne olduğu belirsiz bir saldırı olasılığı" üzerine alındığını iddia etti.
- Mahkeme, itirazı değerlendiriyor.
- Bakalım ne çıkacak!
- Yarımada gazetesinin 28 Ocak 2005, Özgür Urla gazetesinin de 1 Şubat 2005 tarihli nüshasında cinsel taciz soruşturması ile ilgili bilgilere yer verilmiş ve Kaymakama sorular yöneltilmişti. Kadir Çelik'in sunduğu programda, Kaymakam Mailoğlu'nun "Bu iddianın sahipleri iki tanedir bunlar. Bu iddia iğrenç ve saçmadır. Bu iddianın kaynağı olan, bahsedilen iki kişi... Her zaman devlet, Kaymakamlığımızın manevi ve mukaddes değerlere saygılı olmamdan dolayı şahsım üzerine kurulmuştur. Bu gazetelerin yayın politikaları incelendiğinde devlet ve millet düşmanı olduğu açıkça belli olan bu şahıslar..." dediği iddia ediliyor. Sorun ve baskıların yeni başlamadığını kaydeden gazeteci Söke, bianet'e verdiği bilgide, bir yıl önce yazılarının yayımlandığı sayıların Kaymakamca polis kullanılarak toplatılmaya çalışıldığını, İçişleri Bakanlığı'na yaptığı şikayetlerin üzerinin ise yalanla kapatıldığını savundu. (EÖ/EÜ)
- Sansur olaylarinda kiralik utanmazlar, gazetecilik oynuyorlar.. Bu utanmazlara en acikli örnek, Savaş AY adindaki ucuz provokatordür...

**


- Yerel basın, Savaş Ay’a karşı...
- Çıkarcı bir çakaldır bu enstrüman, adı yanlış Savaş piçi, yine kanlı koku aldı ve pisliğe daldı!
- Öyle! Urla Kaymakamlığı ile Barbaros Köyü arasında mekik dokuyan yerel basın Savaş Ay gazeteciliğini tartışıyor; “Köye o giriyor da biz niye giremiyoruz? Savcı ona konuşuyor da bize niye konuşmuyor?” Kaymakamlık önünde savcının dışarıya çıkıp bir açıklama yapması için bekliyorlar; saatler ilerliyor, hava kararıyor, savcı yok. Sonra bir söylenti dolaşıyor ortalıkta; “Savcı, Savaş Ay’a konuşmamış, ben öyle şeyler söylemedim.” demiş. Urla’da çıkan yerel gazeteler de kaymakam ve okul müdürüyle ilgili zehir zemberek yazılara devam ediyor. 15 günde bir yayımlanan Özgür Urla gazetesini tek başına çıkaran Ali Rıza Söke koltuğunun altında sıkıştırdığı gazeteleriyle takip ediyor gündemi. 1000 adet bastırdığı gazetesi neredeyse tükenmek üzere, yeni gelişmeleri duyurmak için ek bir baskı yapmayı bile düşünüyor. Ali Rıza SÖKE, Barbaros Çocuk Evi’nden bir çocuğu da nüfusuna geçirmiş. Özgür Urla, Yarımada ve Demokrat Urla’nın suçladığı kaymakamı aklayan tek gazete Urlalılara “İnanmayın, yazılara inanmayın... Belgeler var.” diye seslenen Urla Postası. Tutuklananlar arasında yakınları bulunanlar da oyunu ‘raconu’na göre oynamayı öğrenmişler. İçlerinden biri, “Yarın, gazetenizde bakıcı anneler suçsuz diye manşet atarsanız, size önemli bir bilgi vereceğim.” diyor.
- Tecavüzcü pezevenk tohumları birer birer kefaletle birakilirlarken yazı ve şiir yazmaktan icerde tutlan aydinlara, sansur kurbanlarına kolay kolay böyle bir olanak tanınmıyor...
- Neden uygulanmiyormus; gazeteci Sinan Kara dün Urla Cezaevi'nden şartlı serbest bırakıldı.
- Birakıldı ama cezasının tamamını çektikten sonra.. Sinan KARA'nin çektigi ceza yanında bu çocuk tecavüzcülerine yapılan, "konuk ağırlamak" diye anılmalı!
- KARA'nın davaları Türkiye'deki basının tehdit altında olduğunun bir göstergesi. Özellikle de yerel basın kıskaç altında,"

**

- Bir RTUK belası var...
- Örnegin?!
- Küçük Özgürlük bile yok! RTÜK, daha önce Türkiye'de sinemada da gösterilen, festivallerde ödüller alan 'Küçük Özgürlük' adlı film nedeniyle Primemax ve Primemax 2'yi süresiz kapattı. Digitürk ise buna, 2 yeni kanalla karşılık verdi. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Digitürk üzerinden yayın yapan Primemax ve Primemax 2 kanallarını, yayımladıkları "Küçük Özgürlük" filminde 'bölücülük propagandası yapıldığı' gerekçesiyle süresiz kapattı. Digitürk ise bu kanalların yerine GoldMax ve GoldMax 2 adlı iki kanal koydu.
- 'Gülünç ve çağdışı'...
- Elbette!... 25 yıldır Almanya'da yaşayan filmin yönetmeni Yüksel Yavuz ise Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 'Eser İşletme Belgesi' alan, çeşitli festivallerde gösterilen ve Aralık 2003'te Türkiye'de vizyona giren film nedeniyle kanal kapatılmasını 'çok gülünç ve çağdışı' sözleriyle nitelendirdi. Yavuz, filmin konusunu ise şöyle özetledi: "Çocuk yaşta Almanya'ya gelen bir Kürt ile Afrikalı genç, 16 yaşında mahkemeye çıkarılıp ülkelerine gönderileceklerini bildikleri için illegal yolla yaşıyorlar. Kürt genci, bir zamanlar 'dağa çıkmış' bir akrabasının yanında kalıyor. Bu arada tanışıp çok sevdiği yaşlı adamın, anne ve babasının ölümünden sorumlu olan kendi köylüsü bir korucu olduğunu öğreniyor. Adamı öldürmek için sorguya çekerken bundan vazgeçiyor. "
- 'Yeni sansür anlayışı'
- Resmen!.. Filmin Türkiye dağıtımcısı Belge Film'in sahibi Sabahattin Çetin de, şöyle konuştu: "RTÜK, devletin gösterimine izin verdiği filmin televizyondaki yayını yasaklamakla kalmıyor. Filmi yayımlayan kanalı da süresiz kapatıyor. Bu yepyeni bir sansür anlayışı. RTÜK, AB yolundaki Türkiye'nin başına yeni dert açıyor. Bu olaya karşı yasal hakkımızı kullanacağız"

**

Volum -II-

**

- SANSURün EMPERYALiT cinsi ile SANSARLIGIN SiYONiT cinsi ARASINDA BIR BAGINTI VAR MI?
- Olmaz mı!.. Hem de enternasyonal boyutta!.. İzleyelim!..

**

- Yahudiler bu ikilem bakımından çok deneyimlidirler... İkinci Dünya Savaşının bitişiyle dünyayı saran Cold War, yani soğuk savaş yıllarında, dünya kamuoyu kobay gibi kullanılarak beyni yıkandı. Sansur, Sosyalist ülkelerin de bir bir yıkılmasıyla bir resmi ders niteliği aldı. Öyle ki, bugün biz Dresden`in nasıl yerle bir edildiğini bilemiyoruz; HITLER ve nice kimseler öldürülmüşken, bizler kaç kuşaktır bu yok yere öldürülen kurbanlara değil de cellatlara acıyoruz... Dünya çapında örgütlü olan soykırımcı katillere ağlayıp hallisunasyonal filmler üretiyoruz çünkü beynimiz mükemmel yıkanmış ve Yahudiler öldürüldü sanıyoruz... Kargaları güldüren bir tarihsel manipulasyon... Çünkü yahudi yalancılığı tradisyonal bir meslektir; ona sansur yok!... Sansur, eleştirel beyinlere uygulanan bir silah!... Milyonlarca Alman ve milyonlarca Avrupalı ve hatta adını anımsamakta güçlük çektiğimiz ülkelerden insanlar soykırıma uğratıldılar. Alliance denilen USA&AUSraelia vbg Siyon güçleri dünyayı yakıp yıktılar ama hemen tüm lise kitaplarında biz Yahudilere kıyıldı diye okuyoruz. Oysa ki, Çalışma Kamplarında bir çeşit korumada bulunan Yahudiler ve yağmacılıkta uzman olup da yükte hafif pahada ağır ne varsa talan eden Yahudiler, savaçlardan en az zararı gören yegane tilkimsi sürüdür. İkinci Dünya Savaşı öncesinde tüm Avrupa`da toplam 1.300.000 Yahudi vardı; WW II denen bu savaştan sonra yani 1945, ten sonra sayılarının 3.100.000 olduğu görülür. Avrupa`da hırsızlıktan arananlar kendini Israel denen işgal topraklarında güvencede bulurlar ve güttükleri Birleşmiş Uluslar Örgütü de 1948`de dünyanın ilk Yağmacılar Cenneti ZOG çetesine "devlet unvanı" verir. Burada yine sansur ve manipulasyonun gücüne dönersek; hani nerede 6.000.000 Yahudi gaz odalarında tavuk gibi tütsülenmişmiş de belmem ne? Kendimiz gittik gördük, o düzmece merkezlerde, yani Alman Çalışma Kamplarının hiçbirinde gaz odası yok, gerçekte öyle bir gaz olsa Alman onuı savaşta İngiliz Evangelist itine, Amerikan Siyon çakalına karşı kullanırdı... KAldı ki, Çalışma Kamplarına gönderilenler yalnızca asalak Yahudiler olmayıp işsiz Almanlardı, hatta sayısız ulustan olup da zamanın gereği savaş donanımı üreten kimselerdi, ustalardı, uzmanlardı... Yine sansur yoluyla boyanan rakamlara bakalım, üç milyon yalancı, geleneksel ve fanatik alışkanlık eğilim özelliğini sergileyerek, altı milyon Yahudi yaratık gazlandı, diyor... Papağanlar da yineliyor... Matematik bilmeyen bir geri zekalıyı düşünün ve dünyanın da geri zekalılar düzeyine düşürüldüğünü kavrayın artık, lütfen!
- İçinde bulnduğumuz Yüzyıl`da da aynı geleneksel yöntemler sürdürülüyor... Siyon emperyalizmi, şimi düne oranla çok daha modern donanımları ve beyin yıkama makinalarını tekelinde bulunduruyor...
- Örnekler misiniz?
- İzleyelim!.. Ortadoğu belgesel klipleriyle girelim... Çağdaş emperyalizmin saldırgan ve işgalci tutumu İslâm coğrafyasında kan akıtılmasına yol açmaya devam ediyor. Emperyalizm ve onun uzantıları her ne kadar kendilerini sevimli gösterebilmek için "demokrasi, özgürlük ve insan hakları" gibi kavramları propaganda malzemesi olarak kullansalar da onlar sürekli kanla beslendiklerinden, güç ve hâkimiyet sahibi oldukları yerlerde mutlaka kan akıtılacaktır. Onlar bir yandan kan akıtırken, yıkım ve tahribat yaparken, bir yandan da kendilerini haklı çıkarabilmek için başkalarını suçlu göstermeye çalışıyorlar. Bunun için son dönemde kullandıkları en önemli olgu ise "terör"dür. Oysa gerçek anlamda terörün iplerini ellerinde tutanlar ve amaçlarına ulaşmak için terörü araç olarak en çok kullananlar onlardır. Terörü kendi saldırganlıklarına ve hukuksuzluklarına gerekçe olarak gösterdiklerinden yerine göre başkalarının üzerine yükleyebilecekleri terör eylemleri gerçekleştirmekten de çekinmemektedirler. Çünkü onların önlerinde herhangi bir ahlâki engel ve kendilerini engelleyen bir prensip yoktur. Onlar makyavelist felsefeyi benimsemiş olduklarından amaçlarına ulaşmada mümkün olan her şeyi, her metodu ve aracı meşru görmektedirler.
Sürekli kanla beslenen emperyalizm canavarı, Aşura gününde, Hz. Hüseyin (r.a.)'in şehit edilmesinin yıldönümünü ihya programlarında Irak'ta ve Pakistan'da aynı gün içinde gerçekleştirdiği bombalamalarla büyük bir katliama sebep oldu. Irak'ın Kerbela ve Bağdat şehirlerinde gerçekleştirilen bombalamalarda en son açıklamalara göre 171 kişi hayatını kaybetti. Pakistan'daki bombalamalarda ölenlerle birlikte bu sayı 200'ü aştı. Olaylarda yüzlerce insan da yaralandı. Bombalamalar adeta "bu kadar insanı bir arada yakalamışken, fırsatı kaçırmayalım" anlayışıyla gerçekleştirilmişti. Yahudi yularlı USA emperyalizmi olaylardan hemen sonra medya gücünü kullanarak, kendini kamufle etme ve suçu yine "terörün ana odağı" olarak kabul ettirmeye çalıştığı el-Kaide'ye yüklemeye çalıştı. Bu amaçla Irak'taki adamlarından bazılarını da devreye soktu ve onların ağızlarıyla açıklamalar yaptırdı. Irak Geçici Yönetim Kurulu üyesi Muvaffak er-Ruba'i, Amerika'nın CNN televizyonuna yaptığı açıklamada el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak amacıyla bu patlamaları gerçekleştirdiğini ileri sürdü. Oysa el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak istediği iddiası tamamen tutarsız ve kendi içinde çelişkiliydi. Çünkü el-Kaide'nin Irak'ın içinde bir iç savaş çıkmasından herhangi bir kazancı olmayacaktı. İşgalci güçlere karşı savaş verdiği söylenen bir örgütün, işgal güçlerinin işine yarayacak ve onlara karşı savaşanları zayıf düşürecek bir iç savaş istediğini söylemek son derecede mantıksız ve tutarsızdı. Ama tabii onlar kendi ağızlarıyla ve mantıklarıyla değil efendilerinin ağızlarıyla konuşuyorlardı. Kafalarını da kendilerini bir yerlere yerleştiren efendilerine kiraya vermişlerdi. Dolayısıyla mantık ve akıl kurallarına göre değil efendilerinin kendilerine telkin ettiği şekilde düşünmeleri gerekiyordu. Olaylar üzerine gerek Şii gerekse Sünni cemaatin ileri gelenleri, yaptıkları açıklamalarda bu olaylardan istifade eden tarafın sadece ABD olduğunu vurguladı ve Müslümanlardan oyuna gelmemelerini, fitnenin içine sürüklenmemelerini istediler. Amerika'nın Irak'a yönelik stratejisi üzerinde araştırmalar yapan bazı uzman kişiler de bu olayların arkasında ABD'nin olması ihtimalinin yüksek olduğuna dikkat çektiler. Bu kişiler Amerikan işgal güçlerinin kendilerine karşı sürdürülen direniş karşısında başarılı olamadıklarını, dolayısıyla bu direnişi zayıflatabilmek için Iraklıları bir iç savaşın içine sürüklemek istediklerini vurguladılar. Çünkü işgal güçleri bu yolla kendilerine karşı savaşanları zayıf düşürebileceklerini ve böylece Irak üzerindeki askeri hakimiyetlerini sağlamlaştırabileceklerini umuyorlar. Böyle bir fitne için en kapsamlı potansiyelin ise Şii - Sünni ayrımı olduğunu düşünüyorlar. Çünkü bu iki unsurun nüfusa oranı birbirine yakındır. Dolayısıyla bir Şii - Sünni fitnesi çıkarılması durumunda ülke nüfusunun bir yarısı diğer yarısına karşı harekete geçirilmiş olacaktır.
- Aslında Amerikan emperyalizmi Irak halkı arasında bir Şii - Sünni fitnesi çıkarabilmek için bundan önce de birçok girişiminde bulundu. Bunların en başta geleni de Muhammed Bakır el-Hakim'i hedef alan suikast saldırısıydı. Hatırlanacağı üzere o saldırı da Şiilerin büyük bir camilerine yönelik olarak gerçekleştirilmiş ve başta Ayetullah Muhammed Bakır el-Hakim olmak üzere çok sayıda Şii Müslüman hayatını kaybetmişti. Bunun yanı sıra değişik zamanlarda gerek Şii, gerekse Sünni Müslümanların camilerini, ibadet veya normal toplanma yerlerini hedef alan bombalama eylemleri oldu. İşgalci güçleri bütün bu olayların arkasında "karşıt taraf" olarak gösterdikleri kitlenin elini aramaya çalıştılar. Ancak işgalcilerin "suçlu" olarak göstermeye çalıştıkları taraflar sürekli suçlamaları reddettikleri gibi bu tür eylemleri kesinlikle tasvip etmediklerini de vurguladılar. Bu arada fitnenin içine sürüklenmeleri istenen mağdur taraf da iddiaları gerçekçi ve makul bulmadılar; bilakis ortaya atılan senaryoların tamamen fitne amaçlı olduğunu hemen fark ettiler. Dolayısıyla şimdiye kadarki fitne oyunları hep başarısız kaldı. Bu son fitne oyununun da aynı şekilde başarısız kaldığını görüyoruz. Çünkü gerek Şii ve gerekse Sünni cemaatin ileri gelenlerinin yaptıkları açıklamalarda, bunun ABD'nin, Müslümanları fitnenin içine sürükleme amacı taşıyan haince bir komplosu olduğunu vurgulamaları ve tüm Müslümanları oyuna gelmemeleri için uyarmaları olumlu etkisini göstermiştir.
- Amerika'nın Irak'taki fitne çabaları siyonist işgalcilerin fitne çabalarına çok benzemektedir. Bu benzerlik de Aşura katliamlarının arkasında Amerikan emperyalizminin olduğu hakkında ipucu niteliği taşımaktadır. Hatta bazı yorumcular olayların arkasında İsrail istihbaratının olabileceğini de dile getirdiler. İsrail işgal devletinin ve uluslararası siyonizmin bu konuda geniş tecrübesinin olması sebebiyle ortak bir faaliyet içine girişmiş olmaları hiç de uzak bir ihtimal değildir. Lübnan'ı on yıl boyunca kana bulayan ve daha önce turistlerin gözdesi olan Beyrut'u adeta bir harabeye çeviren fitnenin ateşini alevlendirenler siyonistlerdi. Aynı siyonistler Filistin topraklarında da fitne ateşini alevlendirebilmek için birçok kez girişimde bulundular. Ancak buradaki direniş gruplarının özellikle de İslâmi hareketin oldukça hassas davranması, oynanan oyunlara dikkat etmesi işgalcilerin fitne çabalarının sonuç vermesinin engellenmesini sağladı.


**

- Birleşmiş Ulusların elindeki raporlar bile süzgeçten geçiriliyorlar...
- Ne süzgeci-filtresi; resmen sansur... DU raporuna sansür...
- Körfez Savaşı’nda Irak’a karşı kullanılan seyreltilmiş uranyum (DU) silahlarının halk sağlığı üzerindeki etkisini inceleyen bir rapor, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından hasıraltı edildi.
Tanınmış üç radyasyon bilimcisi tarafından hazırlanan raporda; Iraklı sivillerin, DU içeren tozları solumaları nedeniyle kansere yakalanabileceği belirtiliyordu. Ana raportör, DSÖ’ye danışmanlık yapan Dr. Keith Baverstock’tu. BM’ye bağlı bir kuruluş olan DSÖ, çalışmayı haber alarak harekete geçti ve yayınlanmasını önledi.
- Üç yıl önce hazırdı
- Evet!... Baverstock, DSÖ’nün raporu kasıtlı olarak sümenaltı ettiğini belirterek, “2001’de hazır olan rapor zamanında yayınlansaydı, ABD ve İngiltere’nin geçen yılki savaşta DU kullanımını kısıtlaması sağlanabilirdi” diye konuştu. İki saldırgan ülkenin geçen yılkı bombardımanında, tanklar ve uçaklar yüzbinlerce DU mermisi kullandı. İşgalin ardından, yüksek oranda radyasyon içeren bu mermilerin temizlenmesi için hiçbir çaba harcanmadı. BM Çevre Programı’na bağlı uzmanların, kirlilik düzeyini ölçmek için Irak’ta çalışmasına da izin verilmiyor.
Hücre yapısını tahrip ediyor. Dr. Baverstock, Sunday Herald gazetesine yaptığı açıklamada, “Çalışmamız, Irak’ta yaygın DU kullanımının sivil halka yönelik ciddi bir tehdit olduğunu gösteriyordu. DU’nun radyoaktivitesi ve kimyasal zehrinin, insan hücrelerine tahmin edilenden daha çok zarar verdiğine dair kanıtlar var” diye konuştu. Baverstock, geçtiğimiz mayıs ayında emekliye ayrılana dek, 11 yıl boyunca DSÖ’nün üst düzey radyasyon uzmanlığını yürütmüştü. Tanınmış bilimci, halen Finlandiya’daki Kuopio Üniversitesi’nde çalışıyor. DU’nun zararlarını belgeleyen raporu hazırlayan diğer isimler; Kanada McMaster Üniversitesi’nden Prof. Carmel Mothersill ve radyasyon danışmanı Dr. Mike Thorne.
- UAEA baskısı
- Geliyorum... Baverstock DSÖ’ye çalışırken, kuruluş, raporun yayınlanması için izin vermeyi reddetti. İngiliz araştırmacı, DSÖ’ye yönelik baskının UAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) eliyle gerçekleştiğini tahmin ediyor ve şöyle konuşuyor: “Çalışmamız DSÖ tarafından sansüre uğradı ve yayınlanamadı, çünkü ulaştığımız sonuçlar hoşlarına gitmemişti. Geçmiş deneyimler de gösteriyor ki yöneticiler, UAEA tarafından baskı altına alınmıştı.” Dünya Sağlık Örgütü ise, suçlamaları reddetti. Örgütün radyasyon ve çevre sağlığı koordinatörü Dr. Mike Repacholi, “UAEA’nın bu olaydaki rolü çok küçüktü. Raporun yayınlanmasına onay verilmedi, çünkü bazı bölümler yetersiz bulundu” dedi.
- Kanser tehlikesi varmış...
- Evet!.. Sunday Herald tarafından incelenen raporda şu satırlar dikkat çekici: “Irak’ın kuru iklimi nedeniyle, küçük DU parçacıkları, yıllar boyunca etrafa yayılıp siviller tarafından solunacak. Bu parçacıklar vücuda girdiğinde, radyasyon ve zehir, kötü huylu tümörlerin büyümesini tetikleyebilir. DU’nun yaydığı radyasyon; insan hücrelerine zarar verebilir ve bu da genetik sistemin istikrarını etkiler. Bu zararın; kanser ve diğer bazı hastalıklara yol açtığı tahmin ediliyor.” USA ve İngiliz güçleri, geçen yılki saldırıda, 1991 Körfez Savaşı’nda kullandıklarından çok daha fazla DU kullandılar. Bu nedenle, önümüzdeki onyıllar içinde Irak’ta onbinlerce insanın kansere yakalanacağı, sakat veya ölü doğumlar yapacağı belirtiliyor. Körfez Savaşı’nın ardından,
Irak’ta kanser oranlarında büyük bir artış yaşanmıştı.
- Türkiye oligarşisi ve hükümetteki AKP de katliamın sorumlularındandır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün sözleri sadece riyakarlığın belgesidir; “devletler suikast yapmaz, terörle böyle mücadele edilmez” diyerek sözde İsrail’i eleştiren AKP, İsrail’le işbirliğini her geçen gün pekiştiren bir iktidardır. Ve o iktidar, katliamcılık zihniyetinde İsrail’in gerisinde değildir; İsrail katliamlarını açıkça yaparken, AKP katledip, katlettiklerini sansür zoruyla gizleyendir. AKP, Big Brother USA ve USrael aynı kamptadır.

**

- Sansür aygıtının ve kullanıcı enstrumanların Ortadoğu`da özel bir yerleri ve çok özel amaçları var...
- Ne gibi?
- Sansur ve manipulasyon, işgal güçlerinin yan araçlarıdır... Açıktan açığa bombalama güdülmeyen alanlarda ikincil güçler devreye sokuluyor.. Sansur vbg destek uygulamalarıyla Ortadoğu İSRAİLLEŞTİRİLMEK İstenmektedir!..
- Katılıyorum'

**

- YASAK MANTIĞINA ÖZGÜRLÜK, ÖZGÜRLÜĞE YASAKLILIK, NE MENEM BİR MANTIKTIR? HANGİ ÇEŞİT SİSTEMLERDEN BESLENİR?
- Gösterime yeni giren bu klibi birlikte izleyelim mi?
- Buyrun yoldaşlar, izleyelim!

**

- Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin bir mahkeme kararına dayanmaksızın Almanya'da yayınlanan Vakit gazetesinin yayınlanmasını yasaklaması, Mo$$ad'in tavrini cagristiriyor. Mo$$ad, bilindiği gibi ZOGang denen militerize mafyanin "devlet gibi hareket eden tümörlesmis gizli polis teşkilatı"nın adı. Mo$$ad, siyonizmin güvenliginin polisidir ve sınırsız yetkilerle donatılmıştır. Kararlarını mahkemelerin onaylamasına gerek yoktur ve iş adalete intikal ettiği zaman Mo$$ad sorumlulari, kollaboratörleri, memurları, köekleri ve medyatik yalakalari asla sanik iskemlesine getirilemez; üstüne üstlük savci gecinen utanmaz yaratiklar da halkin adalet arayisi yerine emperyalizmin memuru olarak siyonizmin aklanmasina saglamaga yetkilidirler. Bakiniz USrael denilen kanlki sirk'e... Bastan asagi düzmece yargi... Emniyet polisi ve idare, daha üstün bir yargı makamına başvurmaksızın ilk sorguları yapar. Gercek Toplama kampları, Evangelist/Yahudi egemen devletlerin marifetidir; orada entellektueller issiz birakilir; izlenir; süründürülür en azindan... Tel Aviv yakınlarındaki "Filistinli sanik cocuklari Toplama Kampı"nı raslantisal olarak saptadigimizda uyarilmistik ve sinirdisi edildigimizde şoke olmuştuk. Burnuma gelen yanık yağ kokuları midemi alt üst etmişti. Iskence, USrael adalet bakanliginca serbest birakilali yillar oldu; dünyada hukuk otoritesi gecinen cevrelerden bir ossuruk kadar olsun tepki yansimadi; yansiyamaz... Hastaları kobay olarak kullanan ve ilâç deneyen doktorlar (!) Usrael'in kendi askersel makamlarınca da artık "non-secret-affairs" olarak yayinlanabiliyor... Pişkinligi görüyor musunuz?.. Zavallı Hitler'i öldürenler onun namına da sahte bir tarih yazdılar oysa ki gercek soykırımlar gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde işte işgal altindaki Afganistan, Balkan, Chechenia, Iraq, Lubnania, Filistin ve giderek Ortadogu'nun tamami bu ates cemberine sokulmak üzere... Kısa süre içinde de BOP falan diye adlanan bu ve benzeri pilot bölgelerde farklı düşünen kim varsa ya bir bicimde susturulacak ya da solugunu kimse fark etmeden elimine edilecek; ediliyor da... Sansur, bu anlatılan kanlı buzdağının ancak tepede görünen ufak ucudur... Ortadogu işgali, neo-Ortacag uygulamasinin deneme tahtasi oldu.. Hani Humanist uyanis; uygarliklar cagi?! Aydınlanmanın üç büyük parolası vardı: Hürriyet, eşitlik, adalet. Aydınlanmanın öncülerinden Fransız düşünürü Volter, düşünce hürriyetinin sınırlarını şu parola ile çizmişti: "Senin gibi düşünmüyorum, fakat düşüncelerini söylemen için sonuna kadar mücadele edeceğim." Batı, düşünce hürriyetini elde edene kadar büyük mücadele verdi, demokrasi ve insan haklarını elde etmek için birçok bedel ödedi. Şimdi "globalleşme" adı altında Amerika Başkanı W. Bush yeni bir süreç başlattı. Herkes nerdeyse Bush gibi düşünmek ve onun yaptıklarını desteklemek zorunda.
Bush'un İsrail siyaseti, sadece USrael military Mafia'sının çıkarlarını gözetiyor. Yahudi lobisinin etkisinde geliştirilen ve sürdürülen bu siyaset, bütün dünyada yoğun tepki görüyor, ama ABD'nin umurunda değil.
- Yahudi lobisi, "çok masum bir vakayı" sonuna kadar istismar ediyor.
- En eski meslek gibi geleneksel uzmanlık konularından biridir... Yahudi fanatizmine eleştirel karşıtlık anlamına gelen "antisemitizm" her zaman insanlık suçu olarak kabul ediliyor. Yahudi karşıtlığı ile İsrail'in şiddet politikaları örtülüyor. Birleşmiş Uluslar Örgütü kararlarını hiçe sayan ve Filistin'de kan döken İsrail eleştirildiği zaman, hemen adamın alnına "antisemitist" damgası vuruluveriyor. Bütün dünyada "antisemitist" damgasıyla ürkütülemeyecek tek bir cephe varsa o da biziz ve Müslüman ülkelerdir. Tarih boyunca İslâm devletlerinde Yahudiler, oligarşik düzende en çok kayırılan orospu sürülerinin başında gelmişler; dünyayı babalarının prezervatifi gibi arsızca kullanırken hiç ellenmeden yaşamışlar, kendi din ve faşist geleneklerini korumuşlardır. Bu manyakça sessiz kalınma semptomunu, hiçbir zaman Hıristiyan ülkelerde bulamamışlardır. Çünkü Hıristiyanlık öğretisi içinde açık bir biçimde, kendi mediatic güçlerinin de ağırlığı vardır; müslümanların ve sosyalistlerin medi güğcü varsa da kredi muslukları ve yönetim mekanizması genelde siyonist sızıntıların elindedir. yani, bir önemli neden, Beyin Yıkama Prosedürü, ne solda ne de müslümanlık dininde ciddiye alınmamıştır; ymuşak karın kısmı açıkta kalmış, traih boyunca da bu noktadan yaralanmıştır. Gerçek Hristiyanlık ise çok yerde kendi mediatic gücünü kurma başarısıyla böyle bir yara almaktan kurtulmuştur; ikinci bir başarı nedeni ise dinsel yaralarının uyarıcı etkisidir; çok net: "Hz. İsa, Yahudiler tarafından çarmıha gerilmiştir." İslâm literatüründe Yahudi düşmanlığı kavramı yoktur. İslâm adaleti emreder. Müslümanlar, dinleri icabı adaletle hükmederler. Yine Müslümanlar dinleri icabı haksızlığa ve zulme karşı çıkarlar. Bugün Müslümanların İsrail devletinin yaptığı zulümlere tepki göstermelerinin sebebi "antisemitizm" değildir, İsrail'in yaptığı haksızlıklar ve zulümdür. Vakit'in ve Türk halkının tepkileri de zulüm ve haksızlıklaradır. İsrail ve emperyalizm endeksli Bush politikaları, sadece Türkiye'de tepki görmemekte, bütün dünyada benzeri tepkilerle karşılaşmaktadır. Almanların % 77'si, Fransızların % 75'i, İngilizlerin % 64'ü Bush'un yeniden seçilmesini olumlu karşılamamışlardır. Dr. Philipp Jennier, Federal Parlamento Başkanı idi. 1988 yılında Nazi Almanyası'ndaki Yahudi karşıtlığının anıldığı bir oturumda, "Bu kadar aleyhinde konuşuluyor, neticede Hitler bir Alman'dı" dediği için Yahudi lobisinin şiddetli baskısına maruz kaldı ve 24 saat içinde görevini bıraktı. Bir daha da Meclis'e giremedi. Almanca ve tarih öğretmeni arkadaşım Holzman'a: "Ne oluyor? Yahudi subaylarin cogunlukla babalari Alman pasaportlu eski kriminaller değil mi?" dedim. "Adam haklı, ama diplomaside böyle konuşmamalıydı" dedi. Bir başka Alman arkadaşım, HITLER dönemine ilişkin yalanlar yakıştırmalar ve devasa beyin yikama öylesine başaraılı olmuştur ki, bu soğuk savaş yenilgimiz yüzünden bugün hiçbir Alman, Yahudiligin gerçek yüzü konusunda düşündüklerini söyleyemez, demişti. Amerika ve Avrupa'da Yahudi lobisi kendisi "antisemitik terör rüzgârı" estiriyor. Bu rüzgâr, kimi zaman Mo$$ad'in Israil'deki iskencehanelerde süren uygulamalarını cağristiran haksızlıklara yol açıyor. Aylardır Almanya'da yayınını durdurmuş olan bir gazeteyi, Vakit'i ve daha baska bircok Marxist yayinlari, Federal İçişleri Bakanı'nın mahkeme kararı olmaksızın emirle kapatması, bana Mo$$ad köpekliginin ulastigi boyutlari belgeliyor. Size de ürpertici gelmiyor mu?..
- Hayır, hayır! Ortada sıradan bir sansur yok. Asıl ortada sahnelenen, Yeni siyonizmen, DDR denen Doğu Alman Sosyalizmini çökerttikten sonra Müslümanları hedefledigi bir oyun var. Bu kez oyunun etiketi de "Anti-İslamizm"dir. Anti-İslamizm ABD-Avrupa ittifakının yeni ürünüdür. Bu ittifak İslam'a ve Müslümanlara karşı küresel ölçekte "ötekileştirme" ve "şeytanlaştırma" operasyonu başlatmıştır. Alman bakanın asıl yasaklaması gereken, Anti-İslamizm olmalıdır. Bunu yapmak yerine Siyonist saldırganlığı eleştiren yayınlar susturuluyorsa, bu İslam fobisinin Alman yöneticilerin basiretini bağladığını gösterir
- Demokrasi; çok kültürlülük, farklı düşünceleri barış içinde birlikte yaşatma, farklı düşüncelere saygı rejimidir. Basın özgürlügü olmaksızın demokrasi düşünülemez. Polis raporlarına dayanarak, bağımsız yargıya ihtiyaç duymaksızın gazete kapatmak, demokrasi ile bağdaşmaz. Otto Schily'nin yasak kararı, bu ibnenin gercek babasi olan Ariel SHARON uygulamalarini cagristirmaktadir.
- Insan olan kimse, her zaman ve her yerde hukuku, adaleti, özgürlügü, insanlığı savunmalidir!..
- Öyle!.. Her türlü hukuksuzluğa, haksızlığa, zulme karşı koyacağız. Otto Schily, kararını sabuunlayip uyusturucudan kendine ne girdigini animsayamayan dumura ugramis kizlarinin uygun yerlerine tikamalidir!
- Domuzdan türeyen domuz oluyor!.. Narkoman Jenna BUSH ile kizkardesi de Siyonist Otto'nun kizlari durumunda..
- Onlara gelince, uyusturucu saglanmasina hicbir engel hicbir sansur uygulanmasi bile düşünülemiyor...

**

- Yalnızca gazeteler, tv'ler mi? Kitaplar da aynı cendereden geçiyor...
- Ne yazık ki, sistem aynı sistem oldukça...
- Mein Kampf!.. Şu sıralar gazetelerde bu kitabın yasaklanacağına ilişkin haberler çıkıyor. Kitabın Türkiye'de ilk basımının üzerinden tam 66 yıl geçmesinden ve bu yıllar zarfında, söylendiğine göre kitabın 45 farklı çevirisinin 11 farklı yayınevince 100'den fazla baskı yapmasından ve bu baskıların 100 binlerce satmasından sonra… Evet, bütün bunlardan sonra, bu kitabın satışının yasaklanacağına ilişkin haberler yayınlanıyor..
- Kitapla ilgili haberlere bakılırsa Kavgam'ın, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde yayınlanması yasakmış. Bunun nedeni olarak kitabın, Adolf Hitler'in anılarını aktarmakla kalmayıp temel görüşlerini de içermesi gösteriliyor. Yani kitap Yahudi düşmanlığı (antisemitizm) propagandasını tetikliyormuş!.. Bizim ülkemiz yasaklara alışkın. Ben yıllar önce Millî Kütüphane'de, başka birçok kitabın yanında Büyük Doğu dergileriyle, 12. yüzyıl İslâm düşünürlerinden İmam Gazali'nin kitabının bile yasaklanmış olduğunu görmüş birisi sıfatıyla, artık kanıksadım. Bu kitap da yasaklanırsa ne yadırgarım, ne şaşarım.. Bir kez ilke ihlal edildikten sonra, bir eksik, bir fazla.. çok bir şey ifade etmiyor.. yadırgadığım bu değil.. yadırgadığım, Türkiye'nin, kendisiyle ilgili bazı filmlerin veya kitapların yasaklanması için bu ülkelere başvurduğunda, onların, ülkelerinde özgürlük bulunduğu def'isiyle Türkiye'nin talebini reddetmeleri keyfiyetidir. Türkiye özgürlük yönünden aman aman bir yer olmayabilir, ama demek ki neye öykünürsen ayibina da bulanirsin camuruna da... Sansur konusund Western Kapitalizmi ikiyüzlüdür; ona özene oligarsimiz, daha namuslu olacak degil ya!..
- Peki, Mein Kampf neden yasak? Neden o Nobel alan propaganda ve beyin yikama pacavralari yasaklanmasi düsünülemez de, bir tek kitaba saldirilir? Hele de bugünlerde, neredeyse bir asir gecmis yayini üzerinden.. Yeter artik!
- "Kavgam (Hitler'in), Almanya'ya karşı gerçekleştirilen komployla ve kendince bu komplonun sorumlusu olan Yahudilerle hesaplaştığı kitaptır." Bugünlerde yeniden bu kitaba saldiriliyor, cünkü Yahudiler, Yeni Dünya Düzeni(Jew World Order)'nin yularını ellerinde aldılar ve tam da bugünlerde insanlığa kinlerini kusmak icin en büyük avantajlı bir evre geçiriyorlar...

**

- Isparta'da barbarlık... Kaymakamın talimatı: Yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı azınlık ırkçısının kütüphane ve kitaplıklardaki kitapları ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim
- Izleyelim!
- Isparta'nın Sütçüler İlçesi Kaymakamı Mustafa ALTINPINAR'ın, Ermeni soykırımı konusunda gerçeği söyleme cüreti gösterdiği için kızdığı yazar Orhan Pamuk'un kütüphane ve kitaplıklardaki kitaplarının toplatılarak imha edilmesi için talimat verdiği ortaya çıktı. Isparta Valiliği, talimatı, gazetecilerce açığa çıkarılması üzerine iptal etti.
Sütçüler'in ırkçı-faşist kaymakamı ALTINHIYAR, Özel Kalem Müdürlüğü'nden 15 Şubat tarihinde ilçedeki kamu kurum ve kuruluşlarına bir yazı gönderilerek kütüphane ve kitaplıklardaki PAMUK'a ait kitapların toplatılması istendi. Kaymakam Altınpınar imzalı yazıda şöyle denildi: "Son günlerde kamuoyunda tartışılan ve yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı yazar, yurtdışında verdiği beyanatlarda onurunu her şeyin üzerinde tutan Türk milletini rencide edici asılsız iftiralarda bulunmaktadır. Bu itibarla, tüm kamu kurum ve kuruluşlarımız kütüphanelerini ve kitaplıklarını tarayacak ve adı geçen şahsa ait kitaplar, ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim." Altınpınar, "Bu emri, Pamuk'un Ermeni soykırımına yönelik açıklamalarına tepki amacıyla verdim" dedi. Öte yandan, Altınpınar'ın yakın çevresine, İçişleri Bakanlığı'ndan gelen genelge doğrultusunda bu yazıyı yazdığını söylediği iddia edildi. İlk önce "Talimattan haberimiz yok" diye açıklama yapan Isparta Valisi İsa PARLAK, olayın dün akşam saatlerinde ortaya çıkmasının ardından Altınpınar'ın talimatınının iptal edildiğini duyurdu. Vali Parlak, "Altınpınar yetkisini yanlış kullanmış. Bu yanlış emirdir. Emir iptal edildi" şeklinde konuştu.
- Ne demişti?
- Orhan Pamuk, İsviçre'de yayımlanan Tagesanzeiger gazetesinin 'Das Magazin' ilavesine geçen şubat ayı başında verdiği demeçte, "Kimse söylemediği için söylüyorum. Türkiye'de 30 bin Kürt öldürüldü, bir milyon da Ermeni" demişti. - Gerçekte en az ikibuçuk milyon sivil ermeni hunharca öldürülmüştür...
- Belki de karşı çıkanlardan bazıları, bu rakam yanlışı düzeltilsin diye tepki gösteriyorlar...
- Belk!..
- Bu demece Türkiye'deki farklı çevrelerden gelen sert tepkiler üzerine ise PAMUK, "Tahümmülsüzlüğün geçmişte ne büyük acılara yol açtığını anlatmaya çalıştım" diye açıklama yapmıştı.
- Sütçüler ve Urla kaymakamı tipi beyinlere göre; doğruyu araştıran, ezilip horlananları korumaya kalkışanlar, sürüden farklı düşünenler birer vatan hainidirler, susturlup, kökleri kazınmalıdır. Nazım Hikmetler,Kemal Tahirler, Yalçın KÜÇÜK'ler, Sabahattin Aliler, Fikret BAŞKAYA'lar, İsmail Beşikçiler, Aziz Nesin'ler, Yaşar Kemal'ler, Orhan Pamuk'lar derhal susturulup, tüm kitapları büyük bir meydanda, resmi bir törenle yakılmalı; Türkiye, açıktan açığa USrael satellitine çevrilmelkidir?! Türkiye'nin Sütçüler kaymakamı kafasından kurtulabilmesi, AB üyesi olabilmesinden daha önemlidir. Zaten Sütçüler kaymakamı kafasının egemen olduğu bir ülke sonsuza dek bir Ortaçağ ülkesi olarak kalmağa tutsaktır!
- Üniversite yıllarında hukuk ve kamu yönetimi vbg okuyan çok arkadasim oldu, içlerinden en statikocu, hümanizmden ve empatiden uzak olanlari hep kaymakam olacagim hevesindeydiler, simdi görüyorum ki basarmislar. Yapmaya çalistiklari devleti vatanin en ucra köselerinde yasatmak, zenginlestirmek degil; rezil etmek, resmi ideolojiyi ortacag seviyesine indirmek. Üzüldüm çok üzüldüm. Pamuk'un söyledikleri kişisel görüşleridir; Pamuk bu ülkeyi baglamaz ama ALTUNPINAR ya da Piç MAİLOĞLU'nun işgal ettikleri koltuklar, devlet malıdır; T.C damgası var kıçlarında; ülkeyi baglar.
- Diyelim kitapları yaktınız, Orhan Pamuk'u ne yapacaksınız?
- Öyle!.. Söyledikleri hoşunuza gitmeyen birini 'susturmak' için yaptıklarını yok etmeniz yetmeyebilir. Eh, onun da çaresi var diyebilirsiniz ama... Neyse ki dünyanın kaderini engizisyon mahkemeleriyle giyotinler belirlemiyor artık. Bir kaymakamın 'maksadını aştığı yerde', amiri olan Vali 'Yetkisini doğru kullanılmamış, talimatı iptal edildi' diyebiliyor... Neyse ki...
- Kaymakam önce ilçesine kitap getirtsin, kütüphane düzenlesin! O namusssuz cahil, o koltukta bir açıdan da bunu için aylık alıyor; kamuoyunun kültürel zenginleşmesi için.. Fakat kendi beyni örümcekli; yine de bu halkın ekmeğinden çalarak yaşıyor bu çakal...
- Ortadoğu, bu çakallılara alışkın!.. Biz bu ayıpları gecmişte yaşadık. Türkiye'de kitapların yakıldığı, yasak konulduğu dönemler oldu.
- Bir aydın sorumluluğu olarak bu yazarş PAMUK, bir soykırım gerçeğini açığa vurdu ve barbarlar kudurdu; peşinden 'Susturun şu haini' yollu kampanyalar başlatıldı. Bir yazarı eleştirmek başka, susturmaya veya kitaplarını yakmaya kalkışmak başka... Eleştirmek demokratik bir haktır, kitap yakmak faşizmin ta kendisidir.
- Urla-Sütçüler vbg kaymakamlıklarını işgal eden bu ikiayaklı köpek ruhlu çeşniden yaratıkların davranışları gösteriyor ki Türkiye'de henüz bir fikir özgürlüğü bilinci yerleşmemiş. Bir insan fikrini tartışamıyorsa, karşı bir argümanı yoksa kızdığı kişinin eserleriyle uğraşmaya başlıyor. Türkiye'de uğraşma da nedense imha etme, yok etme gibi garip yöntemlerle cereyan ediyor. Urla'da yerel gazetelerin, Sütçüler'de romanların resmen yasaklanması davranışı da tipik ve korkunç örneklerdir.

**

Volum -III-

**

- Müzikte sansur uygulamalarına ilişkin belgesel var mı?
- Var!.. Örneğin, Grup Yorum'un başına gelenleri biliyor musun?
- Bilmiyorum... İzleyelim!
- Sansurle sansarlık arasında bir ilişki var mı diye Sordum Ali Paccı'ya!
- Ali Paccı kimdir?
- Çoğu kimse onu bilmez.. Ama Bağcılar'daki hakim ve savcılar çok iyi bilirler.
O bir avukat.. Ali İhsan Karahasanoğlu ile birlikte Vakit'in avukatı. Bizim yazdıklarımızın mahkemede hesabını o veriyor. Bir tek günde, tek bir mahkemede 40 ayrı davadan duruşmaya çıktı.. Guiness Rekorlar Kitabı'na girmesi gereken biri.. Son beş yılın hakkımızda açılan dava dosyasını istedim.. Yüzlerce dosyayı indirip bakması gerekiyormuş. Beşyüzden fazla dava açılmış hakkımızda..
Geçen gün Grup Yorum'un, 20. Yıl dayanışma konseri vardı. Oraya gittim.. Konser aralarında Grub Yorum'un başına gelenler aktarılıyordu, bu 20 yılda. Burası Türkiye. MS 2000'ler.. Biliyorum, bizim Karaoğlu, Goncagül ya da tiyatrocularımızın başına da az şey gelmedi.. Star olmuş, raiting yapan, birtakım sahte sanatçılar 10 bin dolardan aşağı ağızlarını açmazken, bir halkın acısını estetize eden bu insanlar, ucuz otellerde karın tokluğuna adım adım Anadolu'yu dolaşmışlar.. Ötekilerin durumu da aynı, ama ben elde hazır bir dökümü varken, bir örnek olsun diye Grub Yorum'un başına gelenleri, özet olarak ilginize, bilginize sunmak istiyorum.. Yıl 1988 Halepçe Katliamı'nı protesto etmek için düzenlenen gecede Kürtçe bir türkü söyleyen Grup Yorum gözaltına alındı. 12 Eylül sonrası demokratik bir etkinlikte ilk kez Kürtçe türkü söylenmesi üzerine yaşanan bu gözaltı sonrası grup üyelerine savcı sordu: Hanginiz Kürt? Grup üyelerinden, Tunceli doğumlu Metin Kahraman tutuklandı. Bir ay tutukluluktan sonra tahliye edildi.
9 Temmuz 1989... Mersin Likat-İş tarafından düzenlenen konser, başlamasına bir saat kala yasaklandı. Konser için gelen izleyicilerle birlikte türküler söyleyerek yasaklamayı protesto eden Yorumcular, dövülerek gözaltına alındı ve ardından tutuklanarak Mersin Cezaevi'ne konuldu. Dokuz Grup Yorum elemanının tutukluluğu iki ay sürdü.
24 Haziran 1990; İzmit'te gerçekleşen konserde polis, Hilmi Yarayıcı ve Elif Sumru Göker dışındaki Yorumcular'ın sahneye çıkmasını engelledi. Yorum bu konserini iki kişiyle verdi.
Ekim 1990; Konya'da iki ortaokul öğrencisi, Grup Yorum dinledikleri için gözaltına alınarak DGM'ye çıkarıldı.
Kasım 1990; Grup Yorum elemanlarının neredeyse tamamına pasaport yasağı konuldu.
9 Ağustos 1991; Üsküdar'da "Katibim Festivali" kapsamında verilen konserin yarısında, üç bine yakın dinleyiciyi polis dağıttı.
Ağustos 1991; İstanbul DGM, "Gelki Şafaklar Tutuşsun" isimli albüme bölücülük yapıldığı gerekçesiyle dava açtı.
19 Ocak 1992; Konya SHP Gençlik Komisyonu'nun organize ettiği Grup Yorum konseri, genel merkezin isteği üzerine emniyet tarafından yasaklandı.
15 Mart 1992; Denizli'de yapılan konser sonunda "İzinsiz Para Toplama Kanunu'na Muhalefet"ten soruşturma açıldı. Grup Yorum elemanları Elif Sumru Gürel ve Kemal Sahir Gürel, yirmişer ay hapis ve para cezası aldı.
25 Nisan 1992; Trabzon Özgür-Der'in düzenlediği ve 3000 kişinin izlediği konser sonunda bir grup taşlarla ve sopalarla saldırıya geçti. Olay süresince polis gelmedi. Yorumcular ve dinleyicileri, sekiz saat sonra salondan çıkabildi.
9 Haziran 1992; Eskişehir'de düzenlenen "Sevgi ve Dostluk Gecesi" sonrasında, Grup Yorum için gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı. Yorumcular, duruşmaya kadar teslim olmadı.
4 Temmuz 1993; Yorum elemanları, Gemlik konseri sonrası jandarma ve polis tarafından ayrı ayrı gözaltına alındı. Grup'la birlikte sahneye çıkan Yusuf Karadaş, üyesi olduğu Özgürlük Türküsü'nün konser fotoğraflarını taşıdığı için gözaltına alındı ve tutuklandı. Bu tutukluluk iki ay sürdü.
2 Eylül 1993; Kıbrıs'ta Lefke Spor Kulübü'nün düzenlediği konser, amfi tiyatronun dayanıksızlığı bahane edilerek yasaklandı. Daha sonra Sumru, Nuray ve İrşad gözaltına alınarak sınırdışı edildi. Grup üyelerine ömür boyu Kıbrıs'a giriş yasağı kondu. Mersin'de bir gün gözaltında kaldılar. Yaklaşık 1500 Yorum dinleyicisi, bu keyfi uygulamayı protesto etti. Konser öncesi de Taner Tanrıverdi, hakkında çıkış yasağı olduğu gerekçesiyle havaalanında gözaltına alınıp tutuklandı.
Ekim 1993; Bursa-Orhangazi'de yayın yapan 105.2 FM'de çalışan bir DJ, radyoda Grup'un şarkılarını çaldığı için işinden atıldı.
Ocak 1994; Kemal ve Sumru'ya, İzmir DGM'nin 1992 Denizli Konseri nedeniyle verdiği 20 ay hapis cezası kesinleşti. Sumru, Avrupa Turnesi nedeniyle yurtdışında olduğu için Türkiye'ye dönmedi, Kemal, 5 Ocak'ta Edirne'de gözaltına alındı, 15 Ocak'ta tutuklandı ve 1.5 yıl tutuklu kaldı.
Nisan 1994; Almanya'da düzenlenen bir şenlik, programda Grup Yorum olduğu gVakit, Mein Kampf'daki "Zionist Imperialism" tehlikesine çok haklı ana


    22nd May 2005 - 11:52:18 AM    
13691 : GAYS STINK !
Vakit, Mein Kampf'daki "Zionist Imperialism" tehlikesine çok haklı analizler getiren belgesel özü kavrama vaktidir; çünkü, "Zionist Military Financial Hegemony" yeniden ve bu kez tüm dünya insanlığını tehdit eden devasa boyutlarda en mediatk destekli/en utanmaz yalancı/en organize kriminal kaniçici/en modernize barbar/ en ahlaksız aşamasındaki güncel tehlikedir; işte, bunun için de (içinde Vakit gazetesi de bulunan) bir dizi media üzerinde "performe censor"/geliştirilmiş sansur uygulanmaktadır

**

FREEDOM in INDEPENDENT BRAINS///CENSOR; most ridiculous and well-performed manipulative industry of judaized imperialism

**

Turkish language version


**

Volum -I-

**

ÖZGÜR DÜŞÜNCEYE SAYGI DUYAN HERKES, SAYGISIZ SİYONİSTLERİN KISKACINDALAR...

**


- Siyonist lobinin etkisinde kalan Almanya İçişleri Bakanı; yayınına ara verilen Vakit'in Almanya baskısını ek bir fermanla yasakladı!.. Hem de, hiçbir "yargı kararı" olmadan!
- Iran`a-Suriye`ye, Türkmeneli Kerkük'e karsi havladıkları günlerde!
- Aynısıyla öyle!... Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily; Vakit'in, 2005 kışında iki aydan fazla süreyle Almanya'da engellendiğinden bile habersiz rolü oynadığını sergileyen komik ve bir o kadar da düşündürücü bir karara imza attı...
- Gerekçesi ne bu utanmaz kartaloş ibnenin?
- Alman kimliğini suistimal eden bu Evangelian Yahudi tohumu sahte Alman, "Siyonist terör" ve "Batılı toplumsal düzen"e karşı çıkan yayınlardan dolayı, Vakit'in Almanya baskısının durdurulduğunu açıkladı. Gerçek babası Human Butcher Ariel SHARON nasıl yapıyorsa aynısını yinelemiş oldu...
- Oysa Vakit, 20 Aralık 2004'ten bu yana Almanya'daki yayınına ara vermiş bulunuyor!
- Doğru! Bu bir extra saçmalıktır... Alman Bakan'ın, "2 ay 5 gündür yayın yapmayan" bir gazete hakkında, "İsrail aleyhtarı yayınların arttığını iddia etmesi de, hem gerçeklerden uzak, hem de komik bulundu... Bakan'ın esrik açıklaması, Batı ülkelerinin "fikir ve düşünce özgürlüğü" konusunda ne kadar samimi olduğunu da ortaya koydu.
- Suçlarını itiraf ediyorlar: Suçu kabul ettiremedik! Alman İçişleri Bakanı Otto, Vakit'i Almanya'da yasaklamış! Sebebi de, "gittikçe artan İsrail karşıtı, siyonist aleyhtarı makaleler" imiş! Zırt pırt Türkiye'ye gelip, "Basın özgürlügü niçin yok", "Homosexual sapıklara niçin daha fazla yetki verilmiyor?", "Anti-siyonistlerin hepsini neden Israel yöntemleriyle elimine etmiyorsunuz?" diye hesap sormaya kalkışanların ellerine, biz su bile dökemezmişiz de haberimiz yokmuş! Öyle bir yasakçılık ki; suç olduğunu ileri sürdükleri yazılar için dava açma yerine, toptan gazetenin yayınlanmasına yasak getirmişler!
- Yani, resmen sansür!
- Kokusundan anlaşılmaz mı bok!... Türkiye'de bir yazara ceza vermek için, önce yayınlanan yazı sebebiyle dava açılır, yazar mahkûm olursa ceza kesinleşir. (Ama bu durumlarda da gazetenin kapatılmasına artık karar verilemiyor. 2004 yılında kabul edilen AB'a uyum yasası çerçevesinde, artık gazete kapatmak Türkiye'de bile yasak!) Ama Almanya'da, gazetenin toptan kapatılması mümkün imiş! Üstelik, öyle mahkeme kararına falan da gerek yokmuş!.. Dünyadan haberi olmayan bir İçişleri Bakanı, önüne konulan bir kararı imzalayınca, gazete de kapanıveriyormuş orada! Gazete yayınına ara vermiş, vermemiş hiç önemli değilmiş!
- Allah bilir, adamın gazeteyi hayatında görmüşlüğü bile yoktur!
- Yok! Jerusalem Post`a abone olan bu ibne, özgürlüğün sesi olan yayınlar eline geçse de batar, bir yerini acıtır...
- Öyle ya, eğer gerçekten uyuşturucu dozunu kaçırmadıysa ya da sansurden daha önceden bilgisi yoksa kıçına ne girip çıktığını da bilmeyen bir bunaklık evresine girmiş demektir...
- Varsayalım ki habersizdir... Vakit'in 2.5 aydır Almanya'da yayınlanmadığından habersiz, ezbere yasaklama kararı verdiğine göre, gazeteyi görmemiş olması da gayet normaldir! Yeter ki, siyonist lobi istesin!
- Ama ne yaparlarsa yapsınlar, ördükleri tuzaklar, bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da hep kendi ayaklarına dolaşacaktır. Bakın, Almanya Büyükelçiliği, konuyla ilgili olarak dün yayınladığı basın bülteninde hangi bilgilere yer vermiş? " .. Makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır. (..) Yayınlanan çok sayıda makaleden anlaşıldığı üzere bu yayınlar münferit olmayıp, aksine sistematik olarak kışkırtma amacı taşımakta olup, bunlara kesinlikle göz yumulmamalıdır!" Bunlar sayın İçişleri Bakanı'nın sözleri!
- Böyle tasmasız bakan birgün bir takan çıkmayacak mı?
- Umarım!.. Demek ki, önüne konulan kararı okumadan imzalayan bakanlar, sadece Türkiye'ye özgü değilmiş! Almanya'da da bu tür "bakan"lar varmış! Sadece bakıp dururlarmış önlerine gelen kâğıtlara. Öyle olmasa, 2 ay önce Almanya baskısını durduran bir gazetenin, İsrail aleyhtarı olduğu söylenen makaleleri için "hissedilir derecede artırmışlardır" ifadesi nasıl kullanılır ki? Diyeceksiniz, "Belki de, yayına son verilmeden önceki tarihlerde İsrail aleyhtarı makalelerin arttığı kastediliyordur"... "Özrün kabahatinden büyük" diye bir söz vardır. Aynen öyle.. 2 ay önce ara verilen yayın için, Alman bakan daha yeni uyanıyor, "Burda gazetenin kapatılmasını gerektiren çok büyük bir suç var" diyor! Ne diyelim, Otto'ya bir mesaj yollayalım; "Uyan bakan bey, uyan! O makalelerin en sonuncusu bile 2 ay 5 gün önce yayınlandı! 2 aydır neredeydin?" Alman Büyükelçiliği'nin yayınladığı basın bülteni, siyonist lobinin tezgâhının perde arkasını net olarak gözler önüne seriyor aslında! Şöyle deniyor Alman Büyükelçiliği basın bülteninde: "Savcılığın geçtiğimiz yıllardaki çok sayıda tahkikatına rağmen şirket sahibi ve yöneticisi hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş, hatta kışkırtıcı makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır!" Keskinliğin derecesini nasıl tesbit etmişler, bunun için ellerinde bir ölçü aleti var mı bilemiyorum. Ama "Hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" olmak, dünyanın neresinde suçtur sayın Otto? Elinize yasaklama kararı koyanlar, anlaşılan sizi "suçu kabul ettirme" ile görevlendirmişler; siz de bu görevinizi yapamayınca, bu sefer yasaklama kararı önünüze konulmuş, siz de ne söylediğinizi bile düşünmeden, "hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" diye sitemde bulunmuşsunuz Vakit yöneticileri için! Ne yapalım; sizin arzunuzu burdan biz ilgililere duyuralım, bundan sonra siz ne isterseniz, hemen o suçu kabul ederler! Ne isterseniz! Roma'yı yakma suçu mu dersiniz, Hitler'i iktidara getirme mi dersiniz, nükleer silah icadı mı dersiniz, hepsini siz isteyin, Vakit sorumluları kabul etsinler! Yeter ki, siyonist lobinin isteği olsun!
Kim haklı isbat için çok önemli bir kıstas var; soralım Otto'ya, "Bu kadar suçladığın gazete hakkında, elinde kesinleşmiş tek bir mahkeme kararı var mı?" Yok! O zaman biz söyleyelim; Almanya'da basın özgürlügü yok!
- Yok mu bu utanmazlığın bir temsilcisi; soralım!?
- Var!.. Büyükelçi, örnegin...
- Sordun mu; ne oldu?
- Renkten renge girdi; kıpkırmızı oldu..
- Ìzleyelim!
- Federal Almanya'nın Ankara Büyükelçisi homosexual Wolf-Rudhard Born, Vakit'in Almanya yayınlarını durdurması için ortada bir mahkeme kararı olmadığını animsatan bir gazeteciye, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" dedi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı makamında ziyareti sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan ibne Born, Almanya ceza yasasına göre Yahudi karşıtı yayınların suç olduğunu savundu. Almanya'da çok sağlam (yalansa anasini essekler siksin) bir demokrasi olduğunu ileri süren ibne Born, "Ortada İçişleri Bakanlığı'nın verdiği bir karar bulunuyor. Yahudi karşıtı yazılar ceza kanunumuzda yasaklanmıştır. Kanunlara göre hareket ediyoruz. Vakit, kanunlarımızda yer alan yaptırımların aksi yönünde hareket etti. Bizde bu kararı aldık" dedi. Muhabirlerin sorularından sıkılan ibne Wolf-Rudhard Born, "Vakit gazetesinin son altı gündür yayınlarından rahatsızız" dedi. Otto SSCHILY gibi bir yalama götveren olan Born, muhabirlere, "Vakit, Almanya'da yedi yıldır yayın yapıyor. Bu ve benzer yasakli gazeteler hakkında herhangi bir mahkeme kararı var mı?" şeklindeki sorusuna, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" şeklinde konuştu. Almanya'da, Türkiye aleyhine siyonist emperyalist yayın yapan birçok amerikanci Yahudi propaganda yayınlarina müdahale edilmediğini hatırlattığımız Büyükelçi, "Böyle yayınlardan haberimiz yok. Yasalar dışında yayın yapan herkese aynı şeyi yaparız" diyerek, Yahudi yularli medyaya üstü örtülü arka çıktı. Ìbne Born, "İsrail'in Filistin'deki katliamlarını eleştirmek suç mu?" bicimindeki sorumuz üzerine de, "Farklı düşüncelerimiz var. O yüzden sizinle anlaşamayız" dedi. Sorularımız karşısında iyice bocalayan Siyon orospusu Born, hızlı adımlarla belediyeden uzaklaştı. Siktirip defoldu, Alman bayrağını suistimal ederek kullandigi köpek kulübesine kaçtı; girdi...

**

- Alman kimliğini kötüye kullanan bu esrik bakan piçine kınama eyleminde bulunan yok mu?
- Var elbette!.. Bu arada; Alman Bakan'ın açıklaması üzerine durumu değerlendiren Vakit Yayın Kurulu, şu açıklamayı yaptı:
"Almanya Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin dün yaptığı açıklamada 'Geçmişte, özellikle İsrail devletine, siyonistlere ve Bat?l? toplumsal düzene karş? makaleler yay?nland?ğ?' öne sürülerek gazetemizin Almanya baskısının durdurulmasına yönelik kararı kabul edilemez bir karardır. Öncelikle belirtelim ki, Vakit gazetesinin Almanya baskısı 20.12.2004 tarihinden bu yana zaten yapılmamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesine aykırı olarak Alman polisinin yaptığı keyfi baskılar sonucu, Vakit gazetesinin Almanya baskısına, bugün itibariyle 66 gündür zaten ara verilmiş bulunmaktadır.
Bu durumdan bile habersiz Alman İçişleri Bakanı Otto, olmayan bir yayını yasaklama gibi komik bir karara imza atmıştır. Açıklamadaki, 'Batı karşıtı propaganda yapılmasina izin verilmeyeceği' beyanının, düşünce ve ifade hürriyetine Almanya'nın nasıl yaklaştığının göstergesi olduğu açıktır. Alman Bakan'ın, 'Savciliğin sürdürdüğü birçok soruşturmaya rağmen, Yeni Akit yöneticilerinin tutumlarını değiştirmek yerine, kışkırtıcılık yapılan makale sayısını artırdıkları' iddiası da, 2 ay 5 gündür yayın yapmayan bir gazete hakkında Bakan'ın nasıl bir bilgisizlik ve önyargı içerisinde olduğunu göstermektedir. Uzun süredir yayın yapmayan bir gazetede, USrael faşizmi aleyhtarı makalelerin arttığı nasıl iddia edilebilir? Görülmektedir ki; siyonist lobinin eline tutuşturduğu bir yasak kararını açıklamaktan başka bir rolü olmayan sayın Bakan, verdiği yasak kararının işlevsizliğinden bile habersizdir. E.U. ilkelerine uyum adı altında, Türkiye'ye yapmadıkları baskıyı bırakmayan batılı ülkelerin gerçek yüzleri bu kararla bir defa daha ortaya çıkmıştır. İşte Batı'nın düşünce hürriyetine bakış açısı; 'yayında olmayan gazeteyi bile yasaklayacak' kadar acımasızdır! Bugüne kadar 7 yıldır Almanya baskısı yapılan bir gazetenin, tek bir mahkûmiyeti ve mahkeme kararı bile yokken, bir siyasetçinin emri ile gazete baskısının yasaklanması, insan haklarına aykırı, yargısız infaz niteliğinde hukukdışı bir karar olduğu her türlü tartışmadan uzaktır. 1940'larda Hitler'in Yahudilere yaptığı iddia edilen zulmün çok daha şiddetlisi, bugün siyonist odakların etkisi ile Otto tarafından tek bir mahkûmiyeti bile olmayan Vakit gazetesine yönelik olarak gerçekleştirilmek istenmektedir! Ama Otto'nun ve onun eline bu kararı tutuşturan lobinin gücü, Vakit'i 'doğruları yazma kararlılığı'ndan vazgeçirmeye yetmeyecektir! Bu karar ile öğrenmiş bulunuyoruz ki; Almanya'da bir siyasetçinin kararı ile, istenilen her muhalif gazete kapatılabilmektedir! Bırakın insanların düşünce hürriyetlerini engellemeyi, tümüyle bir gazetenin faaliyetini bile yargı kararı olmaksızın engelleme cüreti gösteren bu girişimin, Avrupa'nın gerçek yüzünü öğrenmemiz açısından büyük faydası olduğu kanaatindeyiz. Tek bir mahkûmiyet kararı olmayan Vakit gazetesi sorumluları olarak, Alman İçişleri Bakanı Otto'nun aldığı kararı kınıyor, bu yargısız infaz kararını tarihe bir ibret belgesi olarak not düşüyoruz."

**

- Almanya`da siyonist lobbylerin azıttıklarını anladık; sürpriz değil... Fakat Ortadoğu`da müslüman geçinen bazı üniformalıların yarışma hırsını anlamak zor...
- Rüşvetin gücü! Buyrunuz, daha henüz sıcaklığını koruyan şu belgesele bir göz atınız!
- İzleyelim!
- Vakit’e ceza yağdı... Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit gazetesini “Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira olmak üzere 624 milyar, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkûm etti. Mahkeme, dâvâ konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, Doğan'ı tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit Gazetesi’ni, ‘’Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira mânevî tazminata mahkûm etti. Mahkeme, dava konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in, RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, 312 generalin, Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eruygur’un da ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazılardan dolayı açtıkları davaları karara bağladı.
- Sirk sürüyor... 312 generalin açtığı davaya, generallerin avukatı Bilgin Yazıcıoğlu ile RTÜK üyesi Mehmet Doğan ve Vakit Gazetesi’nin sahibi Nuri Aykon ile yazıişleri müdürü Harun Aksoy’un avukatları katıldılar.
- "Yazı kimin?" tartışması gündemdeydi...
- Evet!.. Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, müvekkilinin dava konusu köşe yazısını yazan Asım Yenihaber olmadığını ileri sürdü. Davacı tarafın dosyaya sunduğu elektronik posta adresi ve internet protokol numarasıyla müvekkilinin adına ulaşıldığını, ancak herhangi bir kişinin elektronik posta adresini ve internet numarasını vermek suretiyle o kişiye suç yüklenebileceğini öne sürdü. Avukat Metin, bu durumun açıklığa kavuşturulması için bilirkişi incelemesi talebinde bulundu ve tanık dinleteceklerini söyledi. Davacıların avukatı Yazıcıoğlu ise internet sisteminin, yazının Doğan’a ait olduğunu ispatladığını, Türk Telekom’a mahkeme tarafından yazılan yazıya gelen cevapta da köşe yazısını elektronik postayla gönderen kişinin Mehmet Doğan olduğunun ispatladığını savundu. Yazıcıoğlu, bunun teknik bir konu olduğunu ifade ederek, krokisini de dosyaya sunduğunu söyledi. Yazıcıoğlu, ayrıca Vakit Gazetesi’nin tirajını gösteren belgeyi de verdi. Yazıcıoğlu, Hakim Bülent Çınar’ın sorusu üzerine, Mehmet Doğan’ın internet protokol numarasının Nurullah Kuloğlu adlı ihbarcıdan geldiğini, ancak o kişinin nasıl temin ettiğini bilmediğini belirtti.
- "Vakit'e sansür uygulanıyor" başlığını anımsıyoruz...
- Davalılardan Nuri Aykon ve Harun Aksoy’un avukatları, dava konusu yazının gazeteye faksla ulaştığını ileri sürerek, metni bulmaya çalıştıklarını söylediler. Avukatlar, dâvâyla ilgili olarak Vakit Gazetesi’ne konulan yayın yasağının kaldırılmasını talep ettiler ve diğer yayın kuruluşlarına yönelik böyle bir olay olmadığını, Vakit Gazetesi’ne sansür uygulandığını ifade ettiler. Yargıç Çınar, yayın yasağına tepki gösteren avukatlara, diğer yayın kuruluşları adına söz alma ve konuşma yetkileri olmadığı uyarısında bulundu. Aykon ve Aksoy’un avukatları Yargıç Çınar’ın son sözlerini sorması üzerine, delil sunmak için süre istediklerini ifade ettiler.
- Generallerin avukatı Yazıcıoğlu da son sözünde talepleri gibi karar verilmesini istedi.
- Evet!.. Yargıç Çınar, araştırılacak başka bir konu kalmadığını, Vakit Gazetesi’nin avukatlarının taleplerinin yersiz görüldüğünü belirterek, davacıların manevi tazminat taleplerinin tamamen kabulüne karar verdi. Yargıç Çınar, Vakit Gazetesi’nin sahibi Aykon, Yazıişleri Müdürü Aksoy ve Mehmet Doğan’ı yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz de eklenerek her bir davacı için 2’şer milyar lira olmak üzere toplam 624 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Mahkeme, köşe yazısını yazan Asım Yenihaber’in de RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vermiş oldu ve tazminattan sorumlu tuttu. Bu arada, karar açıklanmasına tepki gösteren Vakit Gazetesi’nin avukatları, taleplerinin dikkate alınmadığını ve tutanağa geçirilmediğini, savunma haklarının kısıtlandığını iddia ettiler ve tutanak tutacaklarını belirttiler. Hakim Çınar, kararın temyize tabi olduğunu hatıratarak, hukuki yolların tükenmediğini ifade etti.
- Avukatlar duruşmayi terketmişti; degil mi?
- Öyle!.. Daha sonra Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un yine Asım Yenihaber imzasıyla Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazısında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 10 milyar lira manevi tazminat talepli davasına geçildi. Vakit Gazetesi’nin avukatları, bu duruşmaya katılmayacaklarını belirterek, duruşma salonunu terkettiler. RTÜK üyesi Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, diğer davada olduğu gibi müvekkilinin dava konusu yazıyı yazan kişi olmadığını savunarak, bilirkişi incelemesi talep etti. Metin, aksi halde herkesin herkesi ihbar edebileceğine işaret ederek, adaletin allak bullak olacağını ifade etti. Orgeneral Eruygur’un avukatı Yazıcıoğlu ise kişilik haklarına saldırı iddiasını yineledi. Yargic Çınar, dosyada delillerin toplandığını belirterek, davanın kısmen kabulüne ve Aykon, Aksoy ve Doğan’ın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle müştereken 4 milyar lira manevi tazminat ödemesine karar verdi.
- Bu rüşvete susamış olanlar da müslüman?!
- Yahudi emperyalizminin kıçını yalayan bu çeşniden öğeleri, Otto CHILLY`den daha tehlikeli buluyorum...
- Aynı görüşleri paylaşıyorum sizinle ve o derecede derin endişeler içerisindeyim!

**

- Tv 5, Milli Gazete gibi medya organlarına karşı kendi kendini Yargıç ve Savcı olarak atayan sözde diplomatlara ne diyorsunuz?
- Olamaz!
- İzleyelim!
- Belgeler ortada!... Soytarılar, istedikleri kuruma, kuruluşa, yayın ve basın organlarına sansur uygulamakta hiçbir çekince göstermiyorlar... USA Büyükelçiliği’nin, Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, Irak’ta yaşananları aktardığı ve halkın tepkisini yayınladığı için bir gazete ve televizyona ambargo uygulanmasının, evrensel basın-yayın ilkelerine aykırı ve anti-demokratik olduğunu söyleyerek, “ABD, Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çekiyor ve bu hezimetin faturasını da Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ediyor. Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılmaz. Basına ve medyaya sansür uygulayarak Irak’ta yaşananları kamuoyundan gizleyemezsiniz. Burası ABD değil, Türkiye. Kendi ülkelerinde basına ambargo uygulasınlar” dedi. Wall Street Journal’da yayınlanan “Yeniden Avrupa’nın Hasta Adamı mı?” yazısı ve ardından USA Büyükelçiliği’nin Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, son günlerde gelişen olayların Irak’ta bataklığa saplanan ABD’nin bataklıktan çıkmak için suçu başkasına yüklemeye çalışma refleksi olarak değerlendirdi. Konuyla ilgili yazılı bir basın açıklaması yapan Aksu, “Tarihini sömürge, zülüm ve katliamlar üzerine bina eden bir ABD’nin geçtiği yollara dönüp bakmadan bu tarz serzenişlerde bulunması, yaptıklarının onaylanmasını beklemesi, bırakınız beklemeyi bunu bir emrivaki olarak dayatması ne akıllara ne de vicdanlara sığmaz” dedi. ABD’nin Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çektiğini ve bu hezimetin faturasını Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ettiğini belirten Aksu: “Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılamaz. Türkiye’deki Anti- Amerikan rüzgarından rahatsızlık duyanlar acaba bu rüzgarın esmesinde hiç mi kabahatli değillerdir? Yeri geldiğinde dünyanın en kanlı diktatörlerini besleyip onların milyonları katletmesine ön ayak olan, Afganistan ve Irak işgallerinin meşruiyetini sorgulatmayan bir zihniyet elbette ki bunun bedelini ödemelidir” dedi.
- Türkler, Amerikan halkından değil Bush’un politikalarından rahatsız
- Güzel dile getirdiniz!.. “Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin (Amerikan kaynaklarına göre) en az 100 bin sivili öldürmesi, tutuklulara işkence yapması, bu ülkenin bir terörist yuvası haline gelmesi, Türkiye’yi olumsuz etkilemesi, bütün dünyada olduğu gibi Türk kamuoyunda da Bush’a karşı muhalefeti güçlendirmiş, yeniden seçilmesi büyük hayal kırıklığı uyandırmıştır” diyen Aksu, Amerikalıların Irak’taki Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi ve sözde “teröre karşı savaş?” veren ABD’nin, Kuzey Irak’a yuvalanan Mo$$ad&Barzioni teröristleri hakkında hiçbir önlem almayışı gibi gelişmeler ise Bush aleyhtarlığının Türkiye’de doruğa tırmanmasına yol açtığını vurguladı.
- Ismarlama sevgi ayarı yapılmaz!
- Çok dogru!..
- Hani, Turkiye&Almanya vbg ülkeler isgal edilmemişti?! Yalnızca Filistin'de, Irak'ta ve benzerleri üzerinde egemen sanılıyordu bu ZOG denen Militer-Mafya? Bu ne ya; bu sansur denen illet, Tel Aviv'den dikte edilen bir diktatorluk gibi yayginlaştirildi?...
- Pentagon aracılığıyla Bush yönetiminin müttefiklerine ABD karşıtlığının çözülmesi ve halkların kendilerini sevmesi mesajının verildiğini ifade eden Aksu, “ısmarlama sevgi ayarlarıyla nereye varılabilir” diye sorarak sözlerine şöyle devam etti “ABD’nin takkesi Irakta düşmüştür. Tüm dünya kamuoyu kendisine karşı öfkelidir. Kimi kime şikayet ediyorlar ya da kimden neyi savunmasını bekliyorlar. Demokrasilerde siyasetçilerin işi kamuoyunun tepki ve taleplerini en uygun şekilde yansıtmaktır yoksa bu tarz emri vakilerle kamuoyunu hizaya getirmek değil.”

**

- Sansur prosedürüyle amaçlanan, yalnızca engelleme değildir. Bir olaya ilişkin doğru bilgi akışı sansur yoluyla engellenirken ikinci amaç gerçekleştirilir; olayın saptırılması. Cocuklara karsi islenen suclarda resmi makamlardaki suçortaklarının çabalarını anımsayınız... Özellikle sexual amaçla çocukların pazarlanması sırasına taa üst düzeyden direkt fermanlarla gelen sansur uygulamalarına tanık oluyoruz; çünkü, çocukların pazarlamasına ortam sağlayan kirli tabaka, kendinin açığa vurulmasını istemez. Elinde de en büyük silah olarak sansur vardır...
- Ìşleyiş'i, Urla'da çok net gördük; klipleri yeni yeni yayına konulabiliyor...
- Ìzleyelim!..
- Son günlerde tartışmalara neden olan Barbaros Çocuk Köyü ile ilgili haberler davalık oldu. Yayınladıkları haberler nedeniyle Özgür Urla gazetesine, Urla Kaymakamlığı koltugunda oturan sanik Ahmet Mailoğlu tarafından sansür uygulandı. Gazeteciler TUNALI ve SÖKE, Barbaros Köyü'nde cinsel taciz iddialarını yazdıkları için kendilerine "devlet ve millet düşmanı" diyen kirli kaymakam'a dava açtı. Kaymakam taslağı da, gazete haberlerine dava açtı; tedbir koydurdu. Gazetecilerin itirazı görüşülüyor... İzmir'de çıkan Yarımada gazetesi sahibi Selçuk TUNALI ile Özgür Urla gazetesi sahibi Ali Rıza SÖKE, Star TV'deki "Objektif" programına katılarak, Barbaros Köyü'nde çocuklara cinsel taciz iddiaları ile ilgili kendilerine "devlet ve millet düşmanı" dediği gerekçesiyle Urla Kaymakamı Ahmet Mailoğlu'ya 50 bin YTL'lik tazminat davası açtılar. Gazeteciler 3 Şubat'ta yayınlanan programdan iki gün sonra Kaymakam hakkında yakınma'da bulundu. Kaymakan Mailoğlu bunun üzerine, gazetelerde kendisi ile ilgili yayınlanan haberlerede "kişilik hakları zedelendiği" iddiasıyla gazetecilere dava açtı. Urla Asliye Hukuk Mahkemesi de iki gazetedeki Kaymakam haberlerine aynı gün tedbir koydu.
- Mahkeme, tedbire itirazı görüşüyor
- Durumu yatıştırıyor...
- Öyle!.. Tedbir kararına itiraz eden gazeteciler, yapılan yayınların "Basın Kanunu, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) uygun olduğunu savunarak, "tedbirin nasıl bir haber verileceği ilan edilmeden, muhtemel, ne olduğu belirsiz bir saldırı olasılığı" üzerine alındığını iddia etti.
- Mahkeme, itirazı değerlendiriyor.
- Bakalım ne çıkacak!
- Yarımada gazetesinin 28 Ocak 2005, Özgür Urla gazetesinin de 1 Şubat 2005 tarihli nüshasında cinsel taciz soruşturması ile ilgili bilgilere yer verilmiş ve Kaymakama sorular yöneltilmişti. Kadir Çelik'in sunduğu programda, Kaymakam Mailoğlu'nun "Bu iddianın sahipleri iki tanedir bunlar. Bu iddia iğrenç ve saçmadır. Bu iddianın kaynağı olan, bahsedilen iki kişi... Her zaman devlet, Kaymakamlığımızın manevi ve mukaddes değerlere saygılı olmamdan dolayı şahsım üzerine kurulmuştur. Bu gazetelerin yayın politikaları incelendiğinde devlet ve millet düşmanı olduğu açıkça belli olan bu şahıslar..." dediği iddia ediliyor. Sorun ve baskıların yeni başlamadığını kaydeden gazeteci Söke, bianet'e verdiği bilgide, bir yıl önce yazılarının yayımlandığı sayıların Kaymakamca polis kullanılarak toplatılmaya çalışıldığını, İçişleri Bakanlığı'na yaptığı şikayetlerin üzerinin ise yalanla kapatıldığını savundu. (EÖ/EÜ)
- Sansur olaylarinda kiralik utanmazlar, gazetecilik oynuyorlar.. Bu utanmazlara en acikli örnek, Savaş AY adindaki ucuz provokatordür...

**


- Yerel basın, Savaş Ay’a karşı...
- Çıkarcı bir çakaldır bu enstrüman, adı yanlış Savaş piçi, yine kanlı koku aldı ve pisliğe daldı!
- Öyle! Urla Kaymakamlığı ile Barbaros Köyü arasında mekik dokuyan yerel basın Savaş Ay gazeteciliğini tartışıyor; “Köye o giriyor da biz niye giremiyoruz? Savcı ona konuşuyor da bize niye konuşmuyor?” Kaymakamlık önünde savcının dışarıya çıkıp bir açıklama yapması için bekliyorlar; saatler ilerliyor, hava kararıyor, savcı yok. Sonra bir söylenti dolaşıyor ortalıkta; “Savcı, Savaş Ay’a konuşmamış, ben öyle şeyler söylemedim.” demiş. Urla’da çıkan yerel gazeteler de kaymakam ve okul müdürüyle ilgili zehir zemberek yazılara devam ediyor. 15 günde bir yayımlanan Özgür Urla gazetesini tek başına çıkaran Ali Rıza Söke koltuğunun altında sıkıştırdığı gazeteleriyle takip ediyor gündemi. 1000 adet bastırdığı gazetesi neredeyse tükenmek üzere, yeni gelişmeleri duyurmak için ek bir baskı yapmayı bile düşünüyor. Ali Rıza SÖKE, Barbaros Çocuk Evi’nden bir çocuğu da nüfusuna geçirmiş. Özgür Urla, Yarımada ve Demokrat Urla’nın suçladığı kaymakamı aklayan tek gazete Urlalılara “İnanmayın, yazılara inanmayın... Belgeler var.” diye seslenen Urla Postası. Tutuklananlar arasında yakınları bulunanlar da oyunu ‘raconu’na göre oynamayı öğrenmişler. İçlerinden biri, “Yarın, gazetenizde bakıcı anneler suçsuz diye manşet atarsanız, size önemli bir bilgi vereceğim.” diyor.
- Tecavüzcü pezevenk tohumları birer birer kefaletle birakilirlarken yazı ve şiir yazmaktan icerde tutlan aydinlara, sansur kurbanlarına kolay kolay böyle bir olanak tanınmıyor...
- Neden uygulanmiyormus; gazeteci Sinan Kara dün Urla Cezaevi'nden şartlı serbest bırakıldı.
- Birakıldı ama cezasının tamamını çektikten sonra.. Sinan KARA'nin çektigi ceza yanında bu çocuk tecavüzcülerine yapılan, "konuk ağırlamak" diye anılmalı!
- KARA'nın davaları Türkiye'deki basının tehdit altında olduğunun bir göstergesi. Özellikle de yerel basın kıskaç altında,"

**

- Bir RTUK belası var...
- Örnegin?!
- Küçük Özgürlük bile yok! RTÜK, daha önce Türkiye'de sinemada da gösterilen, festivallerde ödüller alan 'Küçük Özgürlük' adlı film nedeniyle Primemax ve Primemax 2'yi süresiz kapattı. Digitürk ise buna, 2 yeni kanalla karşılık verdi. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Digitürk üzerinden yayın yapan Primemax ve Primemax 2 kanallarını, yayımladıkları "Küçük Özgürlük" filminde 'bölücülük propagandası yapıldığı' gerekçesiyle süresiz kapattı. Digitürk ise bu kanalların yerine GoldMax ve GoldMax 2 adlı iki kanal koydu.
- 'Gülünç ve çağdışı'...
- Elbette!... 25 yıldır Almanya'da yaşayan filmin yönetmeni Yüksel Yavuz ise Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 'Eser İşletme Belgesi' alan, çeşitli festivallerde gösterilen ve Aralık 2003'te Türkiye'de vizyona giren film nedeniyle kanal kapatılmasını 'çok gülünç ve çağdışı' sözleriyle nitelendirdi. Yavuz, filmin konusunu ise şöyle özetledi: "Çocuk yaşta Almanya'ya gelen bir Kürt ile Afrikalı genç, 16 yaşında mahkemeye çıkarılıp ülkelerine gönderileceklerini bildikleri için illegal yolla yaşıyorlar. Kürt genci, bir zamanlar 'dağa çıkmış' bir akrabasının yanında kalıyor. Bu arada tanışıp çok sevdiği yaşlı adamın, anne ve babasının ölümünden sorumlu olan kendi köylüsü bir korucu olduğunu öğreniyor. Adamı öldürmek için sorguya çekerken bundan vazgeçiyor. "
- 'Yeni sansür anlayışı'
- Resmen!.. Filmin Türkiye dağıtımcısı Belge Film'in sahibi Sabahattin Çetin de, şöyle konuştu: "RTÜK, devletin gösterimine izin verdiği filmin televizyondaki yayını yasaklamakla kalmıyor. Filmi yayımlayan kanalı da süresiz kapatıyor. Bu yepyeni bir sansür anlayışı. RTÜK, AB yolundaki Türkiye'nin başına yeni dert açıyor. Bu olaya karşı yasal hakkımızı kullanacağız"

**

Volum -II-

**

- SANSURün EMPERYALiT cinsi ile SANSARLIGIN SiYONiT cinsi ARASINDA BIR BAGINTI VAR MI?
- Olmaz mı!.. Hem de enternasyonal boyutta!.. İzleyelim!..

**

- Yahudiler bu ikilem bakımından çok deneyimlidirler... İkinci Dünya Savaşının bitişiyle dünyayı saran Cold War, yani soğuk savaş yıllarında, dünya kamuoyu kobay gibi kullanılarak beyni yıkandı. Sansur, Sosyalist ülkelerin de bir bir yıkılmasıyla bir resmi ders niteliği aldı. Öyle ki, bugün biz Dresden`in nasıl yerle bir edildiğini bilemiyoruz; HITLER ve nice kimseler öldürülmüşken, bizler kaç kuşaktır bu yok yere öldürülen kurbanlara değil de cellatlara acıyoruz... Dünya çapında örgütlü olan soykırımcı katillere ağlayıp hallisunasyonal filmler üretiyoruz çünkü beynimiz mükemmel yıkanmış ve Yahudiler öldürüldü sanıyoruz... Kargaları güldüren bir tarihsel manipulasyon... Çünkü yahudi yalancılığı tradisyonal bir meslektir; ona sansur yok!... Sansur, eleştirel beyinlere uygulanan bir silah!... Milyonlarca Alman ve milyonlarca Avrupalı ve hatta adını anımsamakta güçlük çektiğimiz ülkelerden insanlar soykırıma uğratıldılar. Alliance denilen USA&AUSraelia vbg Siyon güçleri dünyayı yakıp yıktılar ama hemen tüm lise kitaplarında biz Yahudilere kıyıldı diye okuyoruz. Oysa ki, Çalışma Kamplarında bir çeşit korumada bulunan Yahudiler ve yağmacılıkta uzman olup da yükte hafif pahada ağır ne varsa talan eden Yahudiler, savaçlardan en az zararı gören yegane tilkimsi sürüdür. İkinci Dünya Savaşı öncesinde tüm Avrupa`da toplam 1.300.000 Yahudi vardı; WW II denen bu savaştan sonra yani 1945, ten sonra sayılarının 3.100.000 olduğu görülür. Avrupa`da hırsızlıktan arananlar kendini Israel denen işgal topraklarında güvencede bulurlar ve güttükleri Birleşmiş Uluslar Örgütü de 1948`de dünyanın ilk Yağmacılar Cenneti ZOG çetesine "devlet unvanı" verir. Burada yine sansur ve manipulasyonun gücüne dönersek; hani nerede 6.000.000 Yahudi gaz odalarında tavuk gibi tütsülenmişmiş de belmem ne? Kendimiz gittik gördük, o düzmece merkezlerde, yani Alman Çalışma Kamplarının hiçbirinde gaz odası yok, gerçekte öyle bir gaz olsa Alman onuı savaşta İngiliz Evangelist itine, Amerikan Siyon çakalına karşı kullanırdı... KAldı ki, Çalışma Kamplarına gönderilenler yalnızca asalak Yahudiler olmayıp işsiz Almanlardı, hatta sayısız ulustan olup da zamanın gereği savaş donanımı üreten kimselerdi, ustalardı, uzmanlardı... Yine sansur yoluyla boyanan rakamlara bakalım, üç milyon yalancı, geleneksel ve fanatik alışkanlık eğilim özelliğini sergileyerek, altı milyon Yahudi yaratık gazlandı, diyor... Papağanlar da yineliyor... Matematik bilmeyen bir geri zekalıyı düşünün ve dünyanın da geri zekalılar düzeyine düşürüldüğünü kavrayın artık, lütfen!
- İçinde bulnduğumuz Yüzyıl`da da aynı geleneksel yöntemler sürdürülüyor... Siyon emperyalizmi, şimi düne oranla çok daha modern donanımları ve beyin yıkama makinalarını tekelinde bulunduruyor...
- Örnekler misiniz?
- İzleyelim!.. Ortadoğu belgesel klipleriyle girelim... Çağdaş emperyalizmin saldırgan ve işgalci tutumu İslâm coğrafyasında kan akıtılmasına yol açmaya devam ediyor. Emperyalizm ve onun uzantıları her ne kadar kendilerini sevimli gösterebilmek için "demokrasi, özgürlük ve insan hakları" gibi kavramları propaganda malzemesi olarak kullansalar da onlar sürekli kanla beslendiklerinden, güç ve hâkimiyet sahibi oldukları yerlerde mutlaka kan akıtılacaktır. Onlar bir yandan kan akıtırken, yıkım ve tahribat yaparken, bir yandan da kendilerini haklı çıkarabilmek için başkalarını suçlu göstermeye çalışıyorlar. Bunun için son dönemde kullandıkları en önemli olgu ise "terör"dür. Oysa gerçek anlamda terörün iplerini ellerinde tutanlar ve amaçlarına ulaşmak için terörü araç olarak en çok kullananlar onlardır. Terörü kendi saldırganlıklarına ve hukuksuzluklarına gerekçe olarak gösterdiklerinden yerine göre başkalarının üzerine yükleyebilecekleri terör eylemleri gerçekleştirmekten de çekinmemektedirler. Çünkü onların önlerinde herhangi bir ahlâki engel ve kendilerini engelleyen bir prensip yoktur. Onlar makyavelist felsefeyi benimsemiş olduklarından amaçlarına ulaşmada mümkün olan her şeyi, her metodu ve aracı meşru görmektedirler.
Sürekli kanla beslenen emperyalizm canavarı, Aşura gününde, Hz. Hüseyin (r.a.)'in şehit edilmesinin yıldönümünü ihya programlarında Irak'ta ve Pakistan'da aynı gün içinde gerçekleştirdiği bombalamalarla büyük bir katliama sebep oldu. Irak'ın Kerbela ve Bağdat şehirlerinde gerçekleştirilen bombalamalarda en son açıklamalara göre 171 kişi hayatını kaybetti. Pakistan'daki bombalamalarda ölenlerle birlikte bu sayı 200'ü aştı. Olaylarda yüzlerce insan da yaralandı. Bombalamalar adeta "bu kadar insanı bir arada yakalamışken, fırsatı kaçırmayalım" anlayışıyla gerçekleştirilmişti. Yahudi yularlı USA emperyalizmi olaylardan hemen sonra medya gücünü kullanarak, kendini kamufle etme ve suçu yine "terörün ana odağı" olarak kabul ettirmeye çalıştığı el-Kaide'ye yüklemeye çalıştı. Bu amaçla Irak'taki adamlarından bazılarını da devreye soktu ve onların ağızlarıyla açıklamalar yaptırdı. Irak Geçici Yönetim Kurulu üyesi Muvaffak er-Ruba'i, Amerika'nın CNN televizyonuna yaptığı açıklamada el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak amacıyla bu patlamaları gerçekleştirdiğini ileri sürdü. Oysa el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak istediği iddiası tamamen tutarsız ve kendi içinde çelişkiliydi. Çünkü el-Kaide'nin Irak'ın içinde bir iç savaş çıkmasından herhangi bir kazancı olmayacaktı. İşgalci güçlere karşı savaş verdiği söylenen bir örgütün, işgal güçlerinin işine yarayacak ve onlara karşı savaşanları zayıf düşürecek bir iç savaş istediğini söylemek son derecede mantıksız ve tutarsızdı. Ama tabii onlar kendi ağızlarıyla ve mantıklarıyla değil efendilerinin ağızlarıyla konuşuyorlardı. Kafalarını da kendilerini bir yerlere yerleştiren efendilerine kiraya vermişlerdi. Dolayısıyla mantık ve akıl kurallarına göre değil efendilerinin kendilerine telkin ettiği şekilde düşünmeleri gerekiyordu. Olaylar üzerine gerek Şii gerekse Sünni cemaatin ileri gelenleri, yaptıkları açıklamalarda bu olaylardan istifade eden tarafın sadece ABD olduğunu vurguladı ve Müslümanlardan oyuna gelmemelerini, fitnenin içine sürüklenmemelerini istediler. Amerika'nın Irak'a yönelik stratejisi üzerinde araştırmalar yapan bazı uzman kişiler de bu olayların arkasında ABD'nin olması ihtimalinin yüksek olduğuna dikkat çektiler. Bu kişiler Amerikan işgal güçlerinin kendilerine karşı sürdürülen direniş karşısında başarılı olamadıklarını, dolayısıyla bu direnişi zayıflatabilmek için Iraklıları bir iç savaşın içine sürüklemek istediklerini vurguladılar. Çünkü işgal güçleri bu yolla kendilerine karşı savaşanları zayıf düşürebileceklerini ve böylece Irak üzerindeki askeri hakimiyetlerini sağlamlaştırabileceklerini umuyorlar. Böyle bir fitne için en kapsamlı potansiyelin ise Şii - Sünni ayrımı olduğunu düşünüyorlar. Çünkü bu iki unsurun nüfusa oranı birbirine yakındır. Dolayısıyla bir Şii - Sünni fitnesi çıkarılması durumunda ülke nüfusunun bir yarısı diğer yarısına karşı harekete geçirilmiş olacaktır.
- Aslında Amerikan emperyalizmi Irak halkı arasında bir Şii - Sünni fitnesi çıkarabilmek için bundan önce de birçok girişiminde bulundu. Bunların en başta geleni de Muhammed Bakır el-Hakim'i hedef alan suikast saldırısıydı. Hatırlanacağı üzere o saldırı da Şiilerin büyük bir camilerine yönelik olarak gerçekleştirilmiş ve başta Ayetullah Muhammed Bakır el-Hakim olmak üzere çok sayıda Şii Müslüman hayatını kaybetmişti. Bunun yanı sıra değişik zamanlarda gerek Şii, gerekse Sünni Müslümanların camilerini, ibadet veya normal toplanma yerlerini hedef alan bombalama eylemleri oldu. İşgalci güçleri bütün bu olayların arkasında "karşıt taraf" olarak gösterdikleri kitlenin elini aramaya çalıştılar. Ancak işgalcilerin "suçlu" olarak göstermeye çalıştıkları taraflar sürekli suçlamaları reddettikleri gibi bu tür eylemleri kesinlikle tasvip etmediklerini de vurguladılar. Bu arada fitnenin içine sürüklenmeleri istenen mağdur taraf da iddiaları gerçekçi ve makul bulmadılar; bilakis ortaya atılan senaryoların tamamen fitne amaçlı olduğunu hemen fark ettiler. Dolayısıyla şimdiye kadarki fitne oyunları hep başarısız kaldı. Bu son fitne oyununun da aynı şekilde başarısız kaldığını görüyoruz. Çünkü gerek Şii ve gerekse Sünni cemaatin ileri gelenlerinin yaptıkları açıklamalarda, bunun ABD'nin, Müslümanları fitnenin içine sürükleme amacı taşıyan haince bir komplosu olduğunu vurgulamaları ve tüm Müslümanları oyuna gelmemeleri için uyarmaları olumlu etkisini göstermiştir.
- Amerika'nın Irak'taki fitne çabaları siyonist işgalcilerin fitne çabalarına çok benzemektedir. Bu benzerlik de Aşura katliamlarının arkasında Amerikan emperyalizminin olduğu hakkında ipucu niteliği taşımaktadır. Hatta bazı yorumcular olayların arkasında İsrail istihbaratının olabileceğini de dile getirdiler. İsrail işgal devletinin ve uluslararası siyonizmin bu konuda geniş tecrübesinin olması sebebiyle ortak bir faaliyet içine girişmiş olmaları hiç de uzak bir ihtimal değildir. Lübnan'ı on yıl boyunca kana bulayan ve daha önce turistlerin gözdesi olan Beyrut'u adeta bir harabeye çeviren fitnenin ateşini alevlendirenler siyonistlerdi. Aynı siyonistler Filistin topraklarında da fitne ateşini alevlendirebilmek için birçok kez girişimde bulundular. Ancak buradaki direniş gruplarının özellikle de İslâmi hareketin oldukça hassas davranması, oynanan oyunlara dikkat etmesi işgalcilerin fitne çabalarının sonuç vermesinin engellenmesini sağladı.


**

- Birleşmiş Ulusların elindeki raporlar bile süzgeçten geçiriliyorlar...
- Ne süzgeci-filtresi; resmen sansur... DU raporuna sansür...
- Körfez Savaşı’nda Irak’a karşı kullanılan seyreltilmiş uranyum (DU) silahlarının halk sağlığı üzerindeki etkisini inceleyen bir rapor, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından hasıraltı edildi.
Tanınmış üç radyasyon bilimcisi tarafından hazırlanan raporda; Iraklı sivillerin, DU içeren tozları solumaları nedeniyle kansere yakalanabileceği belirtiliyordu. Ana raportör, DSÖ’ye danışmanlık yapan Dr. Keith Baverstock’tu. BM’ye bağlı bir kuruluş olan DSÖ, çalışmayı haber alarak harekete geçti ve yayınlanmasını önledi.
- Üç yıl önce hazırdı
- Evet!... Baverstock, DSÖ’nün raporu kasıtlı olarak sümenaltı ettiğini belirterek, “2001’de hazır olan rapor zamanında yayınlansaydı, ABD ve İngiltere’nin geçen yılki savaşta DU kullanımını kısıtlaması sağlanabilirdi” diye konuştu. İki saldırgan ülkenin geçen yılkı bombardımanında, tanklar ve uçaklar yüzbinlerce DU mermisi kullandı. İşgalin ardından, yüksek oranda radyasyon içeren bu mermilerin temizlenmesi için hiçbir çaba harcanmadı. BM Çevre Programı’na bağlı uzmanların, kirlilik düzeyini ölçmek için Irak’ta çalışmasına da izin verilmiyor.
Hücre yapısını tahrip ediyor. Dr. Baverstock, Sunday Herald gazetesine yaptığı açıklamada, “Çalışmamız, Irak’ta yaygın DU kullanımının sivil halka yönelik ciddi bir tehdit olduğunu gösteriyordu. DU’nun radyoaktivitesi ve kimyasal zehrinin, insan hücrelerine tahmin edilenden daha çok zarar verdiğine dair kanıtlar var” diye konuştu. Baverstock, geçtiğimiz mayıs ayında emekliye ayrılana dek, 11 yıl boyunca DSÖ’nün üst düzey radyasyon uzmanlığını yürütmüştü. Tanınmış bilimci, halen Finlandiya’daki Kuopio Üniversitesi’nde çalışıyor. DU’nun zararlarını belgeleyen raporu hazırlayan diğer isimler; Kanada McMaster Üniversitesi’nden Prof. Carmel Mothersill ve radyasyon danışmanı Dr. Mike Thorne.
- UAEA baskısı
- Geliyorum... Baverstock DSÖ’ye çalışırken, kuruluş, raporun yayınlanması için izin vermeyi reddetti. İngiliz araştırmacı, DSÖ’ye yönelik baskının UAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) eliyle gerçekleştiğini tahmin ediyor ve şöyle konuşuyor: “Çalışmamız DSÖ tarafından sansüre uğradı ve yayınlanamadı, çünkü ulaştığımız sonuçlar hoşlarına gitmemişti. Geçmiş deneyimler de gösteriyor ki yöneticiler, UAEA tarafından baskı altına alınmıştı.” Dünya Sağlık Örgütü ise, suçlamaları reddetti. Örgütün radyasyon ve çevre sağlığı koordinatörü Dr. Mike Repacholi, “UAEA’nın bu olaydaki rolü çok küçüktü. Raporun yayınlanmasına onay verilmedi, çünkü bazı bölümler yetersiz bulundu” dedi.
- Kanser tehlikesi varmış...
- Evet!.. Sunday Herald tarafından incelenen raporda şu satırlar dikkat çekici: “Irak’ın kuru iklimi nedeniyle, küçük DU parçacıkları, yıllar boyunca etrafa yayılıp siviller tarafından solunacak. Bu parçacıklar vücuda girdiğinde, radyasyon ve zehir, kötü huylu tümörlerin büyümesini tetikleyebilir. DU’nun yaydığı radyasyon; insan hücrelerine zarar verebilir ve bu da genetik sistemin istikrarını etkiler. Bu zararın; kanser ve diğer bazı hastalıklara yol açtığı tahmin ediliyor.” USA ve İngiliz güçleri, geçen yılki saldırıda, 1991 Körfez Savaşı’nda kullandıklarından çok daha fazla DU kullandılar. Bu nedenle, önümüzdeki onyıllar içinde Irak’ta onbinlerce insanın kansere yakalanacağı, sakat veya ölü doğumlar yapacağı belirtiliyor. Körfez Savaşı’nın ardından,
Irak’ta kanser oranlarında büyük bir artış yaşanmıştı.
- Türkiye oligarşisi ve hükümetteki AKP de katliamın sorumlularındandır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün sözleri sadece riyakarlığın belgesidir; “devletler suikast yapmaz, terörle böyle mücadele edilmez” diyerek sözde İsrail’i eleştiren AKP, İsrail’le işbirliğini her geçen gün pekiştiren bir iktidardır. Ve o iktidar, katliamcılık zihniyetinde İsrail’in gerisinde değildir; İsrail katliamlarını açıkça yaparken, AKP katledip, katlettiklerini sansür zoruyla gizleyendir. AKP, Big Brother USA ve USrael aynı kamptadır.

**

- Sansür aygıtının ve kullanıcı enstrumanların Ortadoğu`da özel bir yerleri ve çok özel amaçları var...
- Ne gibi?
- Sansur ve manipulasyon, işgal güçlerinin yan araçlarıdır... Açıktan açığa bombalama güdülmeyen alanlarda ikincil güçler devreye sokuluyor.. Sansur vbg destek uygulamalarıyla Ortadoğu İSRAİLLEŞTİRİLMEK İstenmektedir!..
- Katılıyorum'

**

- YASAK MANTIĞINA ÖZGÜRLÜK, ÖZGÜRLÜĞE YASAKLILIK, NE MENEM BİR MANTIKTIR? HANGİ ÇEŞİT SİSTEMLERDEN BESLENİR?
- Gösterime yeni giren bu klibi birlikte izleyelim mi?
- Buyrun yoldaşlar, izleyelim!

**

- Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin bir mahkeme kararına dayanmaksızın Almanya'da yayınlanan Vakit gazetesinin yayınlanmasını yasaklaması, Mo$$ad'in tavrini cagristiriyor. Mo$$ad, bilindiği gibi ZOGang denen militerize mafyanin "devlet gibi hareket eden tümörlesmis gizli polis teşkilatı"nın adı. Mo$$ad, siyonizmin güvenliginin polisidir ve sınırsız yetkilerle donatılmıştır. Kararlarını mahkemelerin onaylamasına gerek yoktur ve iş adalete intikal ettiği zaman Mo$$ad sorumlulari, kollaboratörleri, memurları, köekleri ve medyatik yalakalari asla sanik iskemlesine getirilemez; üstüne üstlük savci gecinen utanmaz yaratiklar da halkin adalet arayisi yerine emperyalizmin memuru olarak siyonizmin aklanmasina saglamaga yetkilidirler. Bakiniz USrael denilen kanlki sirk'e... Bastan asagi düzmece yargi... Emniyet polisi ve idare, daha üstün bir yargı makamına başvurmaksızın ilk sorguları yapar. Gercek Toplama kampları, Evangelist/Yahudi egemen devletlerin marifetidir; orada entellektueller issiz birakilir; izlenir; süründürülür en azindan... Tel Aviv yakınlarındaki "Filistinli sanik cocuklari Toplama Kampı"nı raslantisal olarak saptadigimizda uyarilmistik ve sinirdisi edildigimizde şoke olmuştuk. Burnuma gelen yanık yağ kokuları midemi alt üst etmişti. Iskence, USrael adalet bakanliginca serbest birakilali yillar oldu; dünyada hukuk otoritesi gecinen cevrelerden bir ossuruk kadar olsun tepki yansimadi; yansiyamaz... Hastaları kobay olarak kullanan ve ilâç deneyen doktorlar (!) Usrael'in kendi askersel makamlarınca da artık "non-secret-affairs" olarak yayinlanabiliyor... Pişkinligi görüyor musunuz?.. Zavallı Hitler'i öldürenler onun namına da sahte bir tarih yazdılar oysa ki gercek soykırımlar gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde işte işgal altindaki Afganistan, Balkan, Chechenia, Iraq, Lubnania, Filistin ve giderek Ortadogu'nun tamami bu ates cemberine sokulmak üzere... Kısa süre içinde de BOP falan diye adlanan bu ve benzeri pilot bölgelerde farklı düşünen kim varsa ya bir bicimde susturulacak ya da solugunu kimse fark etmeden elimine edilecek; ediliyor da... Sansur, bu anlatılan kanlı buzdağının ancak tepede görünen ufak ucudur... Ortadogu işgali, neo-Ortacag uygulamasinin deneme tahtasi oldu.. Hani Humanist uyanis; uygarliklar cagi?! Aydınlanmanın üç büyük parolası vardı: Hürriyet, eşitlik, adalet. Aydınlanmanın öncülerinden Fransız düşünürü Volter, düşünce hürriyetinin sınırlarını şu parola ile çizmişti: "Senin gibi düşünmüyorum, fakat düşüncelerini söylemen için sonuna kadar mücadele edeceğim." Batı, düşünce hürriyetini elde edene kadar büyük mücadele verdi, demokrasi ve insan haklarını elde etmek için birçok bedel ödedi. Şimdi "globalleşme" adı altında Amerika Başkanı W. Bush yeni bir süreç başlattı. Herkes nerdeyse Bush gibi düşünmek ve onun yaptıklarını desteklemek zorunda.
Bush'un İsrail siyaseti, sadece USrael military Mafia'sının çıkarlarını gözetiyor. Yahudi lobisinin etkisinde geliştirilen ve sürdürülen bu siyaset, bütün dünyada yoğun tepki görüyor, ama ABD'nin umurunda değil.
- Yahudi lobisi, "çok masum bir vakayı" sonuna kadar istismar ediyor.
- En eski meslek gibi geleneksel uzmanlık konularından biridir... Yahudi fanatizmine eleştirel karşıtlık anlamına gelen "antisemitizm" her zaman insanlık suçu olarak kabul ediliyor. Yahudi karşıtlığı ile İsrail'in şiddet politikaları örtülüyor. Birleşmiş Uluslar Örgütü kararlarını hiçe sayan ve Filistin'de kan döken İsrail eleştirildiği zaman, hemen adamın alnına "antisemitist" damgası vuruluveriyor. Bütün dünyada "antisemitist" damgasıyla ürkütülemeyecek tek bir cephe varsa o da biziz ve Müslüman ülkelerdir. Tarih boyunca İslâm devletlerinde Yahudiler, oligarşik düzende en çok kayırılan orospu sürülerinin başında gelmişler; dünyayı babalarının prezervatifi gibi arsızca kullanırken hiç ellenmeden yaşamışlar, kendi din ve faşist geleneklerini korumuşlardır. Bu manyakça sessiz kalınma semptomunu, hiçbir zaman Hıristiyan ülkelerde bulamamışlardır. Çünkü Hıristiyanlık öğretisi içinde açık bir biçimde, kendi mediatic güçlerinin de ağırlığı vardır; müslümanların ve sosyalistlerin medi güğcü varsa da kredi muslukları ve yönetim mekanizması genelde siyonist sızıntıların elindedir. yani, bir önemli neden, Beyin Yıkama Prosedürü, ne solda ne de müslümanlık dininde ciddiye alınmamıştır; ymuşak karın kısmı açıkta kalmış, traih boyunca da bu noktadan yaralanmıştır. Gerçek Hristiyanlık ise çok yerde kendi mediatic gücünü kurma başarısıyla böyle bir yara almaktan kurtulmuştur; ikinci bir başarı nedeni ise dinsel yaralarının uyarıcı etkisidir; çok net: "Hz. İsa, Yahudiler tarafından çarmıha gerilmiştir." İslâm literatüründe Yahudi düşmanlığı kavramı yoktur. İslâm adaleti emreder. Müslümanlar, dinleri icabı adaletle hükmederler. Yine Müslümanlar dinleri icabı haksızlığa ve zulme karşı çıkarlar. Bugün Müslümanların İsrail devletinin yaptığı zulümlere tepki göstermelerinin sebebi "antisemitizm" değildir, İsrail'in yaptığı haksızlıklar ve zulümdür. Vakit'in ve Türk halkının tepkileri de zulüm ve haksızlıklaradır. İsrail ve emperyalizm endeksli Bush politikaları, sadece Türkiye'de tepki görmemekte, bütün dünyada benzeri tepkilerle karşılaşmaktadır. Almanların % 77'si, Fransızların % 75'i, İngilizlerin % 64'ü Bush'un yeniden seçilmesini olumlu karşılamamışlardır. Dr. Philipp Jennier, Federal Parlamento Başkanı idi. 1988 yılında Nazi Almanyası'ndaki Yahudi karşıtlığının anıldığı bir oturumda, "Bu kadar aleyhinde konuşuluyor, neticede Hitler bir Alman'dı" dediği için Yahudi lobisinin şiddetli baskısına maruz kaldı ve 24 saat içinde görevini bıraktı. Bir daha da Meclis'e giremedi. Almanca ve tarih öğretmeni arkadaşım Holzman'a: "Ne oluyor? Yahudi subaylarin cogunlukla babalari Alman pasaportlu eski kriminaller değil mi?" dedim. "Adam haklı, ama diplomaside böyle konuşmamalıydı" dedi. Bir başka Alman arkadaşım, HITLER dönemine ilişkin yalanlar yakıştırmalar ve devasa beyin yikama öylesine başaraılı olmuştur ki, bu soğuk savaş yenilgimiz yüzünden bugün hiçbir Alman, Yahudiligin gerçek yüzü konusunda düşündüklerini söyleyemez, demişti. Amerika ve Avrupa'da Yahudi lobisi kendisi "antisemitik terör rüzgârı" estiriyor. Bu rüzgâr, kimi zaman Mo$$ad'in Israil'deki iskencehanelerde süren uygulamalarını cağristiran haksızlıklara yol açıyor. Aylardır Almanya'da yayınını durdurmuş olan bir gazeteyi, Vakit'i ve daha baska bircok Marxist yayinlari, Federal İçişleri Bakanı'nın mahkeme kararı olmaksızın emirle kapatması, bana Mo$$ad köpekliginin ulastigi boyutlari belgeliyor. Size de ürpertici gelmiyor mu?..
- Hayır, hayır! Ortada sıradan bir sansur yok. Asıl ortada sahnelenen, Yeni siyonizmen, DDR denen Doğu Alman Sosyalizmini çökerttikten sonra Müslümanları hedefledigi bir oyun var. Bu kez oyunun etiketi de "Anti-İslamizm"dir. Anti-İslamizm ABD-Avrupa ittifakının yeni ürünüdür. Bu ittifak İslam'a ve Müslümanlara karşı küresel ölçekte "ötekileştirme" ve "şeytanlaştırma" operasyonu başlatmıştır. Alman bakanın asıl yasaklaması gereken, Anti-İslamizm olmalıdır. Bunu yapmak yerine Siyonist saldırganlığı eleştiren yayınlar susturuluyorsa, bu İslam fobisinin Alman yöneticilerin basiretini bağladığını gösterir
- Demokrasi; çok kültürlülük, farklı düşünceleri barış içinde birlikte yaşatma, farklı düşüncelere saygı rejimidir. Basın özgürlügü olmaksızın demokrasi düşünülemez. Polis raporlarına dayanarak, bağımsız yargıya ihtiyaç duymaksızın gazete kapatmak, demokrasi ile bağdaşmaz. Otto Schily'nin yasak kararı, bu ibnenin gercek babasi olan Ariel SHARON uygulamalarini cagristirmaktadir.
- Insan olan kimse, her zaman ve her yerde hukuku, adaleti, özgürlügü, insanlığı savunmalidir!..
- Öyle!.. Her türlü hukuksuzluğa, haksızlığa, zulme karşı koyacağız. Otto Schily, kararını sabuunlayip uyusturucudan kendine ne girdigini animsayamayan dumura ugramis kizlarinin uygun yerlerine tikamalidir!
- Domuzdan türeyen domuz oluyor!.. Narkoman Jenna BUSH ile kizkardesi de Siyonist Otto'nun kizlari durumunda..
- Onlara gelince, uyusturucu saglanmasina hicbir engel hicbir sansur uygulanmasi bile düşünülemiyor...

**

- Yalnızca gazeteler, tv'ler mi? Kitaplar da aynı cendereden geçiyor...
- Ne yazık ki, sistem aynı sistem oldukça...
- Mein Kampf!.. Şu sıralar gazetelerde bu kitabın yasaklanacağına ilişkin haberler çıkıyor. Kitabın Türkiye'de ilk basımının üzerinden tam 66 yıl geçmesinden ve bu yıllar zarfında, söylendiğine göre kitabın 45 farklı çevirisinin 11 farklı yayınevince 100'den fazla baskı yapmasından ve bu baskıların 100 binlerce satmasından sonra… Evet, bütün bunlardan sonra, bu kitabın satışının yasaklanacağına ilişkin haberler yayınlanıyor..
- Kitapla ilgili haberlere bakılırsa Kavgam'ın, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde yayınlanması yasakmış. Bunun nedeni olarak kitabın, Adolf Hitler'in anılarını aktarmakla kalmayıp temel görüşlerini de içermesi gösteriliyor. Yani kitap Yahudi düşmanlığı (antisemitizm) propagandasını tetikliyormuş!.. Bizim ülkemiz yasaklara alışkın. Ben yıllar önce Millî Kütüphane'de, başka birçok kitabın yanında Büyük Doğu dergileriyle, 12. yüzyıl İslâm düşünürlerinden İmam Gazali'nin kitabının bile yasaklanmış olduğunu görmüş birisi sıfatıyla, artık kanıksadım. Bu kitap da yasaklanırsa ne yadırgarım, ne şaşarım.. Bir kez ilke ihlal edildikten sonra, bir eksik, bir fazla.. çok bir şey ifade etmiyor.. yadırgadığım bu değil.. yadırgadığım, Türkiye'nin, kendisiyle ilgili bazı filmlerin veya kitapların yasaklanması için bu ülkelere başvurduğunda, onların, ülkelerinde özgürlük bulunduğu def'isiyle Türkiye'nin talebini reddetmeleri keyfiyetidir. Türkiye özgürlük yönünden aman aman bir yer olmayabilir, ama demek ki neye öykünürsen ayibina da bulanirsin camuruna da... Sansur konusund Western Kapitalizmi ikiyüzlüdür; ona özene oligarsimiz, daha namuslu olacak degil ya!..
- Peki, Mein Kampf neden yasak? Neden o Nobel alan propaganda ve beyin yikama pacavralari yasaklanmasi düsünülemez de, bir tek kitaba saldirilir? Hele de bugünlerde, neredeyse bir asir gecmis yayini üzerinden.. Yeter artik!
- "Kavgam (Hitler'in), Almanya'ya karşı gerçekleştirilen komployla ve kendince bu komplonun sorumlusu olan Yahudilerle hesaplaştığı kitaptır." Bugünlerde yeniden bu kitaba saldiriliyor, cünkü Yahudiler, Yeni Dünya Düzeni(Jew World Order)'nin yularını ellerinde aldılar ve tam da bugünlerde insanlığa kinlerini kusmak icin en büyük avantajlı bir evre geçiriyorlar...

**

- Isparta'da barbarlık... Kaymakamın talimatı: Yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı azınlık ırkçısının kütüphane ve kitaplıklardaki kitapları ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim
- Izleyelim!
- Isparta'nın Sütçüler İlçesi Kaymakamı Mustafa ALTINPINAR'ın, Ermeni soykırımı konusunda gerçeği söyleme cüreti gösterdiği için kızdığı yazar Orhan Pamuk'un kütüphane ve kitaplıklardaki kitaplarının toplatılarak imha edilmesi için talimat verdiği ortaya çıktı. Isparta Valiliği, talimatı, gazetecilerce açığa çıkarılması üzerine iptal etti.
Sütçüler'in ırkçı-faşist kaymakamı ALTINHIYAR, Özel Kalem Müdürlüğü'nden 15 Şubat tarihinde ilçedeki kamu kurum ve kuruluşlarına bir yazı gönderilerek kütüphane ve kitaplıklardaki PAMUK'a ait kitapların toplatılması istendi. Kaymakam Altınpınar imzalı yazıda şöyle denildi: "Son günlerde kamuoyunda tartışılan ve yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı yazar, yurtdışında verdiği beyanatlarda onurunu her şeyin üzerinde tutan Türk milletini rencide edici asılsız iftiralarda bulunmaktadır. Bu itibarla, tüm kamu kurum ve kuruluşlarımız kütüphanelerini ve kitaplıklarını tarayacak ve adı geçen şahsa ait kitaplar, ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim." Altınpınar, "Bu emri, Pamuk'un Ermeni soykırımına yönelik açıklamalarına tepki amacıyla verdim" dedi. Öte yandan, Altınpınar'ın yakın çevresine, İçişleri Bakanlığı'ndan gelen genelge doğrultusunda bu yazıyı yazdığını söylediği iddia edildi. İlk önce "Talimattan haberimiz yok" diye açıklama yapan Isparta Valisi İsa PARLAK, olayın dün akşam saatlerinde ortaya çıkmasının ardından Altınpınar'ın talimatınının iptal edildiğini duyurdu. Vali Parlak, "Altınpınar yetkisini yanlış kullanmış. Bu yanlış emirdir. Emir iptal edildi" şeklinde konuştu.
- Ne demişti?
- Orhan Pamuk, İsviçre'de yayımlanan Tagesanzeiger gazetesinin 'Das Magazin' ilavesine geçen şubat ayı başında verdiği demeçte, "Kimse söylemediği için söylüyorum. Türkiye'de 30 bin Kürt öldürüldü, bir milyon da Ermeni" demişti. - Gerçekte en az ikibuçuk milyon sivil ermeni hunharca öldürülmüştür...
- Belki de karşı çıkanlardan bazıları, bu rakam yanlışı düzeltilsin diye tepki gösteriyorlar...
- Belk!..
- Bu demece Türkiye'deki farklı çevrelerden gelen sert tepkiler üzerine ise PAMUK, "Tahümmülsüzlüğün geçmişte ne büyük acılara yol açtığını anlatmaya çalıştım" diye açıklama yapmıştı.
- Sütçüler ve Urla kaymakamı tipi beyinlere göre; doğruyu araştıran, ezilip horlananları korumaya kalkışanlar, sürüden farklı düşünenler birer vatan hainidirler, susturlup, kökleri kazınmalıdır. Nazım Hikmetler,Kemal Tahirler, Yalçın KÜÇÜK'ler, Sabahattin Aliler, Fikret BAŞKAYA'lar, İsmail Beşikçiler, Aziz Nesin'ler, Yaşar Kemal'ler, Orhan Pamuk'lar derhal susturulup, tüm kitapları büyük bir meydanda, resmi bir törenle yakılmalı; Türkiye, açıktan açığa USrael satellitine çevrilmelkidir?! Türkiye'nin Sütçüler kaymakamı kafasından kurtulabilmesi, AB üyesi olabilmesinden daha önemlidir. Zaten Sütçüler kaymakamı kafasının egemen olduğu bir ülke sonsuza dek bir Ortaçağ ülkesi olarak kalmağa tutsaktır!
- Üniversite yıllarında hukuk ve kamu yönetimi vbg okuyan çok arkadasim oldu, içlerinden en statikocu, hümanizmden ve empatiden uzak olanlari hep kaymakam olacagim hevesindeydiler, simdi görüyorum ki basarmislar. Yapmaya çalistiklari devleti vatanin en ucra köselerinde yasatmak, zenginlestirmek degil; rezil etmek, resmi ideolojiyi ortacag seviyesine indirmek. Üzüldüm çok üzüldüm. Pamuk'un söyledikleri kişisel görüşleridir; Pamuk bu ülkeyi baglamaz ama ALTUNPINAR ya da Piç MAİLOĞLU'nun işgal ettikleri koltuklar, devlet malıdır; T.C damgası var kıçlarında; ülkeyi baglar.
- Diyelim kitapları yaktınız, Orhan Pamuk'u ne yapacaksınız?
- Öyle!.. Söyledikleri hoşunuza gitmeyen birini 'susturmak' için yaptıklarını yok etmeniz yetmeyebilir. Eh, onun da çaresi var diyebilirsiniz ama... Neyse ki dünyanın kaderini engizisyon mahkemeleriyle giyotinler belirlemiyor artık. Bir kaymakamın 'maksadını aştığı yerde', amiri olan Vali 'Yetkisini doğru kullanılmamış, talimatı iptal edildi' diyebiliyor... Neyse ki...
- Kaymakam önce ilçesine kitap getirtsin, kütüphane düzenlesin! O namusssuz cahil, o koltukta bir açıdan da bunu için aylık alıyor; kamuoyunun kültürel zenginleşmesi için.. Fakat kendi beyni örümcekli; yine de bu halkın ekmeğinden çalarak yaşıyor bu çakal...
- Ortadoğu, bu çakallılara alışkın!.. Biz bu ayıpları gecmişte yaşadık. Türkiye'de kitapların yakıldığı, yasak konulduğu dönemler oldu.
- Bir aydın sorumluluğu olarak bu yazarş PAMUK, bir soykırım gerçeğini açığa vurdu ve barbarlar kudurdu; peşinden 'Susturun şu haini' yollu kampanyalar başlatıldı. Bir yazarı eleştirmek başka, susturmaya veya kitaplarını yakmaya kalkışmak başka... Eleştirmek demokratik bir haktır, kitap yakmak faşizmin ta kendisidir.
- Urla-Sütçüler vbg kaymakamlıklarını işgal eden bu ikiayaklı köpek ruhlu çeşniden yaratıkların davranışları gösteriyor ki Türkiye'de henüz bir fikir özgürlüğü bilinci yerleşmemiş. Bir insan fikrini tartışamıyorsa, karşı bir argümanı yoksa kızdığı kişinin eserleriyle uğraşmaya başlıyor. Türkiye'de uğraşma da nedense imha etme, yok etme gibi garip yöntemlerle cereyan ediyor. Urla'da yerel gazetelerin, Sütçüler'de romanların resmen yasaklanması davranışı da tipik ve korkunç örneklerdir.

**

Volum -III-

**

- Müzikte sansur uygulamalarına ilişkin belgesel var mı?
- Var!.. Örneğin, Grup Yorum'un başına gelenleri biliyor musun?
- Bilmiyorum... İzleyelim!
- Sansurle sansarlık arasında bir ilişki var mı diye Sordum Ali Paccı'ya!
- Ali Paccı kimdir?
- Çoğu kimse onu bilmez.. Ama Bağcılar'daki hakim ve savcılar çok iyi bilirler.
O bir avukat.. Ali İhsan Karahasanoğlu ile birlikte Vakit'in avukatı. Bizim yazdıklarımızın mahkemede hesabını o veriyor. Bir tek günde, tek bir mahkemede 40 ayrı davadan duruşmaya çıktı.. Guiness Rekorlar Kitabı'na girmesi gereken biri.. Son beş yılın hakkımızda açılan dava dosyasını istedim.. Yüzlerce dosyayı indirip bakması gerekiyormuş. Beşyüzden fazla dava açılmış hakkımızda..
Geçen gün Grup Yorum'un, 20. Yıl dayanışma konseri vardı. Oraya gittim.. Konser aralarında Grub Yorum'un başına gelenler aktarılıyordu, bu 20 yılda. Burası Türkiye. MS 2000'ler.. Biliyorum, bizim Karaoğlu, Goncagül ya da tiyatrocularımızın başına da az şey gelmedi.. Star olmuş, raiting yapan, birtakım sahte sanatçılar 10 bin dolardan aşağı ağızlarını açmazken, bir halkın acısını estetize eden bu insanlar, ucuz otellerde karın tokluğuna adım adım Anadolu'yu dolaşmışlar.. Ötekilerin durumu da aynı, ama ben elde hazır bir dökümü varken, bir örnek olsun diye Grub Yorum'un başına gelenleri, özet olarak ilginize, bilginize sunmak istiyorum.. Yıl 1988 Halepçe Katliamı'nı protesto etmek için düzenlenen gecede Kürtçe bir türkü söyleyen Grup Yorum gözaltına alındı. 12 Eylül sonrası demokratik bir etkinlikte ilk kez Kürtçe türkü söylenmesi üzerine yaşanan bu gözaltı sonrası grup üyelerine savcı sordu: Hanginiz Kürt? Grup üyelerinden, Tunceli doğumlu Metin Kahraman tutuklandı. Bir ay tutukluluktan sonra tahliye edildi.
9 Temmuz 1989... Mersin Likat-İş tarafından düzenlenen konser, başlamasına bir saat kala yasaklandı. Konser için gelen izleyicilerle birlikte türküler söyleyerek yasaklamayı protesto eden Yorumcular, dövülerek gözaltına alındı ve ardından tutuklanarak Mersin Cezaevi'ne konuldu. Dokuz Grup Yorum elemanının tutukluluğu iki ay sürdü.
24 Haziran 1990; İzmit'te gerçekleşen konserde polis, Hilmi Yarayıcı ve Elif Sumru Göker dışındaki Yorumcular'ın sahneye çıkmasını engelledi. Yorum bu konserini iki kişiyle verdi.
Ekim 1990; Konya'da iki ortaokul öğrencisi, Grup Yorum dinledikleri için gözaltına alınarak DGM'ye çıkarıldı.
Kasım 1990; Grup Yorum elemanlarının neredeyse tamamına pasaport yasağı konuldu.
9 Ağustos 1991; Üsküdar'da "Katibim Festivali" kapsamında verilen konserin yarısında, üç bine yakın dinleyiciyi polis dağıttı.
Ağustos 1991; İstanbul DGM, "Gelki Şafaklar Tutuşsun" isimli albüme bölücülük yapıldığı gerekçesiyle dava açtı.
19 Ocak 1992; Konya SHP Gençlik Komisyonu'nun organize ettiği Grup Yorum konseri, genel merkezin isteği üzerine emniyet tarafından yasaklandı.
15 Mart 1992; Denizli'de yapılan konser sonunda "İzinsiz Para Toplama Kanunu'na Muhalefet"ten soruşturma açıldı. Grup Yorum elemanları Elif Sumru Gürel ve Kemal Sahir Gürel, yirmişer ay hapis ve para cezası aldı.
25 Nisan 1992; Trabzon Özgür-Der'in düzenlediği ve 3000 kişinin izlediği konser sonunda bir grup taşlarla ve sopalarla saldırıya geçti. Olay süresince polis gelmedi. Yorumcular ve dinleyicileri, sekiz saat sonra salondan çıkabildi.
9 Haziran 1992; Eskişehir'de düzenlenen "Sevgi ve Dostluk Gecesi" sonrasında, Grup Yorum için gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı. Yorumcular, duruşmaya kadar teslim olmadı.
4 Temmuz 1993; Yorum elemanları, Gemlik konseri sonrası jandarma ve polis tarafından ayrı ayrı gözaltına alındı. Grup'la birlikte sahneye çıkan Yusuf Karadaş, üyesi olduğu Özgürlük Türküsü'nün konser fotoğraflarını taşıdığı için gözaltına alındı ve tutuklandı. Bu tutukluluk iki ay sürdü.
2 Eylül 1993; Kıbrıs'ta Lefke Spor Kulübü'nün düzenlediği konser, amfi tiyatronun dayanıksızlığı bahane edilerek yasaklandı. Daha sonra Sumru, Nuray ve İrşad gözaltına alınarak sınırdışı edildi. Grup üyelerine ömür boyu Kıbrıs'a giriş yasağı kondu. Mersin'de bir gün gözaltında kaldılar. Yaklaşık 1500 Yorum dinleyicisi, bu keyfi uygulamayı protesto etti. Konser öncesi de Taner Tanrıverdi, hakkında çıkış yasağı olduğu gerekçesiyle havaalanında gözaltına alınıp tutuklandı.
Ekim 1993; Bursa-Orhangazi'de yayın yapan 105.2 FM'de çalışan bir DJ, radyoda Grup'un şarkılarını çaldığı için işinden atıldı.
Ocak 1994; Kemal ve Sumru'ya, İzmir DGM'nin 1992 Denizli Konseri nedeniyle verdiği 20 ay hapis cezası kesinleşti. Sumru, Avrupa Turnesi nedeniyle yurtdışında olduğu için Türkiye'ye dönmedi, Kemal, 5 Ocak'ta Edirne'de gözaltına alındı, 15 Ocak'ta tutuklandı ve 1.5 yıl tutuklu kaldı.
Nisan 1994; Almanya'da düzenlenen bir şenlik, programda Grup Yorum olduğu gVakit, Mein Kampf'daki "Zionist Imperialism" tehlikesine çok haklı ana


    22nd May 2005 - 11:59:17 AM    
13692 : TURKEY RULES !!!!!!!!
Vakit, Mein Kampf'daki "Zionist Imperialism" tehlikesine çok haklı analizler getiren belgesel özü kavrama vaktidir; çünkü, "Zionist Military Financial Hegemony" yeniden ve bu kez tüm dünya insanlığını tehdit eden devasa boyutlarda en mediatk destekli/en utanmaz yalancı/en organize kriminal kaniçici/en modernize barbar/ en ahlaksız aşamasındaki güncel tehlikedir; işte, bunun için de (içinde Vakit gazetesi de bulunan) bir dizi media üzerinde "performe censor"/geliştirilmiş sansur uygulanmaktadır

**

FREEDOM in INDEPENDENT BRAINS///CENSOR; most ridiculous and well-performed manipulative industry of judaized imperialism

**

Turkish language version


**

Volum -I-

**

ÖZGÜR DÜŞÜNCEYE SAYGI DUYAN HERKES, SAYGISIZ SİYONİSTLERİN KISKACINDALAR...

**


- Siyonist lobinin etkisinde kalan Almanya İçişleri Bakanı; yayınına ara verilen Vakit'in Almanya baskısını ek bir fermanla yasakladı!.. Hem de, hiçbir "yargı kararı" olmadan!
- Iran`a-Suriye`ye, Türkmeneli Kerkük'e karsi havladıkları günlerde!
- Aynısıyla öyle!... Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily; Vakit'in, 2005 kışında iki aydan fazla süreyle Almanya'da engellendiğinden bile habersiz rolü oynadığını sergileyen komik ve bir o kadar da düşündürücü bir karara imza attı...
- Gerekçesi ne bu utanmaz kartaloş ibnenin?
- Alman kimliğini suistimal eden bu Evangelian Yahudi tohumu sahte Alman, "Siyonist terör" ve "Batılı toplumsal düzen"e karşı çıkan yayınlardan dolayı, Vakit'in Almanya baskısının durdurulduğunu açıkladı. Gerçek babası Human Butcher Ariel SHARON nasıl yapıyorsa aynısını yinelemiş oldu...
- Oysa Vakit, 20 Aralık 2004'ten bu yana Almanya'daki yayınına ara vermiş bulunuyor!
- Doğru! Bu bir extra saçmalıktır... Alman Bakan'ın, "2 ay 5 gündür yayın yapmayan" bir gazete hakkında, "İsrail aleyhtarı yayınların arttığını iddia etmesi de, hem gerçeklerden uzak, hem de komik bulundu... Bakan'ın esrik açıklaması, Batı ülkelerinin "fikir ve düşünce özgürlüğü" konusunda ne kadar samimi olduğunu da ortaya koydu.
- Suçlarını itiraf ediyorlar: Suçu kabul ettiremedik! Alman İçişleri Bakanı Otto, Vakit'i Almanya'da yasaklamış! Sebebi de, "gittikçe artan İsrail karşıtı, siyonist aleyhtarı makaleler" imiş! Zırt pırt Türkiye'ye gelip, "Basın özgürlügü niçin yok", "Homosexual sapıklara niçin daha fazla yetki verilmiyor?", "Anti-siyonistlerin hepsini neden Israel yöntemleriyle elimine etmiyorsunuz?" diye hesap sormaya kalkışanların ellerine, biz su bile dökemezmişiz de haberimiz yokmuş! Öyle bir yasakçılık ki; suç olduğunu ileri sürdükleri yazılar için dava açma yerine, toptan gazetenin yayınlanmasına yasak getirmişler!
- Yani, resmen sansür!
- Kokusundan anlaşılmaz mı bok!... Türkiye'de bir yazara ceza vermek için, önce yayınlanan yazı sebebiyle dava açılır, yazar mahkûm olursa ceza kesinleşir. (Ama bu durumlarda da gazetenin kapatılmasına artık karar verilemiyor. 2004 yılında kabul edilen AB'a uyum yasası çerçevesinde, artık gazete kapatmak Türkiye'de bile yasak!) Ama Almanya'da, gazetenin toptan kapatılması mümkün imiş! Üstelik, öyle mahkeme kararına falan da gerek yokmuş!.. Dünyadan haberi olmayan bir İçişleri Bakanı, önüne konulan bir kararı imzalayınca, gazete de kapanıveriyormuş orada! Gazete yayınına ara vermiş, vermemiş hiç önemli değilmiş!
- Allah bilir, adamın gazeteyi hayatında görmüşlüğü bile yoktur!
- Yok! Jerusalem Post`a abone olan bu ibne, özgürlüğün sesi olan yayınlar eline geçse de batar, bir yerini acıtır...
- Öyle ya, eğer gerçekten uyuşturucu dozunu kaçırmadıysa ya da sansurden daha önceden bilgisi yoksa kıçına ne girip çıktığını da bilmeyen bir bunaklık evresine girmiş demektir...
- Varsayalım ki habersizdir... Vakit'in 2.5 aydır Almanya'da yayınlanmadığından habersiz, ezbere yasaklama kararı verdiğine göre, gazeteyi görmemiş olması da gayet normaldir! Yeter ki, siyonist lobi istesin!
- Ama ne yaparlarsa yapsınlar, ördükleri tuzaklar, bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da hep kendi ayaklarına dolaşacaktır. Bakın, Almanya Büyükelçiliği, konuyla ilgili olarak dün yayınladığı basın bülteninde hangi bilgilere yer vermiş? " .. Makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır. (..) Yayınlanan çok sayıda makaleden anlaşıldığı üzere bu yayınlar münferit olmayıp, aksine sistematik olarak kışkırtma amacı taşımakta olup, bunlara kesinlikle göz yumulmamalıdır!" Bunlar sayın İçişleri Bakanı'nın sözleri!
- Böyle tasmasız bakan birgün bir takan çıkmayacak mı?
- Umarım!.. Demek ki, önüne konulan kararı okumadan imzalayan bakanlar, sadece Türkiye'ye özgü değilmiş! Almanya'da da bu tür "bakan"lar varmış! Sadece bakıp dururlarmış önlerine gelen kâğıtlara. Öyle olmasa, 2 ay önce Almanya baskısını durduran bir gazetenin, İsrail aleyhtarı olduğu söylenen makaleleri için "hissedilir derecede artırmışlardır" ifadesi nasıl kullanılır ki? Diyeceksiniz, "Belki de, yayına son verilmeden önceki tarihlerde İsrail aleyhtarı makalelerin arttığı kastediliyordur"... "Özrün kabahatinden büyük" diye bir söz vardır. Aynen öyle.. 2 ay önce ara verilen yayın için, Alman bakan daha yeni uyanıyor, "Burda gazetenin kapatılmasını gerektiren çok büyük bir suç var" diyor! Ne diyelim, Otto'ya bir mesaj yollayalım; "Uyan bakan bey, uyan! O makalelerin en sonuncusu bile 2 ay 5 gün önce yayınlandı! 2 aydır neredeydin?" Alman Büyükelçiliği'nin yayınladığı basın bülteni, siyonist lobinin tezgâhının perde arkasını net olarak gözler önüne seriyor aslında! Şöyle deniyor Alman Büyükelçiliği basın bülteninde: "Savcılığın geçtiğimiz yıllardaki çok sayıda tahkikatına rağmen şirket sahibi ve yöneticisi hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş, hatta kışkırtıcı makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır!" Keskinliğin derecesini nasıl tesbit etmişler, bunun için ellerinde bir ölçü aleti var mı bilemiyorum. Ama "Hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" olmak, dünyanın neresinde suçtur sayın Otto? Elinize yasaklama kararı koyanlar, anlaşılan sizi "suçu kabul ettirme" ile görevlendirmişler; siz de bu görevinizi yapamayınca, bu sefer yasaklama kararı önünüze konulmuş, siz de ne söylediğinizi bile düşünmeden, "hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" diye sitemde bulunmuşsunuz Vakit yöneticileri için! Ne yapalım; sizin arzunuzu burdan biz ilgililere duyuralım, bundan sonra siz ne isterseniz, hemen o suçu kabul ederler! Ne isterseniz! Roma'yı yakma suçu mu dersiniz, Hitler'i iktidara getirme mi dersiniz, nükleer silah icadı mı dersiniz, hepsini siz isteyin, Vakit sorumluları kabul etsinler! Yeter ki, siyonist lobinin isteği olsun!
Kim haklı isbat için çok önemli bir kıstas var; soralım Otto'ya, "Bu kadar suçladığın gazete hakkında, elinde kesinleşmiş tek bir mahkeme kararı var mı?" Yok! O zaman biz söyleyelim; Almanya'da basın özgürlügü yok!
- Yok mu bu utanmazlığın bir temsilcisi; soralım!?
- Var!.. Büyükelçi, örnegin...
- Sordun mu; ne oldu?
- Renkten renge girdi; kıpkırmızı oldu..
- Ìzleyelim!
- Federal Almanya'nın Ankara Büyükelçisi homosexual Wolf-Rudhard Born, Vakit'in Almanya yayınlarını durdurması için ortada bir mahkeme kararı olmadığını animsatan bir gazeteciye, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" dedi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı makamında ziyareti sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan ibne Born, Almanya ceza yasasına göre Yahudi karşıtı yayınların suç olduğunu savundu. Almanya'da çok sağlam (yalansa anasini essekler siksin) bir demokrasi olduğunu ileri süren ibne Born, "Ortada İçişleri Bakanlığı'nın verdiği bir karar bulunuyor. Yahudi karşıtı yazılar ceza kanunumuzda yasaklanmıştır. Kanunlara göre hareket ediyoruz. Vakit, kanunlarımızda yer alan yaptırımların aksi yönünde hareket etti. Bizde bu kararı aldık" dedi. Muhabirlerin sorularından sıkılan ibne Wolf-Rudhard Born, "Vakit gazetesinin son altı gündür yayınlarından rahatsızız" dedi. Otto SSCHILY gibi bir yalama götveren olan Born, muhabirlere, "Vakit, Almanya'da yedi yıldır yayın yapıyor. Bu ve benzer yasakli gazeteler hakkında herhangi bir mahkeme kararı var mı?" şeklindeki sorusuna, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" şeklinde konuştu. Almanya'da, Türkiye aleyhine siyonist emperyalist yayın yapan birçok amerikanci Yahudi propaganda yayınlarina müdahale edilmediğini hatırlattığımız Büyükelçi, "Böyle yayınlardan haberimiz yok. Yasalar dışında yayın yapan herkese aynı şeyi yaparız" diyerek, Yahudi yularli medyaya üstü örtülü arka çıktı. Ìbne Born, "İsrail'in Filistin'deki katliamlarını eleştirmek suç mu?" bicimindeki sorumuz üzerine de, "Farklı düşüncelerimiz var. O yüzden sizinle anlaşamayız" dedi. Sorularımız karşısında iyice bocalayan Siyon orospusu Born, hızlı adımlarla belediyeden uzaklaştı. Siktirip defoldu, Alman bayrağını suistimal ederek kullandigi köpek kulübesine kaçtı; girdi...

**

- Alman kimliğini kötüye kullanan bu esrik bakan piçine kınama eyleminde bulunan yok mu?
- Var elbette!.. Bu arada; Alman Bakan'ın açıklaması üzerine durumu değerlendiren Vakit Yayın Kurulu, şu açıklamayı yaptı:
"Almanya Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin dün yaptığı açıklamada 'Geçmişte, özellikle İsrail devletine, siyonistlere ve Bat?l? toplumsal düzene karş? makaleler yay?nland?ğ?' öne sürülerek gazetemizin Almanya baskısının durdurulmasına yönelik kararı kabul edilemez bir karardır. Öncelikle belirtelim ki, Vakit gazetesinin Almanya baskısı 20.12.2004 tarihinden bu yana zaten yapılmamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesine aykırı olarak Alman polisinin yaptığı keyfi baskılar sonucu, Vakit gazetesinin Almanya baskısına, bugün itibariyle 66 gündür zaten ara verilmiş bulunmaktadır.
Bu durumdan bile habersiz Alman İçişleri Bakanı Otto, olmayan bir yayını yasaklama gibi komik bir karara imza atmıştır. Açıklamadaki, 'Batı karşıtı propaganda yapılmasina izin verilmeyeceği' beyanının, düşünce ve ifade hürriyetine Almanya'nın nasıl yaklaştığının göstergesi olduğu açıktır. Alman Bakan'ın, 'Savciliğin sürdürdüğü birçok soruşturmaya rağmen, Yeni Akit yöneticilerinin tutumlarını değiştirmek yerine, kışkırtıcılık yapılan makale sayısını artırdıkları' iddiası da, 2 ay 5 gündür yayın yapmayan bir gazete hakkında Bakan'ın nasıl bir bilgisizlik ve önyargı içerisinde olduğunu göstermektedir. Uzun süredir yayın yapmayan bir gazetede, USrael faşizmi aleyhtarı makalelerin arttığı nasıl iddia edilebilir? Görülmektedir ki; siyonist lobinin eline tutuşturduğu bir yasak kararını açıklamaktan başka bir rolü olmayan sayın Bakan, verdiği yasak kararının işlevsizliğinden bile habersizdir. E.U. ilkelerine uyum adı altında, Türkiye'ye yapmadıkları baskıyı bırakmayan batılı ülkelerin gerçek yüzleri bu kararla bir defa daha ortaya çıkmıştır. İşte Batı'nın düşünce hürriyetine bakış açısı; 'yayında olmayan gazeteyi bile yasaklayacak' kadar acımasızdır! Bugüne kadar 7 yıldır Almanya baskısı yapılan bir gazetenin, tek bir mahkûmiyeti ve mahkeme kararı bile yokken, bir siyasetçinin emri ile gazete baskısının yasaklanması, insan haklarına aykırı, yargısız infaz niteliğinde hukukdışı bir karar olduğu her türlü tartışmadan uzaktır. 1940'larda Hitler'in Yahudilere yaptığı iddia edilen zulmün çok daha şiddetlisi, bugün siyonist odakların etkisi ile Otto tarafından tek bir mahkûmiyeti bile olmayan Vakit gazetesine yönelik olarak gerçekleştirilmek istenmektedir! Ama Otto'nun ve onun eline bu kararı tutuşturan lobinin gücü, Vakit'i 'doğruları yazma kararlılığı'ndan vazgeçirmeye yetmeyecektir! Bu karar ile öğrenmiş bulunuyoruz ki; Almanya'da bir siyasetçinin kararı ile, istenilen her muhalif gazete kapatılabilmektedir! Bırakın insanların düşünce hürriyetlerini engellemeyi, tümüyle bir gazetenin faaliyetini bile yargı kararı olmaksızın engelleme cüreti gösteren bu girişimin, Avrupa'nın gerçek yüzünü öğrenmemiz açısından büyük faydası olduğu kanaatindeyiz. Tek bir mahkûmiyet kararı olmayan Vakit gazetesi sorumluları olarak, Alman İçişleri Bakanı Otto'nun aldığı kararı kınıyor, bu yargısız infaz kararını tarihe bir ibret belgesi olarak not düşüyoruz."

**

- Almanya`da siyonist lobbylerin azıttıklarını anladık; sürpriz değil... Fakat Ortadoğu`da müslüman geçinen bazı üniformalıların yarışma hırsını anlamak zor...
- Rüşvetin gücü! Buyrunuz, daha henüz sıcaklığını koruyan şu belgesele bir göz atınız!
- İzleyelim!
- Vakit’e ceza yağdı... Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit gazetesini “Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira olmak üzere 624 milyar, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkûm etti. Mahkeme, dâvâ konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, Doğan'ı tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit Gazetesi’ni, ‘’Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira mânevî tazminata mahkûm etti. Mahkeme, dava konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in, RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, 312 generalin, Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eruygur’un da ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazılardan dolayı açtıkları davaları karara bağladı.
- Sirk sürüyor... 312 generalin açtığı davaya, generallerin avukatı Bilgin Yazıcıoğlu ile RTÜK üyesi Mehmet Doğan ve Vakit Gazetesi’nin sahibi Nuri Aykon ile yazıişleri müdürü Harun Aksoy’un avukatları katıldılar.
- "Yazı kimin?" tartışması gündemdeydi...
- Evet!.. Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, müvekkilinin dava konusu köşe yazısını yazan Asım Yenihaber olmadığını ileri sürdü. Davacı tarafın dosyaya sunduğu elektronik posta adresi ve internet protokol numarasıyla müvekkilinin adına ulaşıldığını, ancak herhangi bir kişinin elektronik posta adresini ve internet numarasını vermek suretiyle o kişiye suç yüklenebileceğini öne sürdü. Avukat Metin, bu durumun açıklığa kavuşturulması için bilirkişi incelemesi talebinde bulundu ve tanık dinleteceklerini söyledi. Davacıların avukatı Yazıcıoğlu ise internet sisteminin, yazının Doğan’a ait olduğunu ispatladığını, Türk Telekom’a mahkeme tarafından yazılan yazıya gelen cevapta da köşe yazısını elektronik postayla gönderen kişinin Mehmet Doğan olduğunun ispatladığını savundu. Yazıcıoğlu, bunun teknik bir konu olduğunu ifade ederek, krokisini de dosyaya sunduğunu söyledi. Yazıcıoğlu, ayrıca Vakit Gazetesi’nin tirajını gösteren belgeyi de verdi. Yazıcıoğlu, Hakim Bülent Çınar’ın sorusu üzerine, Mehmet Doğan’ın internet protokol numarasının Nurullah Kuloğlu adlı ihbarcıdan geldiğini, ancak o kişinin nasıl temin ettiğini bilmediğini belirtti.
- "Vakit'e sansür uygulanıyor" başlığını anımsıyoruz...
- Davalılardan Nuri Aykon ve Harun Aksoy’un avukatları, dava konusu yazının gazeteye faksla ulaştığını ileri sürerek, metni bulmaya çalıştıklarını söylediler. Avukatlar, dâvâyla ilgili olarak Vakit Gazetesi’ne konulan yayın yasağının kaldırılmasını talep ettiler ve diğer yayın kuruluşlarına yönelik böyle bir olay olmadığını, Vakit Gazetesi’ne sansür uygulandığını ifade ettiler. Yargıç Çınar, yayın yasağına tepki gösteren avukatlara, diğer yayın kuruluşları adına söz alma ve konuşma yetkileri olmadığı uyarısında bulundu. Aykon ve Aksoy’un avukatları Yargıç Çınar’ın son sözlerini sorması üzerine, delil sunmak için süre istediklerini ifade ettiler.
- Generallerin avukatı Yazıcıoğlu da son sözünde talepleri gibi karar verilmesini istedi.
- Evet!.. Yargıç Çınar, araştırılacak başka bir konu kalmadığını, Vakit Gazetesi’nin avukatlarının taleplerinin yersiz görüldüğünü belirterek, davacıların manevi tazminat taleplerinin tamamen kabulüne karar verdi. Yargıç Çınar, Vakit Gazetesi’nin sahibi Aykon, Yazıişleri Müdürü Aksoy ve Mehmet Doğan’ı yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz de eklenerek her bir davacı için 2’şer milyar lira olmak üzere toplam 624 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Mahkeme, köşe yazısını yazan Asım Yenihaber’in de RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vermiş oldu ve tazminattan sorumlu tuttu. Bu arada, karar açıklanmasına tepki gösteren Vakit Gazetesi’nin avukatları, taleplerinin dikkate alınmadığını ve tutanağa geçirilmediğini, savunma haklarının kısıtlandığını iddia ettiler ve tutanak tutacaklarını belirttiler. Hakim Çınar, kararın temyize tabi olduğunu hatıratarak, hukuki yolların tükenmediğini ifade etti.
- Avukatlar duruşmayi terketmişti; degil mi?
- Öyle!.. Daha sonra Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un yine Asım Yenihaber imzasıyla Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazısında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 10 milyar lira manevi tazminat talepli davasına geçildi. Vakit Gazetesi’nin avukatları, bu duruşmaya katılmayacaklarını belirterek, duruşma salonunu terkettiler. RTÜK üyesi Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, diğer davada olduğu gibi müvekkilinin dava konusu yazıyı yazan kişi olmadığını savunarak, bilirkişi incelemesi talep etti. Metin, aksi halde herkesin herkesi ihbar edebileceğine işaret ederek, adaletin allak bullak olacağını ifade etti. Orgeneral Eruygur’un avukatı Yazıcıoğlu ise kişilik haklarına saldırı iddiasını yineledi. Yargic Çınar, dosyada delillerin toplandığını belirterek, davanın kısmen kabulüne ve Aykon, Aksoy ve Doğan’ın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle müştereken 4 milyar lira manevi tazminat ödemesine karar verdi.
- Bu rüşvete susamış olanlar da müslüman?!
- Yahudi emperyalizminin kıçını yalayan bu çeşniden öğeleri, Otto CHILLY`den daha tehlikeli buluyorum...
- Aynı görüşleri paylaşıyorum sizinle ve o derecede derin endişeler içerisindeyim!

**

- Tv 5, Milli Gazete gibi medya organlarına karşı kendi kendini Yargıç ve Savcı olarak atayan sözde diplomatlara ne diyorsunuz?
- Olamaz!
- İzleyelim!
- Belgeler ortada!... Soytarılar, istedikleri kuruma, kuruluşa, yayın ve basın organlarına sansur uygulamakta hiçbir çekince göstermiyorlar... USA Büyükelçiliği’nin, Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, Irak’ta yaşananları aktardığı ve halkın tepkisini yayınladığı için bir gazete ve televizyona ambargo uygulanmasının, evrensel basın-yayın ilkelerine aykırı ve anti-demokratik olduğunu söyleyerek, “ABD, Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çekiyor ve bu hezimetin faturasını da Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ediyor. Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılmaz. Basına ve medyaya sansür uygulayarak Irak’ta yaşananları kamuoyundan gizleyemezsiniz. Burası ABD değil, Türkiye. Kendi ülkelerinde basına ambargo uygulasınlar” dedi. Wall Street Journal’da yayınlanan “Yeniden Avrupa’nın Hasta Adamı mı?” yazısı ve ardından USA Büyükelçiliği’nin Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, son günlerde gelişen olayların Irak’ta bataklığa saplanan ABD’nin bataklıktan çıkmak için suçu başkasına yüklemeye çalışma refleksi olarak değerlendirdi. Konuyla ilgili yazılı bir basın açıklaması yapan Aksu, “Tarihini sömürge, zülüm ve katliamlar üzerine bina eden bir ABD’nin geçtiği yollara dönüp bakmadan bu tarz serzenişlerde bulunması, yaptıklarının onaylanmasını beklemesi, bırakınız beklemeyi bunu bir emrivaki olarak dayatması ne akıllara ne de vicdanlara sığmaz” dedi. ABD’nin Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çektiğini ve bu hezimetin faturasını Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ettiğini belirten Aksu: “Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılamaz. Türkiye’deki Anti- Amerikan rüzgarından rahatsızlık duyanlar acaba bu rüzgarın esmesinde hiç mi kabahatli değillerdir? Yeri geldiğinde dünyanın en kanlı diktatörlerini besleyip onların milyonları katletmesine ön ayak olan, Afganistan ve Irak işgallerinin meşruiyetini sorgulatmayan bir zihniyet elbette ki bunun bedelini ödemelidir” dedi.
- Türkler, Amerikan halkından değil Bush’un politikalarından rahatsız
- Güzel dile getirdiniz!.. “Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin (Amerikan kaynaklarına göre) en az 100 bin sivili öldürmesi, tutuklulara işkence yapması, bu ülkenin bir terörist yuvası haline gelmesi, Türkiye’yi olumsuz etkilemesi, bütün dünyada olduğu gibi Türk kamuoyunda da Bush’a karşı muhalefeti güçlendirmiş, yeniden seçilmesi büyük hayal kırıklığı uyandırmıştır” diyen Aksu, Amerikalıların Irak’taki Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi ve sözde “teröre karşı savaş?” veren ABD’nin, Kuzey Irak’a yuvalanan Mo$$ad&Barzioni teröristleri hakkında hiçbir önlem almayışı gibi gelişmeler ise Bush aleyhtarlığının Türkiye’de doruğa tırmanmasına yol açtığını vurguladı.
- Ismarlama sevgi ayarı yapılmaz!
- Çok dogru!..
- Hani, Turkiye&Almanya vbg ülkeler isgal edilmemişti?! Yalnızca Filistin'de, Irak'ta ve benzerleri üzerinde egemen sanılıyordu bu ZOG denen Militer-Mafya? Bu ne ya; bu sansur denen illet, Tel Aviv'den dikte edilen bir diktatorluk gibi yayginlaştirildi?...
- Pentagon aracılığıyla Bush yönetiminin müttefiklerine ABD karşıtlığının çözülmesi ve halkların kendilerini sevmesi mesajının verildiğini ifade eden Aksu, “ısmarlama sevgi ayarlarıyla nereye varılabilir” diye sorarak sözlerine şöyle devam etti “ABD’nin takkesi Irakta düşmüştür. Tüm dünya kamuoyu kendisine karşı öfkelidir. Kimi kime şikayet ediyorlar ya da kimden neyi savunmasını bekliyorlar. Demokrasilerde siyasetçilerin işi kamuoyunun tepki ve taleplerini en uygun şekilde yansıtmaktır yoksa bu tarz emri vakilerle kamuoyunu hizaya getirmek değil.”

**

- Sansur prosedürüyle amaçlanan, yalnızca engelleme değildir. Bir olaya ilişkin doğru bilgi akışı sansur yoluyla engellenirken ikinci amaç gerçekleştirilir; olayın saptırılması. Cocuklara karsi islenen suclarda resmi makamlardaki suçortaklarının çabalarını anımsayınız... Özellikle sexual amaçla çocukların pazarlanması sırasına taa üst düzeyden direkt fermanlarla gelen sansur uygulamalarına tanık oluyoruz; çünkü, çocukların pazarlamasına ortam sağlayan kirli tabaka, kendinin açığa vurulmasını istemez. Elinde de en büyük silah olarak sansur vardır...
- Ìşleyiş'i, Urla'da çok net gördük; klipleri yeni yeni yayına konulabiliyor...
- Ìzleyelim!..
- Son günlerde tartışmalara neden olan Barbaros Çocuk Köyü ile ilgili haberler davalık oldu. Yayınladıkları haberler nedeniyle Özgür Urla gazetesine, Urla Kaymakamlığı koltugunda oturan sanik Ahmet Mailoğlu tarafından sansür uygulandı. Gazeteciler TUNALI ve SÖKE, Barbaros Köyü'nde cinsel taciz iddialarını yazdıkları için kendilerine "devlet ve millet düşmanı" diyen kirli kaymakam'a dava açtı. Kaymakam taslağı da, gazete haberlerine dava açtı; tedbir koydurdu. Gazetecilerin itirazı görüşülüyor... İzmir'de çıkan Yarımada gazetesi sahibi Selçuk TUNALI ile Özgür Urla gazetesi sahibi Ali Rıza SÖKE, Star TV'deki "Objektif" programına katılarak, Barbaros Köyü'nde çocuklara cinsel taciz iddiaları ile ilgili kendilerine "devlet ve millet düşmanı" dediği gerekçesiyle Urla Kaymakamı Ahmet Mailoğlu'ya 50 bin YTL'lik tazminat davası açtılar. Gazeteciler 3 Şubat'ta yayınlanan programdan iki gün sonra Kaymakam hakkında yakınma'da bulundu. Kaymakan Mailoğlu bunun üzerine, gazetelerde kendisi ile ilgili yayınlanan haberlerede "kişilik hakları zedelendiği" iddiasıyla gazetecilere dava açtı. Urla Asliye Hukuk Mahkemesi de iki gazetedeki Kaymakam haberlerine aynı gün tedbir koydu.
- Mahkeme, tedbire itirazı görüşüyor
- Durumu yatıştırıyor...
- Öyle!.. Tedbir kararına itiraz eden gazeteciler, yapılan yayınların "Basın Kanunu, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) uygun olduğunu savunarak, "tedbirin nasıl bir haber verileceği ilan edilmeden, muhtemel, ne olduğu belirsiz bir saldırı olasılığı" üzerine alındığını iddia etti.
- Mahkeme, itirazı değerlendiriyor.
- Bakalım ne çıkacak!
- Yarımada gazetesinin 28 Ocak 2005, Özgür Urla gazetesinin de 1 Şubat 2005 tarihli nüshasında cinsel taciz soruşturması ile ilgili bilgilere yer verilmiş ve Kaymakama sorular yöneltilmişti. Kadir Çelik'in sunduğu programda, Kaymakam Mailoğlu'nun "Bu iddianın sahipleri iki tanedir bunlar. Bu iddia iğrenç ve saçmadır. Bu iddianın kaynağı olan, bahsedilen iki kişi... Her zaman devlet, Kaymakamlığımızın manevi ve mukaddes değerlere saygılı olmamdan dolayı şahsım üzerine kurulmuştur. Bu gazetelerin yayın politikaları incelendiğinde devlet ve millet düşmanı olduğu açıkça belli olan bu şahıslar..." dediği iddia ediliyor. Sorun ve baskıların yeni başlamadığını kaydeden gazeteci Söke, bianet'e verdiği bilgide, bir yıl önce yazılarının yayımlandığı sayıların Kaymakamca polis kullanılarak toplatılmaya çalışıldığını, İçişleri Bakanlığı'na yaptığı şikayetlerin üzerinin ise yalanla kapatıldığını savundu. (EÖ/EÜ)
- Sansur olaylarinda kiralik utanmazlar, gazetecilik oynuyorlar.. Bu utanmazlara en acikli örnek, Savaş AY adindaki ucuz provokatordür...

**


- Yerel basın, Savaş Ay’a karşı...
- Çıkarcı bir çakaldır bu enstrüman, adı yanlış Savaş piçi, yine kanlı koku aldı ve pisliğe daldı!
- Öyle! Urla Kaymakamlığı ile Barbaros Köyü arasında mekik dokuyan yerel basın Savaş Ay gazeteciliğini tartışıyor; “Köye o giriyor da biz niye giremiyoruz? Savcı ona konuşuyor da bize niye konuşmuyor?” Kaymakamlık önünde savcının dışarıya çıkıp bir açıklama yapması için bekliyorlar; saatler ilerliyor, hava kararıyor, savcı yok. Sonra bir söylenti dolaşıyor ortalıkta; “Savcı, Savaş Ay’a konuşmamış, ben öyle şeyler söylemedim.” demiş. Urla’da çıkan yerel gazeteler de kaymakam ve okul müdürüyle ilgili zehir zemberek yazılara devam ediyor. 15 günde bir yayımlanan Özgür Urla gazetesini tek başına çıkaran Ali Rıza Söke koltuğunun altında sıkıştırdığı gazeteleriyle takip ediyor gündemi. 1000 adet bastırdığı gazetesi neredeyse tükenmek üzere, yeni gelişmeleri duyurmak için ek bir baskı yapmayı bile düşünüyor. Ali Rıza SÖKE, Barbaros Çocuk Evi’nden bir çocuğu da nüfusuna geçirmiş. Özgür Urla, Yarımada ve Demokrat Urla’nın suçladığı kaymakamı aklayan tek gazete Urlalılara “İnanmayın, yazılara inanmayın... Belgeler var.” diye seslenen Urla Postası. Tutuklananlar arasında yakınları bulunanlar da oyunu ‘raconu’na göre oynamayı öğrenmişler. İçlerinden biri, “Yarın, gazetenizde bakıcı anneler suçsuz diye manşet atarsanız, size önemli bir bilgi vereceğim.” diyor.
- Tecavüzcü pezevenk tohumları birer birer kefaletle birakilirlarken yazı ve şiir yazmaktan icerde tutlan aydinlara, sansur kurbanlarına kolay kolay böyle bir olanak tanınmıyor...
- Neden uygulanmiyormus; gazeteci Sinan Kara dün Urla Cezaevi'nden şartlı serbest bırakıldı.
- Birakıldı ama cezasının tamamını çektikten sonra.. Sinan KARA'nin çektigi ceza yanında bu çocuk tecavüzcülerine yapılan, "konuk ağırlamak" diye anılmalı!
- KARA'nın davaları Türkiye'deki basının tehdit altında olduğunun bir göstergesi. Özellikle de yerel basın kıskaç altında,"

**

- Bir RTUK belası var...
- Örnegin?!
- Küçük Özgürlük bile yok! RTÜK, daha önce Türkiye'de sinemada da gösterilen, festivallerde ödüller alan 'Küçük Özgürlük' adlı film nedeniyle Primemax ve Primemax 2'yi süresiz kapattı. Digitürk ise buna, 2 yeni kanalla karşılık verdi. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Digitürk üzerinden yayın yapan Primemax ve Primemax 2 kanallarını, yayımladıkları "Küçük Özgürlük" filminde 'bölücülük propagandası yapıldığı' gerekçesiyle süresiz kapattı. Digitürk ise bu kanalların yerine GoldMax ve GoldMax 2 adlı iki kanal koydu.
- 'Gülünç ve çağdışı'...
- Elbette!... 25 yıldır Almanya'da yaşayan filmin yönetmeni Yüksel Yavuz ise Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 'Eser İşletme Belgesi' alan, çeşitli festivallerde gösterilen ve Aralık 2003'te Türkiye'de vizyona giren film nedeniyle kanal kapatılmasını 'çok gülünç ve çağdışı' sözleriyle nitelendirdi. Yavuz, filmin konusunu ise şöyle özetledi: "Çocuk yaşta Almanya'ya gelen bir Kürt ile Afrikalı genç, 16 yaşında mahkemeye çıkarılıp ülkelerine gönderileceklerini bildikleri için illegal yolla yaşıyorlar. Kürt genci, bir zamanlar 'dağa çıkmış' bir akrabasının yanında kalıyor. Bu arada tanışıp çok sevdiği yaşlı adamın, anne ve babasının ölümünden sorumlu olan kendi köylüsü bir korucu olduğunu öğreniyor. Adamı öldürmek için sorguya çekerken bundan vazgeçiyor. "
- 'Yeni sansür anlayışı'
- Resmen!.. Filmin Türkiye dağıtımcısı Belge Film'in sahibi Sabahattin Çetin de, şöyle konuştu: "RTÜK, devletin gösterimine izin verdiği filmin televizyondaki yayını yasaklamakla kalmıyor. Filmi yayımlayan kanalı da süresiz kapatıyor. Bu yepyeni bir sansür anlayışı. RTÜK, AB yolundaki Türkiye'nin başına yeni dert açıyor. Bu olaya karşı yasal hakkımızı kullanacağız"

**

Volum -II-

**

- SANSURün EMPERYALiT cinsi ile SANSARLIGIN SiYONiT cinsi ARASINDA BIR BAGINTI VAR MI?
- Olmaz mı!.. Hem de enternasyonal boyutta!.. İzleyelim!..

**

- Yahudiler bu ikilem bakımından çok deneyimlidirler... İkinci Dünya Savaşının bitişiyle dünyayı saran Cold War, yani soğuk savaş yıllarında, dünya kamuoyu kobay gibi kullanılarak beyni yıkandı. Sansur, Sosyalist ülkelerin de bir bir yıkılmasıyla bir resmi ders niteliği aldı. Öyle ki, bugün biz Dresden`in nasıl yerle bir edildiğini bilemiyoruz; HITLER ve nice kimseler öldürülmüşken, bizler kaç kuşaktır bu yok yere öldürülen kurbanlara değil de cellatlara acıyoruz... Dünya çapında örgütlü olan soykırımcı katillere ağlayıp hallisunasyonal filmler üretiyoruz çünkü beynimiz mükemmel yıkanmış ve Yahudiler öldürüldü sanıyoruz... Kargaları güldüren bir tarihsel manipulasyon... Çünkü yahudi yalancılığı tradisyonal bir meslektir; ona sansur yok!... Sansur, eleştirel beyinlere uygulanan bir silah!... Milyonlarca Alman ve milyonlarca Avrupalı ve hatta adını anımsamakta güçlük çektiğimiz ülkelerden insanlar soykırıma uğratıldılar. Alliance denilen USA&AUSraelia vbg Siyon güçleri dünyayı yakıp yıktılar ama hemen tüm lise kitaplarında biz Yahudilere kıyıldı diye okuyoruz. Oysa ki, Çalışma Kamplarında bir çeşit korumada bulunan Yahudiler ve yağmacılıkta uzman olup da yükte hafif pahada ağır ne varsa talan eden Yahudiler, savaçlardan en az zararı gören yegane tilkimsi sürüdür. İkinci Dünya Savaşı öncesinde tüm Avrupa`da toplam 1.300.000 Yahudi vardı; WW II denen bu savaştan sonra yani 1945, ten sonra sayılarının 3.100.000 olduğu görülür. Avrupa`da hırsızlıktan arananlar kendini Israel denen işgal topraklarında güvencede bulurlar ve güttükleri Birleşmiş Uluslar Örgütü de 1948`de dünyanın ilk Yağmacılar Cenneti ZOG çetesine "devlet unvanı" verir. Burada yine sansur ve manipulasyonun gücüne dönersek; hani nerede 6.000.000 Yahudi gaz odalarında tavuk gibi tütsülenmişmiş de belmem ne? Kendimiz gittik gördük, o düzmece merkezlerde, yani Alman Çalışma Kamplarının hiçbirinde gaz odası yok, gerçekte öyle bir gaz olsa Alman onuı savaşta İngiliz Evangelist itine, Amerikan Siyon çakalına karşı kullanırdı... KAldı ki, Çalışma Kamplarına gönderilenler yalnızca asalak Yahudiler olmayıp işsiz Almanlardı, hatta sayısız ulustan olup da zamanın gereği savaş donanımı üreten kimselerdi, ustalardı, uzmanlardı... Yine sansur yoluyla boyanan rakamlara bakalım, üç milyon yalancı, geleneksel ve fanatik alışkanlık eğilim özelliğini sergileyerek, altı milyon Yahudi yaratık gazlandı, diyor... Papağanlar da yineliyor... Matematik bilmeyen bir geri zekalıyı düşünün ve dünyanın da geri zekalılar düzeyine düşürüldüğünü kavrayın artık, lütfen!
- İçinde bulnduğumuz Yüzyıl`da da aynı geleneksel yöntemler sürdürülüyor... Siyon emperyalizmi, şimi düne oranla çok daha modern donanımları ve beyin yıkama makinalarını tekelinde bulunduruyor...
- Örnekler misiniz?
- İzleyelim!.. Ortadoğu belgesel klipleriyle girelim... Çağdaş emperyalizmin saldırgan ve işgalci tutumu İslâm coğrafyasında kan akıtılmasına yol açmaya devam ediyor. Emperyalizm ve onun uzantıları her ne kadar kendilerini sevimli gösterebilmek için "demokrasi, özgürlük ve insan hakları" gibi kavramları propaganda malzemesi olarak kullansalar da onlar sürekli kanla beslendiklerinden, güç ve hâkimiyet sahibi oldukları yerlerde mutlaka kan akıtılacaktır. Onlar bir yandan kan akıtırken, yıkım ve tahribat yaparken, bir yandan da kendilerini haklı çıkarabilmek için başkalarını suçlu göstermeye çalışıyorlar. Bunun için son dönemde kullandıkları en önemli olgu ise "terör"dür. Oysa gerçek anlamda terörün iplerini ellerinde tutanlar ve amaçlarına ulaşmak için terörü araç olarak en çok kullananlar onlardır. Terörü kendi saldırganlıklarına ve hukuksuzluklarına gerekçe olarak gösterdiklerinden yerine göre başkalarının üzerine yükleyebilecekleri terör eylemleri gerçekleştirmekten de çekinmemektedirler. Çünkü onların önlerinde herhangi bir ahlâki engel ve kendilerini engelleyen bir prensip yoktur. Onlar makyavelist felsefeyi benimsemiş olduklarından amaçlarına ulaşmada mümkün olan her şeyi, her metodu ve aracı meşru görmektedirler.
Sürekli kanla beslenen emperyalizm canavarı, Aşura gününde, Hz. Hüseyin (r.a.)'in şehit edilmesinin yıldönümünü ihya programlarında Irak'ta ve Pakistan'da aynı gün içinde gerçekleştirdiği bombalamalarla büyük bir katliama sebep oldu. Irak'ın Kerbela ve Bağdat şehirlerinde gerçekleştirilen bombalamalarda en son açıklamalara göre 171 kişi hayatını kaybetti. Pakistan'daki bombalamalarda ölenlerle birlikte bu sayı 200'ü aştı. Olaylarda yüzlerce insan da yaralandı. Bombalamalar adeta "bu kadar insanı bir arada yakalamışken, fırsatı kaçırmayalım" anlayışıyla gerçekleştirilmişti. Yahudi yularlı USA emperyalizmi olaylardan hemen sonra medya gücünü kullanarak, kendini kamufle etme ve suçu yine "terörün ana odağı" olarak kabul ettirmeye çalıştığı el-Kaide'ye yüklemeye çalıştı. Bu amaçla Irak'taki adamlarından bazılarını da devreye soktu ve onların ağızlarıyla açıklamalar yaptırdı. Irak Geçici Yönetim Kurulu üyesi Muvaffak er-Ruba'i, Amerika'nın CNN televizyonuna yaptığı açıklamada el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak amacıyla bu patlamaları gerçekleştirdiğini ileri sürdü. Oysa el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak istediği iddiası tamamen tutarsız ve kendi içinde çelişkiliydi. Çünkü el-Kaide'nin Irak'ın içinde bir iç savaş çıkmasından herhangi bir kazancı olmayacaktı. İşgalci güçlere karşı savaş verdiği söylenen bir örgütün, işgal güçlerinin işine yarayacak ve onlara karşı savaşanları zayıf düşürecek bir iç savaş istediğini söylemek son derecede mantıksız ve tutarsızdı. Ama tabii onlar kendi ağızlarıyla ve mantıklarıyla değil efendilerinin ağızlarıyla konuşuyorlardı. Kafalarını da kendilerini bir yerlere yerleştiren efendilerine kiraya vermişlerdi. Dolayısıyla mantık ve akıl kurallarına göre değil efendilerinin kendilerine telkin ettiği şekilde düşünmeleri gerekiyordu. Olaylar üzerine gerek Şii gerekse Sünni cemaatin ileri gelenleri, yaptıkları açıklamalarda bu olaylardan istifade eden tarafın sadece ABD olduğunu vurguladı ve Müslümanlardan oyuna gelmemelerini, fitnenin içine sürüklenmemelerini istediler. Amerika'nın Irak'a yönelik stratejisi üzerinde araştırmalar yapan bazı uzman kişiler de bu olayların arkasında ABD'nin olması ihtimalinin yüksek olduğuna dikkat çektiler. Bu kişiler Amerikan işgal güçlerinin kendilerine karşı sürdürülen direniş karşısında başarılı olamadıklarını, dolayısıyla bu direnişi zayıflatabilmek için Iraklıları bir iç savaşın içine sürüklemek istediklerini vurguladılar. Çünkü işgal güçleri bu yolla kendilerine karşı savaşanları zayıf düşürebileceklerini ve böylece Irak üzerindeki askeri hakimiyetlerini sağlamlaştırabileceklerini umuyorlar. Böyle bir fitne için en kapsamlı potansiyelin ise Şii - Sünni ayrımı olduğunu düşünüyorlar. Çünkü bu iki unsurun nüfusa oranı birbirine yakındır. Dolayısıyla bir Şii - Sünni fitnesi çıkarılması durumunda ülke nüfusunun bir yarısı diğer yarısına karşı harekete geçirilmiş olacaktır.
- Aslında Amerikan emperyalizmi Irak halkı arasında bir Şii - Sünni fitnesi çıkarabilmek için bundan önce de birçok girişiminde bulundu. Bunların en başta geleni de Muhammed Bakır el-Hakim'i hedef alan suikast saldırısıydı. Hatırlanacağı üzere o saldırı da Şiilerin büyük bir camilerine yönelik olarak gerçekleştirilmiş ve başta Ayetullah Muhammed Bakır el-Hakim olmak üzere çok sayıda Şii Müslüman hayatını kaybetmişti. Bunun yanı sıra değişik zamanlarda gerek Şii, gerekse Sünni Müslümanların camilerini, ibadet veya normal toplanma yerlerini hedef alan bombalama eylemleri oldu. İşgalci güçleri bütün bu olayların arkasında "karşıt taraf" olarak gösterdikleri kitlenin elini aramaya çalıştılar. Ancak işgalcilerin "suçlu" olarak göstermeye çalıştıkları taraflar sürekli suçlamaları reddettikleri gibi bu tür eylemleri kesinlikle tasvip etmediklerini de vurguladılar. Bu arada fitnenin içine sürüklenmeleri istenen mağdur taraf da iddiaları gerçekçi ve makul bulmadılar; bilakis ortaya atılan senaryoların tamamen fitne amaçlı olduğunu hemen fark ettiler. Dolayısıyla şimdiye kadarki fitne oyunları hep başarısız kaldı. Bu son fitne oyununun da aynı şekilde başarısız kaldığını görüyoruz. Çünkü gerek Şii ve gerekse Sünni cemaatin ileri gelenlerinin yaptıkları açıklamalarda, bunun ABD'nin, Müslümanları fitnenin içine sürükleme amacı taşıyan haince bir komplosu olduğunu vurgulamaları ve tüm Müslümanları oyuna gelmemeleri için uyarmaları olumlu etkisini göstermiştir.
- Amerika'nın Irak'taki fitne çabaları siyonist işgalcilerin fitne çabalarına çok benzemektedir. Bu benzerlik de Aşura katliamlarının arkasında Amerikan emperyalizminin olduğu hakkında ipucu niteliği taşımaktadır. Hatta bazı yorumcular olayların arkasında İsrail istihbaratının olabileceğini de dile getirdiler. İsrail işgal devletinin ve uluslararası siyonizmin bu konuda geniş tecrübesinin olması sebebiyle ortak bir faaliyet içine girişmiş olmaları hiç de uzak bir ihtimal değildir. Lübnan'ı on yıl boyunca kana bulayan ve daha önce turistlerin gözdesi olan Beyrut'u adeta bir harabeye çeviren fitnenin ateşini alevlendirenler siyonistlerdi. Aynı siyonistler Filistin topraklarında da fitne ateşini alevlendirebilmek için birçok kez girişimde bulundular. Ancak buradaki direniş gruplarının özellikle de İslâmi hareketin oldukça hassas davranması, oynanan oyunlara dikkat etmesi işgalcilerin fitne çabalarının sonuç vermesinin engellenmesini sağladı.


**

- Birleşmiş Ulusların elindeki raporlar bile süzgeçten geçiriliyorlar...
- Ne süzgeci-filtresi; resmen sansur... DU raporuna sansür...
- Körfez Savaşı’nda Irak’a karşı kullanılan seyreltilmiş uranyum (DU) silahlarının halk sağlığı üzerindeki etkisini inceleyen bir rapor, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından hasıraltı edildi.
Tanınmış üç radyasyon bilimcisi tarafından hazırlanan raporda; Iraklı sivillerin, DU içeren tozları solumaları nedeniyle kansere yakalanabileceği belirtiliyordu. Ana raportör, DSÖ’ye danışmanlık yapan Dr. Keith Baverstock’tu. BM’ye bağlı bir kuruluş olan DSÖ, çalışmayı haber alarak harekete geçti ve yayınlanmasını önledi.
- Üç yıl önce hazırdı
- Evet!... Baverstock, DSÖ’nün raporu kasıtlı olarak sümenaltı ettiğini belirterek, “2001’de hazır olan rapor zamanında yayınlansaydı, ABD ve İngiltere’nin geçen yılki savaşta DU kullanımını kısıtlaması sağlanabilirdi” diye konuştu. İki saldırgan ülkenin geçen yılkı bombardımanında, tanklar ve uçaklar yüzbinlerce DU mermisi kullandı. İşgalin ardından, yüksek oranda radyasyon içeren bu mermilerin temizlenmesi için hiçbir çaba harcanmadı. BM Çevre Programı’na bağlı uzmanların, kirlilik düzeyini ölçmek için Irak’ta çalışmasına da izin verilmiyor.
Hücre yapısını tahrip ediyor. Dr. Baverstock, Sunday Herald gazetesine yaptığı açıklamada, “Çalışmamız, Irak’ta yaygın DU kullanımının sivil halka yönelik ciddi bir tehdit olduğunu gösteriyordu. DU’nun radyoaktivitesi ve kimyasal zehrinin, insan hücrelerine tahmin edilenden daha çok zarar verdiğine dair kanıtlar var” diye konuştu. Baverstock, geçtiğimiz mayıs ayında emekliye ayrılana dek, 11 yıl boyunca DSÖ’nün üst düzey radyasyon uzmanlığını yürütmüştü. Tanınmış bilimci, halen Finlandiya’daki Kuopio Üniversitesi’nde çalışıyor. DU’nun zararlarını belgeleyen raporu hazırlayan diğer isimler; Kanada McMaster Üniversitesi’nden Prof. Carmel Mothersill ve radyasyon danışmanı Dr. Mike Thorne.
- UAEA baskısı
- Geliyorum... Baverstock DSÖ’ye çalışırken, kuruluş, raporun yayınlanması için izin vermeyi reddetti. İngiliz araştırmacı, DSÖ’ye yönelik baskının UAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) eliyle gerçekleştiğini tahmin ediyor ve şöyle konuşuyor: “Çalışmamız DSÖ tarafından sansüre uğradı ve yayınlanamadı, çünkü ulaştığımız sonuçlar hoşlarına gitmemişti. Geçmiş deneyimler de gösteriyor ki yöneticiler, UAEA tarafından baskı altına alınmıştı.” Dünya Sağlık Örgütü ise, suçlamaları reddetti. Örgütün radyasyon ve çevre sağlığı koordinatörü Dr. Mike Repacholi, “UAEA’nın bu olaydaki rolü çok küçüktü. Raporun yayınlanmasına onay verilmedi, çünkü bazı bölümler yetersiz bulundu” dedi.
- Kanser tehlikesi varmış...
- Evet!.. Sunday Herald tarafından incelenen raporda şu satırlar dikkat çekici: “Irak’ın kuru iklimi nedeniyle, küçük DU parçacıkları, yıllar boyunca etrafa yayılıp siviller tarafından solunacak. Bu parçacıklar vücuda girdiğinde, radyasyon ve zehir, kötü huylu tümörlerin büyümesini tetikleyebilir. DU’nun yaydığı radyasyon; insan hücrelerine zarar verebilir ve bu da genetik sistemin istikrarını etkiler. Bu zararın; kanser ve diğer bazı hastalıklara yol açtığı tahmin ediliyor.” USA ve İngiliz güçleri, geçen yılki saldırıda, 1991 Körfez Savaşı’nda kullandıklarından çok daha fazla DU kullandılar. Bu nedenle, önümüzdeki onyıllar içinde Irak’ta onbinlerce insanın kansere yakalanacağı, sakat veya ölü doğumlar yapacağı belirtiliyor. Körfez Savaşı’nın ardından,
Irak’ta kanser oranlarında büyük bir artış yaşanmıştı.
- Türkiye oligarşisi ve hükümetteki AKP de katliamın sorumlularındandır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün sözleri sadece riyakarlığın belgesidir; “devletler suikast yapmaz, terörle böyle mücadele edilmez” diyerek sözde İsrail’i eleştiren AKP, İsrail’le işbirliğini her geçen gün pekiştiren bir iktidardır. Ve o iktidar, katliamcılık zihniyetinde İsrail’in gerisinde değildir; İsrail katliamlarını açıkça yaparken, AKP katledip, katlettiklerini sansür zoruyla gizleyendir. AKP, Big Brother USA ve USrael aynı kamptadır.

**

- Sansür aygıtının ve kullanıcı enstrumanların Ortadoğu`da özel bir yerleri ve çok özel amaçları var...
- Ne gibi?
- Sansur ve manipulasyon, işgal güçlerinin yan araçlarıdır... Açıktan açığa bombalama güdülmeyen alanlarda ikincil güçler devreye sokuluyor.. Sansur vbg destek uygulamalarıyla Ortadoğu İSRAİLLEŞTİRİLMEK İstenmektedir!..
- Katılıyorum'

**

- YASAK MANTIĞINA ÖZGÜRLÜK, ÖZGÜRLÜĞE YASAKLILIK, NE MENEM BİR MANTIKTIR? HANGİ ÇEŞİT SİSTEMLERDEN BESLENİR?
- Gösterime yeni giren bu klibi birlikte izleyelim mi?
- Buyrun yoldaşlar, izleyelim!

**

- Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin bir mahkeme kararına dayanmaksızın Almanya'da yayınlanan Vakit gazetesinin yayınlanmasını yasaklaması, Mo$$ad'in tavrini cagristiriyor. Mo$$ad, bilindiği gibi ZOGang denen militerize mafyanin "devlet gibi hareket eden tümörlesmis gizli polis teşkilatı"nın adı. Mo$$ad, siyonizmin güvenliginin polisidir ve sınırsız yetkilerle donatılmıştır. Kararlarını mahkemelerin onaylamasına gerek yoktur ve iş adalete intikal ettiği zaman Mo$$ad sorumlulari, kollaboratörleri, memurları, köekleri ve medyatik yalakalari asla sanik iskemlesine getirilemez; üstüne üstlük savci gecinen utanmaz yaratiklar da halkin adalet arayisi yerine emperyalizmin memuru olarak siyonizmin aklanmasina saglamaga yetkilidirler. Bakiniz USrael denilen kanlki sirk'e... Bastan asagi düzmece yargi... Emniyet polisi ve idare, daha üstün bir yargı makamına başvurmaksızın ilk sorguları yapar. Gercek Toplama kampları, Evangelist/Yahudi egemen devletlerin marifetidir; orada entellektueller issiz birakilir; izlenir; süründürülür en azindan... Tel Aviv yakınlarındaki "Filistinli sanik cocuklari Toplama Kampı"nı raslantisal olarak saptadigimizda uyarilmistik ve sinirdisi edildigimizde şoke olmuştuk. Burnuma gelen yanık yağ kokuları midemi alt üst etmişti. Iskence, USrael adalet bakanliginca serbest birakilali yillar oldu; dünyada hukuk otoritesi gecinen cevrelerden bir ossuruk kadar olsun tepki yansimadi; yansiyamaz... Hastaları kobay olarak kullanan ve ilâç deneyen doktorlar (!) Usrael'in kendi askersel makamlarınca da artık "non-secret-affairs" olarak yayinlanabiliyor... Pişkinligi görüyor musunuz?.. Zavallı Hitler'i öldürenler onun namına da sahte bir tarih yazdılar oysa ki gercek soykırımlar gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde işte işgal altindaki Afganistan, Balkan, Chechenia, Iraq, Lubnania, Filistin ve giderek Ortadogu'nun tamami bu ates cemberine sokulmak üzere... Kısa süre içinde de BOP falan diye adlanan bu ve benzeri pilot bölgelerde farklı düşünen kim varsa ya bir bicimde susturulacak ya da solugunu kimse fark etmeden elimine edilecek; ediliyor da... Sansur, bu anlatılan kanlı buzdağının ancak tepede görünen ufak ucudur... Ortadogu işgali, neo-Ortacag uygulamasinin deneme tahtasi oldu.. Hani Humanist uyanis; uygarliklar cagi?! Aydınlanmanın üç büyük parolası vardı: Hürriyet, eşitlik, adalet. Aydınlanmanın öncülerinden Fransız düşünürü Volter, düşünce hürriyetinin sınırlarını şu parola ile çizmişti: "Senin gibi düşünmüyorum, fakat düşüncelerini söylemen için sonuna kadar mücadele edeceğim." Batı, düşünce hürriyetini elde edene kadar büyük mücadele verdi, demokrasi ve insan haklarını elde etmek için birçok bedel ödedi. Şimdi "globalleşme" adı altında Amerika Başkanı W. Bush yeni bir süreç başlattı. Herkes nerdeyse Bush gibi düşünmek ve onun yaptıklarını desteklemek zorunda.
Bush'un İsrail siyaseti, sadece USrael military Mafia'sının çıkarlarını gözetiyor. Yahudi lobisinin etkisinde geliştirilen ve sürdürülen bu siyaset, bütün dünyada yoğun tepki görüyor, ama ABD'nin umurunda değil.
- Yahudi lobisi, "çok masum bir vakayı" sonuna kadar istismar ediyor.
- En eski meslek gibi geleneksel uzmanlık konularından biridir... Yahudi fanatizmine eleştirel karşıtlık anlamına gelen "antisemitizm" her zaman insanlık suçu olarak kabul ediliyor. Yahudi karşıtlığı ile İsrail'in şiddet politikaları örtülüyor. Birleşmiş Uluslar Örgütü kararlarını hiçe sayan ve Filistin'de kan döken İsrail eleştirildiği zaman, hemen adamın alnına "antisemitist" damgası vuruluveriyor. Bütün dünyada "antisemitist" damgasıyla ürkütülemeyecek tek bir cephe varsa o da biziz ve Müslüman ülkelerdir. Tarih boyunca İslâm devletlerinde Yahudiler, oligarşik düzende en çok kayırılan orospu sürülerinin başında gelmişler; dünyayı babalarının prezervatifi gibi arsızca kullanırken hiç ellenmeden yaşamışlar, kendi din ve faşist geleneklerini korumuşlardır. Bu manyakça sessiz kalınma semptomunu, hiçbir zaman Hıristiyan ülkelerde bulamamışlardır. Çünkü Hıristiyanlık öğretisi içinde açık bir biçimde, kendi mediatic güçlerinin de ağırlığı vardır; müslümanların ve sosyalistlerin medi güğcü varsa da kredi muslukları ve yönetim mekanizması genelde siyonist sızıntıların elindedir. yani, bir önemli neden, Beyin Yıkama Prosedürü, ne solda ne de müslümanlık dininde ciddiye alınmamıştır; ymuşak karın kısmı açıkta kalmış, traih boyunca da bu noktadan yaralanmıştır. Gerçek Hristiyanlık ise çok yerde kendi mediatic gücünü kurma başarısıyla böyle bir yara almaktan kurtulmuştur; ikinci bir başarı nedeni ise dinsel yaralarının uyarıcı etkisidir; çok net: "Hz. İsa, Yahudiler tarafından çarmıha gerilmiştir." İslâm literatüründe Yahudi düşmanlığı kavramı yoktur. İslâm adaleti emreder. Müslümanlar, dinleri icabı adaletle hükmederler. Yine Müslümanlar dinleri icabı haksızlığa ve zulme karşı çıkarlar. Bugün Müslümanların İsrail devletinin yaptığı zulümlere tepki göstermelerinin sebebi "antisemitizm" değildir, İsrail'in yaptığı haksızlıklar ve zulümdür. Vakit'in ve Türk halkının tepkileri de zulüm ve haksızlıklaradır. İsrail ve emperyalizm endeksli Bush politikaları, sadece Türkiye'de tepki görmemekte, bütün dünyada benzeri tepkilerle karşılaşmaktadır. Almanların % 77'si, Fransızların % 75'i, İngilizlerin % 64'ü Bush'un yeniden seçilmesini olumlu karşılamamışlardır. Dr. Philipp Jennier, Federal Parlamento Başkanı idi. 1988 yılında Nazi Almanyası'ndaki Yahudi karşıtlığının anıldığı bir oturumda, "Bu kadar aleyhinde konuşuluyor, neticede Hitler bir Alman'dı" dediği için Yahudi lobisinin şiddetli baskısına maruz kaldı ve 24 saat içinde görevini bıraktı. Bir daha da Meclis'e giremedi. Almanca ve tarih öğretmeni arkadaşım Holzman'a: "Ne oluyor? Yahudi subaylarin cogunlukla babalari Alman pasaportlu eski kriminaller değil mi?" dedim. "Adam haklı, ama diplomaside böyle konuşmamalıydı" dedi. Bir başka Alman arkadaşım, HITLER dönemine ilişkin yalanlar yakıştırmalar ve devasa beyin yikama öylesine başaraılı olmuştur ki, bu soğuk savaş yenilgimiz yüzünden bugün hiçbir Alman, Yahudiligin gerçek yüzü konusunda düşündüklerini söyleyemez, demişti. Amerika ve Avrupa'da Yahudi lobisi kendisi "antisemitik terör rüzgârı" estiriyor. Bu rüzgâr, kimi zaman Mo$$ad'in Israil'deki iskencehanelerde süren uygulamalarını cağristiran haksızlıklara yol açıyor. Aylardır Almanya'da yayınını durdurmuş olan bir gazeteyi, Vakit'i ve daha baska bircok Marxist yayinlari, Federal İçişleri Bakanı'nın mahkeme kararı olmaksızın emirle kapatması, bana Mo$$ad köpekliginin ulastigi boyutlari belgeliyor. Size de ürpertici gelmiyor mu?..
- Hayır, hayır! Ortada sıradan bir sansur yok. Asıl ortada sahnelenen, Yeni siyonizmen, DDR denen Doğu Alman Sosyalizmini çökerttikten sonra Müslümanları hedefledigi bir oyun var. Bu kez oyunun etiketi de "Anti-İslamizm"dir. Anti-İslamizm ABD-Avrupa ittifakının yeni ürünüdür. Bu ittifak İslam'a ve Müslümanlara karşı küresel ölçekte "ötekileştirme" ve "şeytanlaştırma" operasyonu başlatmıştır. Alman bakanın asıl yasaklaması gereken, Anti-İslamizm olmalıdır. Bunu yapmak yerine Siyonist saldırganlığı eleştiren yayınlar susturuluyorsa, bu İslam fobisinin Alman yöneticilerin basiretini bağladığını gösterir
- Demokrasi; çok kültürlülük, farklı düşünceleri barış içinde birlikte yaşatma, farklı düşüncelere saygı rejimidir. Basın özgürlügü olmaksızın demokrasi düşünülemez. Polis raporlarına dayanarak, bağımsız yargıya ihtiyaç duymaksızın gazete kapatmak, demokrasi ile bağdaşmaz. Otto Schily'nin yasak kararı, bu ibnenin gercek babasi olan Ariel SHARON uygulamalarini cagristirmaktadir.
- Insan olan kimse, her zaman ve her yerde hukuku, adaleti, özgürlügü, insanlığı savunmalidir!..
- Öyle!.. Her türlü hukuksuzluğa, haksızlığa, zulme karşı koyacağız. Otto Schily, kararını sabuunlayip uyusturucudan kendine ne girdigini animsayamayan dumura ugramis kizlarinin uygun yerlerine tikamalidir!
- Domuzdan türeyen domuz oluyor!.. Narkoman Jenna BUSH ile kizkardesi de Siyonist Otto'nun kizlari durumunda..
- Onlara gelince, uyusturucu saglanmasina hicbir engel hicbir sansur uygulanmasi bile düşünülemiyor...

**

- Yalnızca gazeteler, tv'ler mi? Kitaplar da aynı cendereden geçiyor...
- Ne yazık ki, sistem aynı sistem oldukça...
- Mein Kampf!.. Şu sıralar gazetelerde bu kitabın yasaklanacağına ilişkin haberler çıkıyor. Kitabın Türkiye'de ilk basımının üzerinden tam 66 yıl geçmesinden ve bu yıllar zarfında, söylendiğine göre kitabın 45 farklı çevirisinin 11 farklı yayınevince 100'den fazla baskı yapmasından ve bu baskıların 100 binlerce satmasından sonra… Evet, bütün bunlardan sonra, bu kitabın satışının yasaklanacağına ilişkin haberler yayınlanıyor..
- Kitapla ilgili haberlere bakılırsa Kavgam'ın, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde yayınlanması yasakmış. Bunun nedeni olarak kitabın, Adolf Hitler'in anılarını aktarmakla kalmayıp temel görüşlerini de içermesi gösteriliyor. Yani kitap Yahudi düşmanlığı (antisemitizm) propagandasını tetikliyormuş!.. Bizim ülkemiz yasaklara alışkın. Ben yıllar önce Millî Kütüphane'de, başka birçok kitabın yanında Büyük Doğu dergileriyle, 12. yüzyıl İslâm düşünürlerinden İmam Gazali'nin kitabının bile yasaklanmış olduğunu görmüş birisi sıfatıyla, artık kanıksadım. Bu kitap da yasaklanırsa ne yadırgarım, ne şaşarım.. Bir kez ilke ihlal edildikten sonra, bir eksik, bir fazla.. çok bir şey ifade etmiyor.. yadırgadığım bu değil.. yadırgadığım, Türkiye'nin, kendisiyle ilgili bazı filmlerin veya kitapların yasaklanması için bu ülkelere başvurduğunda, onların, ülkelerinde özgürlük bulunduğu def'isiyle Türkiye'nin talebini reddetmeleri keyfiyetidir. Türkiye özgürlük yönünden aman aman bir yer olmayabilir, ama demek ki neye öykünürsen ayibina da bulanirsin camuruna da... Sansur konusund Western Kapitalizmi ikiyüzlüdür; ona özene oligarsimiz, daha namuslu olacak degil ya!..
- Peki, Mein Kampf neden yasak? Neden o Nobel alan propaganda ve beyin yikama pacavralari yasaklanmasi düsünülemez de, bir tek kitaba saldirilir? Hele de bugünlerde, neredeyse bir asir gecmis yayini üzerinden.. Yeter artik!
- "Kavgam (Hitler'in), Almanya'ya karşı gerçekleştirilen komployla ve kendince bu komplonun sorumlusu olan Yahudilerle hesaplaştığı kitaptır." Bugünlerde yeniden bu kitaba saldiriliyor, cünkü Yahudiler, Yeni Dünya Düzeni(Jew World Order)'nin yularını ellerinde aldılar ve tam da bugünlerde insanlığa kinlerini kusmak icin en büyük avantajlı bir evre geçiriyorlar...

**

- Isparta'da barbarlık... Kaymakamın talimatı: Yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı azınlık ırkçısının kütüphane ve kitaplıklardaki kitapları ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim
- Izleyelim!
- Isparta'nın Sütçüler İlçesi Kaymakamı Mustafa ALTINPINAR'ın, Ermeni soykırımı konusunda gerçeği söyleme cüreti gösterdiği için kızdığı yazar Orhan Pamuk'un kütüphane ve kitaplıklardaki kitaplarının toplatılarak imha edilmesi için talimat verdiği ortaya çıktı. Isparta Valiliği, talimatı, gazetecilerce açığa çıkarılması üzerine iptal etti.
Sütçüler'in ırkçı-faşist kaymakamı ALTINHIYAR, Özel Kalem Müdürlüğü'nden 15 Şubat tarihinde ilçedeki kamu kurum ve kuruluşlarına bir yazı gönderilerek kütüphane ve kitaplıklardaki PAMUK'a ait kitapların toplatılması istendi. Kaymakam Altınpınar imzalı yazıda şöyle denildi: "Son günlerde kamuoyunda tartışılan ve yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı yazar, yurtdışında verdiği beyanatlarda onurunu her şeyin üzerinde tutan Türk milletini rencide edici asılsız iftiralarda bulunmaktadır. Bu itibarla, tüm kamu kurum ve kuruluşlarımız kütüphanelerini ve kitaplıklarını tarayacak ve adı geçen şahsa ait kitaplar, ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim." Altınpınar, "Bu emri, Pamuk'un Ermeni soykırımına yönelik açıklamalarına tepki amacıyla verdim" dedi. Öte yandan, Altınpınar'ın yakın çevresine, İçişleri Bakanlığı'ndan gelen genelge doğrultusunda bu yazıyı yazdığını söylediği iddia edildi. İlk önce "Talimattan haberimiz yok" diye açıklama yapan Isparta Valisi İsa PARLAK, olayın dün akşam saatlerinde ortaya çıkmasının ardından Altınpınar'ın talimatınının iptal edildiğini duyurdu. Vali Parlak, "Altınpınar yetkisini yanlış kullanmış. Bu yanlış emirdir. Emir iptal edildi" şeklinde konuştu.
- Ne demişti?
- Orhan Pamuk, İsviçre'de yayımlanan Tagesanzeiger gazetesinin 'Das Magazin' ilavesine geçen şubat ayı başında verdiği demeçte, "Kimse söylemediği için söylüyorum. Türkiye'de 30 bin Kürt öldürüldü, bir milyon da Ermeni" demişti. - Gerçekte en az ikibuçuk milyon sivil ermeni hunharca öldürülmüştür...
- Belki de karşı çıkanlardan bazıları, bu rakam yanlışı düzeltilsin diye tepki gösteriyorlar...
- Belk!..
- Bu demece Türkiye'deki farklı çevrelerden gelen sert tepkiler üzerine ise PAMUK, "Tahümmülsüzlüğün geçmişte ne büyük acılara yol açtığını anlatmaya çalıştım" diye açıklama yapmıştı.
- Sütçüler ve Urla kaymakamı tipi beyinlere göre; doğruyu araştıran, ezilip horlananları korumaya kalkışanlar, sürüden farklı düşünenler birer vatan hainidirler, susturlup, kökleri kazınmalıdır. Nazım Hikmetler,Kemal Tahirler, Yalçın KÜÇÜK'ler, Sabahattin Aliler, Fikret BAŞKAYA'lar, İsmail Beşikçiler, Aziz Nesin'ler, Yaşar Kemal'ler, Orhan Pamuk'lar derhal susturulup, tüm kitapları büyük bir meydanda, resmi bir törenle yakılmalı; Türkiye, açıktan açığa USrael satellitine çevrilmelkidir?! Türkiye'nin Sütçüler kaymakamı kafasından kurtulabilmesi, AB üyesi olabilmesinden daha önemlidir. Zaten Sütçüler kaymakamı kafasının egemen olduğu bir ülke sonsuza dek bir Ortaçağ ülkesi olarak kalmağa tutsaktır!
- Üniversite yıllarında hukuk ve kamu yönetimi vbg okuyan çok arkadasim oldu, içlerinden en statikocu, hümanizmden ve empatiden uzak olanlari hep kaymakam olacagim hevesindeydiler, simdi görüyorum ki basarmislar. Yapmaya çalistiklari devleti vatanin en ucra köselerinde yasatmak, zenginlestirmek degil; rezil etmek, resmi ideolojiyi ortacag seviyesine indirmek. Üzüldüm çok üzüldüm. Pamuk'un söyledikleri kişisel görüşleridir; Pamuk bu ülkeyi baglamaz ama ALTUNPINAR ya da Piç MAİLOĞLU'nun işgal ettikleri koltuklar, devlet malıdır; T.C damgası var kıçlarında; ülkeyi baglar.
- Diyelim kitapları yaktınız, Orhan Pamuk'u ne yapacaksınız?
- Öyle!.. Söyledikleri hoşunuza gitmeyen birini 'susturmak' için yaptıklarını yok etmeniz yetmeyebilir. Eh, onun da çaresi var diyebilirsiniz ama... Neyse ki dünyanın kaderini engizisyon mahkemeleriyle giyotinler belirlemiyor artık. Bir kaymakamın 'maksadını aştığı yerde', amiri olan Vali 'Yetkisini doğru kullanılmamış, talimatı iptal edildi' diyebiliyor... Neyse ki...
- Kaymakam önce ilçesine kitap getirtsin, kütüphane düzenlesin! O namusssuz cahil, o koltukta bir açıdan da bunu için aylık alıyor; kamuoyunun kültürel zenginleşmesi için.. Fakat kendi beyni örümcekli; yine de bu halkın ekmeğinden çalarak yaşıyor bu çakal...
- Ortadoğu, bu çakallılara alışkın!.. Biz bu ayıpları gecmişte yaşadık. Türkiye'de kitapların yakıldığı, yasak konulduğu dönemler oldu.
- Bir aydın sorumluluğu olarak bu yazarş PAMUK, bir soykırım gerçeğini açığa vurdu ve barbarlar kudurdu; peşinden 'Susturun şu haini' yollu kampanyalar başlatıldı. Bir yazarı eleştirmek başka, susturmaya veya kitaplarını yakmaya kalkışmak başka... Eleştirmek demokratik bir haktır, kitap yakmak faşizmin ta kendisidir.
- Urla-Sütçüler vbg kaymakamlıklarını işgal eden bu ikiayaklı köpek ruhlu çeşniden yaratıkların davranışları gösteriyor ki Türkiye'de henüz bir fikir özgürlüğü bilinci yerleşmemiş. Bir insan fikrini tartışamıyorsa, karşı bir argümanı yoksa kızdığı kişinin eserleriyle uğraşmaya başlıyor. Türkiye'de uğraşma da nedense imha etme, yok etme gibi garip yöntemlerle cereyan ediyor. Urla'da yerel gazetelerin, Sütçüler'de romanların resmen yasaklanması davranışı da tipik ve korkunç örneklerdir.

**

Volum -III-

**

- Müzikte sansur uygulamalarına ilişkin belgesel var mı?
- Var!.. Örneğin, Grup Yorum'un başına gelenleri biliyor musun?
- Bilmiyorum... İzleyelim!
- Sansurle sansarlık arasında bir ilişki var mı diye Sordum Ali Paccı'ya!
- Ali Paccı kimdir?
- Çoğu kimse onu bilmez.. Ama Bağcılar'daki hakim ve savcılar çok iyi bilirler.
O bir avukat.. Ali İhsan Karahasanoğlu ile birlikte Vakit'in avukatı. Bizim yazdıklarımızın mahkemede hesabını o veriyor. Bir tek günde, tek bir mahkemede 40 ayrı davadan duruşmaya çıktı.. Guiness Rekorlar Kitabı'na girmesi gereken biri.. Son beş yılın hakkımızda açılan dava dosyasını istedim.. Yüzlerce dosyayı indirip bakması gerekiyormuş. Beşyüzden fazla dava açılmış hakkımızda..
Geçen gün Grup Yorum'un, 20. Yıl dayanışma konseri vardı. Oraya gittim.. Konser aralarında Grub Yorum'un başına gelenler aktarılıyordu, bu 20 yılda. Burası Türkiye. MS 2000'ler.. Biliyorum, bizim Karaoğlu, Goncagül ya da tiyatrocularımızın başına da az şey gelmedi.. Star olmuş, raiting yapan, birtakım sahte sanatçılar 10 bin dolardan aşağı ağızlarını açmazken, bir halkın acısını estetize eden bu insanlar, ucuz otellerde karın tokluğuna adım adım Anadolu'yu dolaşmışlar.. Ötekilerin durumu da aynı, ama ben elde hazır bir dökümü varken, bir örnek olsun diye Grub Yorum'un başına gelenleri, özet olarak ilginize, bilginize sunmak istiyorum.. Yıl 1988 Halepçe Katliamı'nı protesto etmek için düzenlenen gecede Kürtçe bir türkü söyleyen Grup Yorum gözaltına alındı. 12 Eylül sonrası demokratik bir etkinlikte ilk kez Kürtçe türkü söylenmesi üzerine yaşanan bu gözaltı sonrası grup üyelerine savcı sordu: Hanginiz Kürt? Grup üyelerinden, Tunceli doğumlu Metin Kahraman tutuklandı. Bir ay tutukluluktan sonra tahliye edildi.
9 Temmuz 1989... Mersin Likat-İş tarafından düzenlenen konser, başlamasına bir saat kala yasaklandı. Konser için gelen izleyicilerle birlikte türküler söyleyerek yasaklamayı protesto eden Yorumcular, dövülerek gözaltına alındı ve ardından tutuklanarak Mersin Cezaevi'ne konuldu. Dokuz Grup Yorum elemanının tutukluluğu iki ay sürdü.
24 Haziran 1990; İzmit'te gerçekleşen konserde polis, Hilmi Yarayıcı ve Elif Sumru Göker dışındaki Yorumcular'ın sahneye çıkmasını engelledi. Yorum bu konserini iki kişiyle verdi.
Ekim 1990; Konya'da iki ortaokul öğrencisi, Grup Yorum dinledikleri için gözaltına alınarak DGM'ye çıkarıldı.
Kasım 1990; Grup Yorum elemanlarının neredeyse tamamına pasaport yasağı konuldu.
9 Ağustos 1991; Üsküdar'da "Katibim Festivali" kapsamında verilen konserin yarısında, üç bine yakın dinleyiciyi polis dağıttı.
Ağustos 1991; İstanbul DGM, "Gelki Şafaklar Tutuşsun" isimli albüme bölücülük yapıldığı gerekçesiyle dava açtı.
19 Ocak 1992; Konya SHP Gençlik Komisyonu'nun organize ettiği Grup Yorum konseri, genel merkezin isteği üzerine emniyet tarafından yasaklandı.
15 Mart 1992; Denizli'de yapılan konser sonunda "İzinsiz Para Toplama Kanunu'na Muhalefet"ten soruşturma açıldı. Grup Yorum elemanları Elif Sumru Gürel ve Kemal Sahir Gürel, yirmişer ay hapis ve para cezası aldı.
25 Nisan 1992; Trabzon Özgür-Der'in düzenlediği ve 3000 kişinin izlediği konser sonunda bir grup taşlarla ve sopalarla saldırıya geçti. Olay süresince polis gelmedi. Yorumcular ve dinleyicileri, sekiz saat sonra salondan çıkabildi.
9 Haziran 1992; Eskişehir'de düzenlenen "Sevgi ve Dostluk Gecesi" sonrasında, Grup Yorum için gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı. Yorumcular, duruşmaya kadar teslim olmadı.
4 Temmuz 1993; Yorum elemanları, Gemlik konseri sonrası jandarma ve polis tarafından ayrı ayrı gözaltına alındı. Grup'la birlikte sahneye çıkan Yusuf Karadaş, üyesi olduğu Özgürlük Türküsü'nün konser fotoğraflarını taşıdığı için gözaltına alındı ve tutuklandı. Bu tutukluluk iki ay sürdü.
2 Eylül 1993; Kıbrıs'ta Lefke Spor Kulübü'nün düzenlediği konser, amfi tiyatronun dayanıksızlığı bahane edilerek yasaklandı. Daha sonra Sumru, Nuray ve İrşad gözaltına alınarak sınırdışı edildi. Grup üyelerine ömür boyu Kıbrıs'a giriş yasağı kondu. Mersin'de bir gün gözaltında kaldılar. Yaklaşık 1500 Yorum dinleyicisi, bu keyfi uygulamayı protesto etti. Konser öncesi de Taner Tanrıverdi, hakkında çıkış yasağı olduğu gerekçesiyle havaalanında gözaltına alınıp tutuklandı.
Ekim 1993; Bursa-Orhangazi'de yayın yapan 105.2 FM'de çalışan bir DJ, radyoda Grup'un şarkılarını çaldığı için işinden atıldı.
Ocak 1994; Kemal ve Sumru'ya, İzmir DGM'nin 1992 Denizli Konseri nedeniyle verdiği 20 ay hapis cezası kesinleşti. Sumru, Avrupa Turnesi nedeniyle yurtdışında olduğu için Türkiye'ye dönmedi, Kemal, 5 Ocak'ta Edirne'de gözaltına alındı, 15 Ocak'ta tutuklandı ve 1.5 yıl tutuklu kaldı.
Nisan 1994; Almanya'da düzenlenen bir şenlik, programda Grup Yorum olduğu g


    22nd May 2005 - 02:24:34 PM    
13693 : jetli
merhaba mıllet www.cankiri.cjb.net


    22nd May 2005 - 02:49:07 PM    
13694 : FUCKFUCKFUCK
Vakit, Mein Kampf'daki "Zionist Imperialism" tehlikesine çok haklı analizler getiren belgesel özü kavrama vaktidir; çünkü, "Zionist Military Financial Hegemony" yeniden ve bu kez tüm dünya insanlığını tehdit eden devasa boyutlarda en mediatk destekli/en utanmaz yalancı/en organize kriminal kaniçici/en modernize barbar/ en ahlaksız aşamasındaki güncel tehlikedir; işte, bunun için de (içinde Vakit gazetesi de bulunan) bir dizi media üzerinde "performe censor"/geliştirilmiş sansur uygulanmaktadır

**

FREEDOM in INDEPENDENT BRAINS///CENSOR; most ridiculous and well-performed manipulative industry of judaized imperialism

**

Turkish language version


**

Volum -I-

**

ÖZGÜR DÜŞÜNCEYE SAYGI DUYAN HERKES, SAYGISIZ SİYONİSTLERİN KISKACINDALAR...

**


- Siyonist lobinin etkisinde kalan Almanya İçişleri Bakanı; yayınına ara verilen Vakit'in Almanya baskısını ek bir fermanla yasakladı!.. Hem de, hiçbir "yargı kararı" olmadan!
- Iran`a-Suriye`ye, Türkmeneli Kerkük'e karsi havladıkları günlerde!
- Aynısıyla öyle!... Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily; Vakit'in, 2005 kışında iki aydan fazla süreyle Almanya'da engellendiğinden bile habersiz rolü oynadığını sergileyen komik ve bir o kadar da düşündürücü bir karara imza attı...
- Gerekçesi ne bu utanmaz kartaloş ibnenin?
- Alman kimliğini suistimal eden bu Evangelian Yahudi tohumu sahte Alman, "Siyonist terör" ve "Batılı toplumsal düzen"e karşı çıkan yayınlardan dolayı, Vakit'in Almanya baskısının durdurulduğunu açıkladı. Gerçek babası Human Butcher Ariel SHARON nasıl yapıyorsa aynısını yinelemiş oldu...
- Oysa Vakit, 20 Aralık 2004'ten bu yana Almanya'daki yayınına ara vermiş bulunuyor!
- Doğru! Bu bir extra saçmalıktır... Alman Bakan'ın, "2 ay 5 gündür yayın yapmayan" bir gazete hakkında, "İsrail aleyhtarı yayınların arttığını iddia etmesi de, hem gerçeklerden uzak, hem de komik bulundu... Bakan'ın esrik açıklaması, Batı ülkelerinin "fikir ve düşünce özgürlüğü" konusunda ne kadar samimi olduğunu da ortaya koydu.
- Suçlarını itiraf ediyorlar: Suçu kabul ettiremedik! Alman İçişleri Bakanı Otto, Vakit'i Almanya'da yasaklamış! Sebebi de, "gittikçe artan İsrail karşıtı, siyonist aleyhtarı makaleler" imiş! Zırt pırt Türkiye'ye gelip, "Basın özgürlügü niçin yok", "Homosexual sapıklara niçin daha fazla yetki verilmiyor?", "Anti-siyonistlerin hepsini neden Israel yöntemleriyle elimine etmiyorsunuz?" diye hesap sormaya kalkışanların ellerine, biz su bile dökemezmişiz de haberimiz yokmuş! Öyle bir yasakçılık ki; suç olduğunu ileri sürdükleri yazılar için dava açma yerine, toptan gazetenin yayınlanmasına yasak getirmişler!
- Yani, resmen sansür!
- Kokusundan anlaşılmaz mı bok!... Türkiye'de bir yazara ceza vermek için, önce yayınlanan yazı sebebiyle dava açılır, yazar mahkûm olursa ceza kesinleşir. (Ama bu durumlarda da gazetenin kapatılmasına artık karar verilemiyor. 2004 yılında kabul edilen AB'a uyum yasası çerçevesinde, artık gazete kapatmak Türkiye'de bile yasak!) Ama Almanya'da, gazetenin toptan kapatılması mümkün imiş! Üstelik, öyle mahkeme kararına falan da gerek yokmuş!.. Dünyadan haberi olmayan bir İçişleri Bakanı, önüne konulan bir kararı imzalayınca, gazete de kapanıveriyormuş orada! Gazete yayınına ara vermiş, vermemiş hiç önemli değilmiş!
- Allah bilir, adamın gazeteyi hayatında görmüşlüğü bile yoktur!
- Yok! Jerusalem Post`a abone olan bu ibne, özgürlüğün sesi olan yayınlar eline geçse de batar, bir yerini acıtır...
- Öyle ya, eğer gerçekten uyuşturucu dozunu kaçırmadıysa ya da sansurden daha önceden bilgisi yoksa kıçına ne girip çıktığını da bilmeyen bir bunaklık evresine girmiş demektir...
- Varsayalım ki habersizdir... Vakit'in 2.5 aydır Almanya'da yayınlanmadığından habersiz, ezbere yasaklama kararı verdiğine göre, gazeteyi görmemiş olması da gayet normaldir! Yeter ki, siyonist lobi istesin!
- Ama ne yaparlarsa yapsınlar, ördükleri tuzaklar, bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da hep kendi ayaklarına dolaşacaktır. Bakın, Almanya Büyükelçiliği, konuyla ilgili olarak dün yayınladığı basın bülteninde hangi bilgilere yer vermiş? " .. Makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır. (..) Yayınlanan çok sayıda makaleden anlaşıldığı üzere bu yayınlar münferit olmayıp, aksine sistematik olarak kışkırtma amacı taşımakta olup, bunlara kesinlikle göz yumulmamalıdır!" Bunlar sayın İçişleri Bakanı'nın sözleri!
- Böyle tasmasız bakan birgün bir takan çıkmayacak mı?
- Umarım!.. Demek ki, önüne konulan kararı okumadan imzalayan bakanlar, sadece Türkiye'ye özgü değilmiş! Almanya'da da bu tür "bakan"lar varmış! Sadece bakıp dururlarmış önlerine gelen kâğıtlara. Öyle olmasa, 2 ay önce Almanya baskısını durduran bir gazetenin, İsrail aleyhtarı olduğu söylenen makaleleri için "hissedilir derecede artırmışlardır" ifadesi nasıl kullanılır ki? Diyeceksiniz, "Belki de, yayına son verilmeden önceki tarihlerde İsrail aleyhtarı makalelerin arttığı kastediliyordur"... "Özrün kabahatinden büyük" diye bir söz vardır. Aynen öyle.. 2 ay önce ara verilen yayın için, Alman bakan daha yeni uyanıyor, "Burda gazetenin kapatılmasını gerektiren çok büyük bir suç var" diyor! Ne diyelim, Otto'ya bir mesaj yollayalım; "Uyan bakan bey, uyan! O makalelerin en sonuncusu bile 2 ay 5 gün önce yayınlandı! 2 aydır neredeydin?" Alman Büyükelçiliği'nin yayınladığı basın bülteni, siyonist lobinin tezgâhının perde arkasını net olarak gözler önüne seriyor aslında! Şöyle deniyor Alman Büyükelçiliği basın bülteninde: "Savcılığın geçtiğimiz yıllardaki çok sayıda tahkikatına rağmen şirket sahibi ve yöneticisi hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş, hatta kışkırtıcı makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır!" Keskinliğin derecesini nasıl tesbit etmişler, bunun için ellerinde bir ölçü aleti var mı bilemiyorum. Ama "Hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" olmak, dünyanın neresinde suçtur sayın Otto? Elinize yasaklama kararı koyanlar, anlaşılan sizi "suçu kabul ettirme" ile görevlendirmişler; siz de bu görevinizi yapamayınca, bu sefer yasaklama kararı önünüze konulmuş, siz de ne söylediğinizi bile düşünmeden, "hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" diye sitemde bulunmuşsunuz Vakit yöneticileri için! Ne yapalım; sizin arzunuzu burdan biz ilgililere duyuralım, bundan sonra siz ne isterseniz, hemen o suçu kabul ederler! Ne isterseniz! Roma'yı yakma suçu mu dersiniz, Hitler'i iktidara getirme mi dersiniz, nükleer silah icadı mı dersiniz, hepsini siz isteyin, Vakit sorumluları kabul etsinler! Yeter ki, siyonist lobinin isteği olsun!
Kim haklı isbat için çok önemli bir kıstas var; soralım Otto'ya, "Bu kadar suçladığın gazete hakkında, elinde kesinleşmiş tek bir mahkeme kararı var mı?" Yok! O zaman biz söyleyelim; Almanya'da basın özgürlügü yok!
- Yok mu bu utanmazlığın bir temsilcisi; soralım!?
- Var!.. Büyükelçi, örnegin...
- Sordun mu; ne oldu?
- Renkten renge girdi; kıpkırmızı oldu..
- Ìzleyelim!
- Federal Almanya'nın Ankara Büyükelçisi homosexual Wolf-Rudhard Born, Vakit'in Almanya yayınlarını durdurması için ortada bir mahkeme kararı olmadığını animsatan bir gazeteciye, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" dedi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı makamında ziyareti sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan ibne Born, Almanya ceza yasasına göre Yahudi karşıtı yayınların suç olduğunu savundu. Almanya'da çok sağlam (yalansa anasini essekler siksin) bir demokrasi olduğunu ileri süren ibne Born, "Ortada İçişleri Bakanlığı'nın verdiği bir karar bulunuyor. Yahudi karşıtı yazılar ceza kanunumuzda yasaklanmıştır. Kanunlara göre hareket ediyoruz. Vakit, kanunlarımızda yer alan yaptırımların aksi yönünde hareket etti. Bizde bu kararı aldık" dedi. Muhabirlerin sorularından sıkılan ibne Wolf-Rudhard Born, "Vakit gazetesinin son altı gündür yayınlarından rahatsızız" dedi. Otto SSCHILY gibi bir yalama götveren olan Born, muhabirlere, "Vakit, Almanya'da yedi yıldır yayın yapıyor. Bu ve benzer yasakli gazeteler hakkında herhangi bir mahkeme kararı var mı?" şeklindeki sorusuna, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" şeklinde konuştu. Almanya'da, Türkiye aleyhine siyonist emperyalist yayın yapan birçok amerikanci Yahudi propaganda yayınlarina müdahale edilmediğini hatırlattığımız Büyükelçi, "Böyle yayınlardan haberimiz yok. Yasalar dışında yayın yapan herkese aynı şeyi yaparız" diyerek, Yahudi yularli medyaya üstü örtülü arka çıktı. Ìbne Born, "İsrail'in Filistin'deki katliamlarını eleştirmek suç mu?" bicimindeki sorumuz üzerine de, "Farklı düşüncelerimiz var. O yüzden sizinle anlaşamayız" dedi. Sorularımız karşısında iyice bocalayan Siyon orospusu Born, hızlı adımlarla belediyeden uzaklaştı. Siktirip defoldu, Alman bayrağını suistimal ederek kullandigi köpek kulübesine kaçtı; girdi...

**

- Alman kimliğini kötüye kullanan bu esrik bakan piçine kınama eyleminde bulunan yok mu?
- Var elbette!.. Bu arada; Alman Bakan'ın açıklaması üzerine durumu değerlendiren Vakit Yayın Kurulu, şu açıklamayı yaptı:
"Almanya Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin dün yaptığı açıklamada 'Geçmişte, özellikle İsrail devletine, siyonistlere ve Bat?l? toplumsal düzene karş? makaleler yay?nland?ğ?' öne sürülerek gazetemizin Almanya baskısının durdurulmasına yönelik kararı kabul edilemez bir karardır. Öncelikle belirtelim ki, Vakit gazetesinin Almanya baskısı 20.12.2004 tarihinden bu yana zaten yapılmamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesine aykırı olarak Alman polisinin yaptığı keyfi baskılar sonucu, Vakit gazetesinin Almanya baskısına, bugün itibariyle 66 gündür zaten ara verilmiş bulunmaktadır.
Bu durumdan bile habersiz Alman İçişleri Bakanı Otto, olmayan bir yayını yasaklama gibi komik bir karara imza atmıştır. Açıklamadaki, 'Batı karşıtı propaganda yapılmasina izin verilmeyeceği' beyanının, düşünce ve ifade hürriyetine Almanya'nın nasıl yaklaştığının göstergesi olduğu açıktır. Alman Bakan'ın, 'Savciliğin sürdürdüğü birçok soruşturmaya rağmen, Yeni Akit yöneticilerinin tutumlarını değiştirmek yerine, kışkırtıcılık yapılan makale sayısını artırdıkları' iddiası da, 2 ay 5 gündür yayın yapmayan bir gazete hakkında Bakan'ın nasıl bir bilgisizlik ve önyargı içerisinde olduğunu göstermektedir. Uzun süredir yayın yapmayan bir gazetede, USrael faşizmi aleyhtarı makalelerin arttığı nasıl iddia edilebilir? Görülmektedir ki; siyonist lobinin eline tutuşturduğu bir yasak kararını açıklamaktan başka bir rolü olmayan sayın Bakan, verdiği yasak kararının işlevsizliğinden bile habersizdir. E.U. ilkelerine uyum adı altında, Türkiye'ye yapmadıkları baskıyı bırakmayan batılı ülkelerin gerçek yüzleri bu kararla bir defa daha ortaya çıkmıştır. İşte Batı'nın düşünce hürriyetine bakış açısı; 'yayında olmayan gazeteyi bile yasaklayacak' kadar acımasızdır! Bugüne kadar 7 yıldır Almanya baskısı yapılan bir gazetenin, tek bir mahkûmiyeti ve mahkeme kararı bile yokken, bir siyasetçinin emri ile gazete baskısının yasaklanması, insan haklarına aykırı, yargısız infaz niteliğinde hukukdışı bir karar olduğu her türlü tartışmadan uzaktır. 1940'larda Hitler'in Yahudilere yaptığı iddia edilen zulmün çok daha şiddetlisi, bugün siyonist odakların etkisi ile Otto tarafından tek bir mahkûmiyeti bile olmayan Vakit gazetesine yönelik olarak gerçekleştirilmek istenmektedir! Ama Otto'nun ve onun eline bu kararı tutuşturan lobinin gücü, Vakit'i 'doğruları yazma kararlılığı'ndan vazgeçirmeye yetmeyecektir! Bu karar ile öğrenmiş bulunuyoruz ki; Almanya'da bir siyasetçinin kararı ile, istenilen her muhalif gazete kapatılabilmektedir! Bırakın insanların düşünce hürriyetlerini engellemeyi, tümüyle bir gazetenin faaliyetini bile yargı kararı olmaksızın engelleme cüreti gösteren bu girişimin, Avrupa'nın gerçek yüzünü öğrenmemiz açısından büyük faydası olduğu kanaatindeyiz. Tek bir mahkûmiyet kararı olmayan Vakit gazetesi sorumluları olarak, Alman İçişleri Bakanı Otto'nun aldığı kararı kınıyor, bu yargısız infaz kararını tarihe bir ibret belgesi olarak not düşüyoruz."

**

- Almanya`da siyonist lobbylerin azıttıklarını anladık; sürpriz değil... Fakat Ortadoğu`da müslüman geçinen bazı üniformalıların yarışma hırsını anlamak zor...
- Rüşvetin gücü! Buyrunuz, daha henüz sıcaklığını koruyan şu belgesele bir göz atınız!
- İzleyelim!
- Vakit’e ceza yağdı... Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit gazetesini “Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira olmak üzere 624 milyar, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkûm etti. Mahkeme, dâvâ konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, Doğan'ı tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit Gazetesi’ni, ‘’Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira mânevî tazminata mahkûm etti. Mahkeme, dava konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in, RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, 312 generalin, Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eruygur’un da ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazılardan dolayı açtıkları davaları karara bağladı.
- Sirk sürüyor... 312 generalin açtığı davaya, generallerin avukatı Bilgin Yazıcıoğlu ile RTÜK üyesi Mehmet Doğan ve Vakit Gazetesi’nin sahibi Nuri Aykon ile yazıişleri müdürü Harun Aksoy’un avukatları katıldılar.
- "Yazı kimin?" tartışması gündemdeydi...
- Evet!.. Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, müvekkilinin dava konusu köşe yazısını yazan Asım Yenihaber olmadığını ileri sürdü. Davacı tarafın dosyaya sunduğu elektronik posta adresi ve internet protokol numarasıyla müvekkilinin adına ulaşıldığını, ancak herhangi bir kişinin elektronik posta adresini ve internet numarasını vermek suretiyle o kişiye suç yüklenebileceğini öne sürdü. Avukat Metin, bu durumun açıklığa kavuşturulması için bilirkişi incelemesi talebinde bulundu ve tanık dinleteceklerini söyledi. Davacıların avukatı Yazıcıoğlu ise internet sisteminin, yazının Doğan’a ait olduğunu ispatladığını, Türk Telekom’a mahkeme tarafından yazılan yazıya gelen cevapta da köşe yazısını elektronik postayla gönderen kişinin Mehmet Doğan olduğunun ispatladığını savundu. Yazıcıoğlu, bunun teknik bir konu olduğunu ifade ederek, krokisini de dosyaya sunduğunu söyledi. Yazıcıoğlu, ayrıca Vakit Gazetesi’nin tirajını gösteren belgeyi de verdi. Yazıcıoğlu, Hakim Bülent Çınar’ın sorusu üzerine, Mehmet Doğan’ın internet protokol numarasının Nurullah Kuloğlu adlı ihbarcıdan geldiğini, ancak o kişinin nasıl temin ettiğini bilmediğini belirtti.
- "Vakit'e sansür uygulanıyor" başlığını anımsıyoruz...
- Davalılardan Nuri Aykon ve Harun Aksoy’un avukatları, dava konusu yazının gazeteye faksla ulaştığını ileri sürerek, metni bulmaya çalıştıklarını söylediler. Avukatlar, dâvâyla ilgili olarak Vakit Gazetesi’ne konulan yayın yasağının kaldırılmasını talep ettiler ve diğer yayın kuruluşlarına yönelik böyle bir olay olmadığını, Vakit Gazetesi’ne sansür uygulandığını ifade ettiler. Yargıç Çınar, yayın yasağına tepki gösteren avukatlara, diğer yayın kuruluşları adına söz alma ve konuşma yetkileri olmadığı uyarısında bulundu. Aykon ve Aksoy’un avukatları Yargıç Çınar’ın son sözlerini sorması üzerine, delil sunmak için süre istediklerini ifade ettiler.
- Generallerin avukatı Yazıcıoğlu da son sözünde talepleri gibi karar verilmesini istedi.
- Evet!.. Yargıç Çınar, araştırılacak başka bir konu kalmadığını, Vakit Gazetesi’nin avukatlarının taleplerinin yersiz görüldüğünü belirterek, davacıların manevi tazminat taleplerinin tamamen kabulüne karar verdi. Yargıç Çınar, Vakit Gazetesi’nin sahibi Aykon, Yazıişleri Müdürü Aksoy ve Mehmet Doğan’ı yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz de eklenerek her bir davacı için 2’şer milyar lira olmak üzere toplam 624 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Mahkeme, köşe yazısını yazan Asım Yenihaber’in de RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vermiş oldu ve tazminattan sorumlu tuttu. Bu arada, karar açıklanmasına tepki gösteren Vakit Gazetesi’nin avukatları, taleplerinin dikkate alınmadığını ve tutanağa geçirilmediğini, savunma haklarının kısıtlandığını iddia ettiler ve tutanak tutacaklarını belirttiler. Hakim Çınar, kararın temyize tabi olduğunu hatıratarak, hukuki yolların tükenmediğini ifade etti.
- Avukatlar duruşmayi terketmişti; degil mi?
- Öyle!.. Daha sonra Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un yine Asım Yenihaber imzasıyla Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazısında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 10 milyar lira manevi tazminat talepli davasına geçildi. Vakit Gazetesi’nin avukatları, bu duruşmaya katılmayacaklarını belirterek, duruşma salonunu terkettiler. RTÜK üyesi Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, diğer davada olduğu gibi müvekkilinin dava konusu yazıyı yazan kişi olmadığını savunarak, bilirkişi incelemesi talep etti. Metin, aksi halde herkesin herkesi ihbar edebileceğine işaret ederek, adaletin allak bullak olacağını ifade etti. Orgeneral Eruygur’un avukatı Yazıcıoğlu ise kişilik haklarına saldırı iddiasını yineledi. Yargic Çınar, dosyada delillerin toplandığını belirterek, davanın kısmen kabulüne ve Aykon, Aksoy ve Doğan’ın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle müştereken 4 milyar lira manevi tazminat ödemesine karar verdi.
- Bu rüşvete susamış olanlar da müslüman?!
- Yahudi emperyalizminin kıçını yalayan bu çeşniden öğeleri, Otto CHILLY`den daha tehlikeli buluyorum...
- Aynı görüşleri paylaşıyorum sizinle ve o derecede derin endişeler içerisindeyim!

**

- Tv 5, Milli Gazete gibi medya organlarına karşı kendi kendini Yargıç ve Savcı olarak atayan sözde diplomatlara ne diyorsunuz?
- Olamaz!
- İzleyelim!
- Belgeler ortada!... Soytarılar, istedikleri kuruma, kuruluşa, yayın ve basın organlarına sansur uygulamakta hiçbir çekince göstermiyorlar... USA Büyükelçiliği’nin, Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, Irak’ta yaşananları aktardığı ve halkın tepkisini yayınladığı için bir gazete ve televizyona ambargo uygulanmasının, evrensel basın-yayın ilkelerine aykırı ve anti-demokratik olduğunu söyleyerek, “ABD, Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çekiyor ve bu hezimetin faturasını da Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ediyor. Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılmaz. Basına ve medyaya sansür uygulayarak Irak’ta yaşananları kamuoyundan gizleyemezsiniz. Burası ABD değil, Türkiye. Kendi ülkelerinde basına ambargo uygulasınlar” dedi. Wall Street Journal’da yayınlanan “Yeniden Avrupa’nın Hasta Adamı mı?” yazısı ve ardından USA Büyükelçiliği’nin Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, son günlerde gelişen olayların Irak’ta bataklığa saplanan ABD’nin bataklıktan çıkmak için suçu başkasına yüklemeye çalışma refleksi olarak değerlendirdi. Konuyla ilgili yazılı bir basın açıklaması yapan Aksu, “Tarihini sömürge, zülüm ve katliamlar üzerine bina eden bir ABD’nin geçtiği yollara dönüp bakmadan bu tarz serzenişlerde bulunması, yaptıklarının onaylanmasını beklemesi, bırakınız beklemeyi bunu bir emrivaki olarak dayatması ne akıllara ne de vicdanlara sığmaz” dedi. ABD’nin Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çektiğini ve bu hezimetin faturasını Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ettiğini belirten Aksu: “Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılamaz. Türkiye’deki Anti- Amerikan rüzgarından rahatsızlık duyanlar acaba bu rüzgarın esmesinde hiç mi kabahatli değillerdir? Yeri geldiğinde dünyanın en kanlı diktatörlerini besleyip onların milyonları katletmesine ön ayak olan, Afganistan ve Irak işgallerinin meşruiyetini sorgulatmayan bir zihniyet elbette ki bunun bedelini ödemelidir” dedi.
- Türkler, Amerikan halkından değil Bush’un politikalarından rahatsız
- Güzel dile getirdiniz!.. “Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin (Amerikan kaynaklarına göre) en az 100 bin sivili öldürmesi, tutuklulara işkence yapması, bu ülkenin bir terörist yuvası haline gelmesi, Türkiye’yi olumsuz etkilemesi, bütün dünyada olduğu gibi Türk kamuoyunda da Bush’a karşı muhalefeti güçlendirmiş, yeniden seçilmesi büyük hayal kırıklığı uyandırmıştır” diyen Aksu, Amerikalıların Irak’taki Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi ve sözde “teröre karşı savaş?” veren ABD’nin, Kuzey Irak’a yuvalanan Mo$$ad&Barzioni teröristleri hakkında hiçbir önlem almayışı gibi gelişmeler ise Bush aleyhtarlığının Türkiye’de doruğa tırmanmasına yol açtığını vurguladı.
- Ismarlama sevgi ayarı yapılmaz!
- Çok dogru!..
- Hani, Turkiye&Almanya vbg ülkeler isgal edilmemişti?! Yalnızca Filistin'de, Irak'ta ve benzerleri üzerinde egemen sanılıyordu bu ZOG denen Militer-Mafya? Bu ne ya; bu sansur denen illet, Tel Aviv'den dikte edilen bir diktatorluk gibi yayginlaştirildi?...
- Pentagon aracılığıyla Bush yönetiminin müttefiklerine ABD karşıtlığının çözülmesi ve halkların kendilerini sevmesi mesajının verildiğini ifade eden Aksu, “ısmarlama sevgi ayarlarıyla nereye varılabilir” diye sorarak sözlerine şöyle devam etti “ABD’nin takkesi Irakta düşmüştür. Tüm dünya kamuoyu kendisine karşı öfkelidir. Kimi kime şikayet ediyorlar ya da kimden neyi savunmasını bekliyorlar. Demokrasilerde siyasetçilerin işi kamuoyunun tepki ve taleplerini en uygun şekilde yansıtmaktır yoksa bu tarz emri vakilerle kamuoyunu hizaya getirmek değil.”

**

- Sansur prosedürüyle amaçlanan, yalnızca engelleme değildir. Bir olaya ilişkin doğru bilgi akışı sansur yoluyla engellenirken ikinci amaç gerçekleştirilir; olayın saptırılması. Cocuklara karsi islenen suclarda resmi makamlardaki suçortaklarının çabalarını anımsayınız... Özellikle sexual amaçla çocukların pazarlanması sırasına taa üst düzeyden direkt fermanlarla gelen sansur uygulamalarına tanık oluyoruz; çünkü, çocukların pazarlamasına ortam sağlayan kirli tabaka, kendinin açığa vurulmasını istemez. Elinde de en büyük silah olarak sansur vardır...
- Ìşleyiş'i, Urla'da çok net gördük; klipleri yeni yeni yayına konulabiliyor...
- Ìzleyelim!..
- Son günlerde tartışmalara neden olan Barbaros Çocuk Köyü ile ilgili haberler davalık oldu. Yayınladıkları haberler nedeniyle Özgür Urla gazetesine, Urla Kaymakamlığı koltugunda oturan sanik Ahmet Mailoğlu tarafından sansür uygulandı. Gazeteciler TUNALI ve SÖKE, Barbaros Köyü'nde cinsel taciz iddialarını yazdıkları için kendilerine "devlet ve millet düşmanı" diyen kirli kaymakam'a dava açtı. Kaymakam taslağı da, gazete haberlerine dava açtı; tedbir koydurdu. Gazetecilerin itirazı görüşülüyor... İzmir'de çıkan Yarımada gazetesi sahibi Selçuk TUNALI ile Özgür Urla gazetesi sahibi Ali Rıza SÖKE, Star TV'deki "Objektif" programına katılarak, Barbaros Köyü'nde çocuklara cinsel taciz iddiaları ile ilgili kendilerine "devlet ve millet düşmanı" dediği gerekçesiyle Urla Kaymakamı Ahmet Mailoğlu'ya 50 bin YTL'lik tazminat davası açtılar. Gazeteciler 3 Şubat'ta yayınlanan programdan iki gün sonra Kaymakam hakkında yakınma'da bulundu. Kaymakan Mailoğlu bunun üzerine, gazetelerde kendisi ile ilgili yayınlanan haberlerede "kişilik hakları zedelendiği" iddiasıyla gazetecilere dava açtı. Urla Asliye Hukuk Mahkemesi de iki gazetedeki Kaymakam haberlerine aynı gün tedbir koydu.
- Mahkeme, tedbire itirazı görüşüyor
- Durumu yatıştırıyor...
- Öyle!.. Tedbir kararına itiraz eden gazeteciler, yapılan yayınların "Basın Kanunu, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) uygun olduğunu savunarak, "tedbirin nasıl bir haber verileceği ilan edilmeden, muhtemel, ne olduğu belirsiz bir saldırı olasılığı" üzerine alındığını iddia etti.
- Mahkeme, itirazı değerlendiriyor.
- Bakalım ne çıkacak!
- Yarımada gazetesinin 28 Ocak 2005, Özgür Urla gazetesinin de 1 Şubat 2005 tarihli nüshasında cinsel taciz soruşturması ile ilgili bilgilere yer verilmiş ve Kaymakama sorular yöneltilmişti. Kadir Çelik'in sunduğu programda, Kaymakam Mailoğlu'nun "Bu iddianın sahipleri iki tanedir bunlar. Bu iddia iğrenç ve saçmadır. Bu iddianın kaynağı olan, bahsedilen iki kişi... Her zaman devlet, Kaymakamlığımızın manevi ve mukaddes değerlere saygılı olmamdan dolayı şahsım üzerine kurulmuştur. Bu gazetelerin yayın politikaları incelendiğinde devlet ve millet düşmanı olduğu açıkça belli olan bu şahıslar..." dediği iddia ediliyor. Sorun ve baskıların yeni başlamadığını kaydeden gazeteci Söke, bianet'e verdiği bilgide, bir yıl önce yazılarının yayımlandığı sayıların Kaymakamca polis kullanılarak toplatılmaya çalışıldığını, İçişleri Bakanlığı'na yaptığı şikayetlerin üzerinin ise yalanla kapatıldığını savundu. (EÖ/EÜ)
- Sansur olaylarinda kiralik utanmazlar, gazetecilik oynuyorlar.. Bu utanmazlara en acikli örnek, Savaş AY adindaki ucuz provokatordür...

**


- Yerel basın, Savaş Ay’a karşı...
- Çıkarcı bir çakaldır bu enstrüman, adı yanlış Savaş piçi, yine kanlı koku aldı ve pisliğe daldı!
- Öyle! Urla Kaymakamlığı ile Barbaros Köyü arasında mekik dokuyan yerel basın Savaş Ay gazeteciliğini tartışıyor; “Köye o giriyor da biz niye giremiyoruz? Savcı ona konuşuyor da bize niye konuşmuyor?” Kaymakamlık önünde savcının dışarıya çıkıp bir açıklama yapması için bekliyorlar; saatler ilerliyor, hava kararıyor, savcı yok. Sonra bir söylenti dolaşıyor ortalıkta; “Savcı, Savaş Ay’a konuşmamış, ben öyle şeyler söylemedim.” demiş. Urla’da çıkan yerel gazeteler de kaymakam ve okul müdürüyle ilgili zehir zemberek yazılara devam ediyor. 15 günde bir yayımlanan Özgür Urla gazetesini tek başına çıkaran Ali Rıza Söke koltuğunun altında sıkıştırdığı gazeteleriyle takip ediyor gündemi. 1000 adet bastırdığı gazetesi neredeyse tükenmek üzere, yeni gelişmeleri duyurmak için ek bir baskı yapmayı bile düşünüyor. Ali Rıza SÖKE, Barbaros Çocuk Evi’nden bir çocuğu da nüfusuna geçirmiş. Özgür Urla, Yarımada ve Demokrat Urla’nın suçladığı kaymakamı aklayan tek gazete Urlalılara “İnanmayın, yazılara inanmayın... Belgeler var.” diye seslenen Urla Postası. Tutuklananlar arasında yakınları bulunanlar da oyunu ‘raconu’na göre oynamayı öğrenmişler. İçlerinden biri, “Yarın, gazetenizde bakıcı anneler suçsuz diye manşet atarsanız, size önemli bir bilgi vereceğim.” diyor.
- Tecavüzcü pezevenk tohumları birer birer kefaletle birakilirlarken yazı ve şiir yazmaktan icerde tutlan aydinlara, sansur kurbanlarına kolay kolay böyle bir olanak tanınmıyor...
- Neden uygulanmiyormus; gazeteci Sinan Kara dün Urla Cezaevi'nden şartlı serbest bırakıldı.
- Birakıldı ama cezasının tamamını çektikten sonra.. Sinan KARA'nin çektigi ceza yanında bu çocuk tecavüzcülerine yapılan, "konuk ağırlamak" diye anılmalı!
- KARA'nın davaları Türkiye'deki basının tehdit altında olduğunun bir göstergesi. Özellikle de yerel basın kıskaç altında,"

**

- Bir RTUK belası var...
- Örnegin?!
- Küçük Özgürlük bile yok! RTÜK, daha önce Türkiye'de sinemada da gösterilen, festivallerde ödüller alan 'Küçük Özgürlük' adlı film nedeniyle Primemax ve Primemax 2'yi süresiz kapattı. Digitürk ise buna, 2 yeni kanalla karşılık verdi. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Digitürk üzerinden yayın yapan Primemax ve Primemax 2 kanallarını, yayımladıkları "Küçük Özgürlük" filminde 'bölücülük propagandası yapıldığı' gerekçesiyle süresiz kapattı. Digitürk ise bu kanalların yerine GoldMax ve GoldMax 2 adlı iki kanal koydu.
- 'Gülünç ve çağdışı'...
- Elbette!... 25 yıldır Almanya'da yaşayan filmin yönetmeni Yüksel Yavuz ise Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 'Eser İşletme Belgesi' alan, çeşitli festivallerde gösterilen ve Aralık 2003'te Türkiye'de vizyona giren film nedeniyle kanal kapatılmasını 'çok gülünç ve çağdışı' sözleriyle nitelendirdi. Yavuz, filmin konusunu ise şöyle özetledi: "Çocuk yaşta Almanya'ya gelen bir Kürt ile Afrikalı genç, 16 yaşında mahkemeye çıkarılıp ülkelerine gönderileceklerini bildikleri için illegal yolla yaşıyorlar. Kürt genci, bir zamanlar 'dağa çıkmış' bir akrabasının yanında kalıyor. Bu arada tanışıp çok sevdiği yaşlı adamın, anne ve babasının ölümünden sorumlu olan kendi köylüsü bir korucu olduğunu öğreniyor. Adamı öldürmek için sorguya çekerken bundan vazgeçiyor. "
- 'Yeni sansür anlayışı'
- Resmen!.. Filmin Türkiye dağıtımcısı Belge Film'in sahibi Sabahattin Çetin de, şöyle konuştu: "RTÜK, devletin gösterimine izin verdiği filmin televizyondaki yayını yasaklamakla kalmıyor. Filmi yayımlayan kanalı da süresiz kapatıyor. Bu yepyeni bir sansür anlayışı. RTÜK, AB yolundaki Türkiye'nin başına yeni dert açıyor. Bu olaya karşı yasal hakkımızı kullanacağız"

**

Volum -II-

**

- SANSURün EMPERYALiT cinsi ile SANSARLIGIN SiYONiT cinsi ARASINDA BIR BAGINTI VAR MI?
- Olmaz mı!.. Hem de enternasyonal boyutta!.. İzleyelim!..

**

- Yahudiler bu ikilem bakımından çok deneyimlidirler... İkinci Dünya Savaşının bitişiyle dünyayı saran Cold War, yani soğuk savaş yıllarında, dünya kamuoyu kobay gibi kullanılarak beyni yıkandı. Sansur, Sosyalist ülkelerin de bir bir yıkılmasıyla bir resmi ders niteliği aldı. Öyle ki, bugün biz Dresden`in nasıl yerle bir edildiğini bilemiyoruz; HITLER ve nice kimseler öldürülmüşken, bizler kaç kuşaktır bu yok yere öldürülen kurbanlara değil de cellatlara acıyoruz... Dünya çapında örgütlü olan soykırımcı katillere ağlayıp hallisunasyonal filmler üretiyoruz çünkü beynimiz mükemmel yıkanmış ve Yahudiler öldürüldü sanıyoruz... Kargaları güldüren bir tarihsel manipulasyon... Çünkü yahudi yalancılığı tradisyonal bir meslektir; ona sansur yok!... Sansur, eleştirel beyinlere uygulanan bir silah!... Milyonlarca Alman ve milyonlarca Avrupalı ve hatta adını anımsamakta güçlük çektiğimiz ülkelerden insanlar soykırıma uğratıldılar. Alliance denilen USA&AUSraelia vbg Siyon güçleri dünyayı yakıp yıktılar ama hemen tüm lise kitaplarında biz Yahudilere kıyıldı diye okuyoruz. Oysa ki, Çalışma Kamplarında bir çeşit korumada bulunan Yahudiler ve yağmacılıkta uzman olup da yükte hafif pahada ağır ne varsa talan eden Yahudiler, savaçlardan en az zararı gören yegane tilkimsi sürüdür. İkinci Dünya Savaşı öncesinde tüm Avrupa`da toplam 1.300.000 Yahudi vardı; WW II denen bu savaştan sonra yani 1945, ten sonra sayılarının 3.100.000 olduğu görülür. Avrupa`da hırsızlıktan arananlar kendini Israel denen işgal topraklarında güvencede bulurlar ve güttükleri Birleşmiş Uluslar Örgütü de 1948`de dünyanın ilk Yağmacılar Cenneti ZOG çetesine "devlet unvanı" verir. Burada yine sansur ve manipulasyonun gücüne dönersek; hani nerede 6.000.000 Yahudi gaz odalarında tavuk gibi tütsülenmişmiş de belmem ne? Kendimiz gittik gördük, o düzmece merkezlerde, yani Alman Çalışma Kamplarının hiçbirinde gaz odası yok, gerçekte öyle bir gaz olsa Alman onuı savaşta İngiliz Evangelist itine, Amerikan Siyon çakalına karşı kullanırdı... KAldı ki, Çalışma Kamplarına gönderilenler yalnızca asalak Yahudiler olmayıp işsiz Almanlardı, hatta sayısız ulustan olup da zamanın gereği savaş donanımı üreten kimselerdi, ustalardı, uzmanlardı... Yine sansur yoluyla boyanan rakamlara bakalım, üç milyon yalancı, geleneksel ve fanatik alışkanlık eğilim özelliğini sergileyerek, altı milyon Yahudi yaratık gazlandı, diyor... Papağanlar da yineliyor... Matematik bilmeyen bir geri zekalıyı düşünün ve dünyanın da geri zekalılar düzeyine düşürüldüğünü kavrayın artık, lütfen!
- İçinde bulnduğumuz Yüzyıl`da da aynı geleneksel yöntemler sürdürülüyor... Siyon emperyalizmi, şimi düne oranla çok daha modern donanımları ve beyin yıkama makinalarını tekelinde bulunduruyor...
- Örnekler misiniz?
- İzleyelim!.. Ortadoğu belgesel klipleriyle girelim... Çağdaş emperyalizmin saldırgan ve işgalci tutumu İslâm coğrafyasında kan akıtılmasına yol açmaya devam ediyor. Emperyalizm ve onun uzantıları her ne kadar kendilerini sevimli gösterebilmek için "demokrasi, özgürlük ve insan hakları" gibi kavramları propaganda malzemesi olarak kullansalar da onlar sürekli kanla beslendiklerinden, güç ve hâkimiyet sahibi oldukları yerlerde mutlaka kan akıtılacaktır. Onlar bir yandan kan akıtırken, yıkım ve tahribat yaparken, bir yandan da kendilerini haklı çıkarabilmek için başkalarını suçlu göstermeye çalışıyorlar. Bunun için son dönemde kullandıkları en önemli olgu ise "terör"dür. Oysa gerçek anlamda terörün iplerini ellerinde tutanlar ve amaçlarına ulaşmak için terörü araç olarak en çok kullananlar onlardır. Terörü kendi saldırganlıklarına ve hukuksuzluklarına gerekçe olarak gösterdiklerinden yerine göre başkalarının üzerine yükleyebilecekleri terör eylemleri gerçekleştirmekten de çekinmemektedirler. Çünkü onların önlerinde herhangi bir ahlâki engel ve kendilerini engelleyen bir prensip yoktur. Onlar makyavelist felsefeyi benimsemiş olduklarından amaçlarına ulaşmada mümkün olan her şeyi, her metodu ve aracı meşru görmektedirler.
Sürekli kanla beslenen emperyalizm canavarı, Aşura gününde, Hz. Hüseyin (r.a.)'in şehit edilmesinin yıldönümünü ihya programlarında Irak'ta ve Pakistan'da aynı gün içinde gerçekleştirdiği bombalamalarla büyük bir katliama sebep oldu. Irak'ın Kerbela ve Bağdat şehirlerinde gerçekleştirilen bombalamalarda en son açıklamalara göre 171 kişi hayatını kaybetti. Pakistan'daki bombalamalarda ölenlerle birlikte bu sayı 200'ü aştı. Olaylarda yüzlerce insan da yaralandı. Bombalamalar adeta "bu kadar insanı bir arada yakalamışken, fırsatı kaçırmayalım" anlayışıyla gerçekleştirilmişti. Yahudi yularlı USA emperyalizmi olaylardan hemen sonra medya gücünü kullanarak, kendini kamufle etme ve suçu yine "terörün ana odağı" olarak kabul ettirmeye çalıştığı el-Kaide'ye yüklemeye çalıştı. Bu amaçla Irak'taki adamlarından bazılarını da devreye soktu ve onların ağızlarıyla açıklamalar yaptırdı. Irak Geçici Yönetim Kurulu üyesi Muvaffak er-Ruba'i, Amerika'nın CNN televizyonuna yaptığı açıklamada el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak amacıyla bu patlamaları gerçekleştirdiğini ileri sürdü. Oysa el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak istediği iddiası tamamen tutarsız ve kendi içinde çelişkiliydi. Çünkü el-Kaide'nin Irak'ın içinde bir iç savaş çıkmasından herhangi bir kazancı olmayacaktı. İşgalci güçlere karşı savaş verdiği söylenen bir örgütün, işgal güçlerinin işine yarayacak ve onlara karşı savaşanları zayıf düşürecek bir iç savaş istediğini söylemek son derecede mantıksız ve tutarsızdı. Ama tabii onlar kendi ağızlarıyla ve mantıklarıyla değil efendilerinin ağızlarıyla konuşuyorlardı. Kafalarını da kendilerini bir yerlere yerleştiren efendilerine kiraya vermişlerdi. Dolayısıyla mantık ve akıl kurallarına göre değil efendilerinin kendilerine telkin ettiği şekilde düşünmeleri gerekiyordu. Olaylar üzerine gerek Şii gerekse Sünni cemaatin ileri gelenleri, yaptıkları açıklamalarda bu olaylardan istifade eden tarafın sadece ABD olduğunu vurguladı ve Müslümanlardan oyuna gelmemelerini, fitnenin içine sürüklenmemelerini istediler. Amerika'nın Irak'a yönelik stratejisi üzerinde araştırmalar yapan bazı uzman kişiler de bu olayların arkasında ABD'nin olması ihtimalinin yüksek olduğuna dikkat çektiler. Bu kişiler Amerikan işgal güçlerinin kendilerine karşı sürdürülen direniş karşısında başarılı olamadıklarını, dolayısıyla bu direnişi zayıflatabilmek için Iraklıları bir iç savaşın içine sürüklemek istediklerini vurguladılar. Çünkü işgal güçleri bu yolla kendilerine karşı savaşanları zayıf düşürebileceklerini ve böylece Irak üzerindeki askeri hakimiyetlerini sağlamlaştırabileceklerini umuyorlar. Böyle bir fitne için en kapsamlı potansiyelin ise Şii - Sünni ayrımı olduğunu düşünüyorlar. Çünkü bu iki unsurun nüfusa oranı birbirine yakındır. Dolayısıyla bir Şii - Sünni fitnesi çıkarılması durumunda ülke nüfusunun bir yarısı diğer yarısına karşı harekete geçirilmiş olacaktır.
- Aslında Amerikan emperyalizmi Irak halkı arasında bir Şii - Sünni fitnesi çıkarabilmek için bundan önce de birçok girişiminde bulundu. Bunların en başta geleni de Muhammed Bakır el-Hakim'i hedef alan suikast saldırısıydı. Hatırlanacağı üzere o saldırı da Şiilerin büyük bir camilerine yönelik olarak gerçekleştirilmiş ve başta Ayetullah Muhammed Bakır el-Hakim olmak üzere çok sayıda Şii Müslüman hayatını kaybetmişti. Bunun yanı sıra değişik zamanlarda gerek Şii, gerekse Sünni Müslümanların camilerini, ibadet veya normal toplanma yerlerini hedef alan bombalama eylemleri oldu. İşgalci güçleri bütün bu olayların arkasında "karşıt taraf" olarak gösterdikleri kitlenin elini aramaya çalıştılar. Ancak işgalcilerin "suçlu" olarak göstermeye çalıştıkları taraflar sürekli suçlamaları reddettikleri gibi bu tür eylemleri kesinlikle tasvip etmediklerini de vurguladılar. Bu arada fitnenin içine sürüklenmeleri istenen mağdur taraf da iddiaları gerçekçi ve makul bulmadılar; bilakis ortaya atılan senaryoların tamamen fitne amaçlı olduğunu hemen fark ettiler. Dolayısıyla şimdiye kadarki fitne oyunları hep başarısız kaldı. Bu son fitne oyununun da aynı şekilde başarısız kaldığını görüyoruz. Çünkü gerek Şii ve gerekse Sünni cemaatin ileri gelenlerinin yaptıkları açıklamalarda, bunun ABD'nin, Müslümanları fitnenin içine sürükleme amacı taşıyan haince bir komplosu olduğunu vurgulamaları ve tüm Müslümanları oyuna gelmemeleri için uyarmaları olumlu etkisini göstermiştir.
- Amerika'nın Irak'taki fitne çabaları siyonist işgalcilerin fitne çabalarına çok benzemektedir. Bu benzerlik de Aşura katliamlarının arkasında Amerikan emperyalizminin olduğu hakkında ipucu niteliği taşımaktadır. Hatta bazı yorumcular olayların arkasında İsrail istihbaratının olabileceğini de dile getirdiler. İsrail işgal devletinin ve uluslararası siyonizmin bu konuda geniş tecrübesinin olması sebebiyle ortak bir faaliyet içine girişmiş olmaları hiç de uzak bir ihtimal değildir. Lübnan'ı on yıl boyunca kana bulayan ve daha önce turistlerin gözdesi olan Beyrut'u adeta bir harabeye çeviren fitnenin ateşini alevlendirenler siyonistlerdi. Aynı siyonistler Filistin topraklarında da fitne ateşini alevlendirebilmek için birçok kez girişimde bulundular. Ancak buradaki direniş gruplarının özellikle de İslâmi hareketin oldukça hassas davranması, oynanan oyunlara dikkat etmesi işgalcilerin fitne çabalarının sonuç vermesinin engellenmesini sağladı.


**

- Birleşmiş Ulusların elindeki raporlar bile süzgeçten geçiriliyorlar...
- Ne süzgeci-filtresi; resmen sansur... DU raporuna sansür...
- Körfez Savaşı’nda Irak’a karşı kullanılan seyreltilmiş uranyum (DU) silahlarının halk sağlığı üzerindeki etkisini inceleyen bir rapor, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından hasıraltı edildi.
Tanınmış üç radyasyon bilimcisi tarafından hazırlanan raporda; Iraklı sivillerin, DU içeren tozları solumaları nedeniyle kansere yakalanabileceği belirtiliyordu. Ana raportör, DSÖ’ye danışmanlık yapan Dr. Keith Baverstock’tu. BM’ye bağlı bir kuruluş olan DSÖ, çalışmayı haber alarak harekete geçti ve yayınlanmasını önledi.
- Üç yıl önce hazırdı
- Evet!... Baverstock, DSÖ’nün raporu kasıtlı olarak sümenaltı ettiğini belirterek, “2001’de hazır olan rapor zamanında yayınlansaydı, ABD ve İngiltere’nin geçen yılki savaşta DU kullanımını kısıtlaması sağlanabilirdi” diye konuştu. İki saldırgan ülkenin geçen yılkı bombardımanında, tanklar ve uçaklar yüzbinlerce DU mermisi kullandı. İşgalin ardından, yüksek oranda radyasyon içeren bu mermilerin temizlenmesi için hiçbir çaba harcanmadı. BM Çevre Programı’na bağlı uzmanların, kirlilik düzeyini ölçmek için Irak’ta çalışmasına da izin verilmiyor.
Hücre yapısını tahrip ediyor. Dr. Baverstock, Sunday Herald gazetesine yaptığı açıklamada, “Çalışmamız, Irak’ta yaygın DU kullanımının sivil halka yönelik ciddi bir tehdit olduğunu gösteriyordu. DU’nun radyoaktivitesi ve kimyasal zehrinin, insan hücrelerine tahmin edilenden daha çok zarar verdiğine dair kanıtlar var” diye konuştu. Baverstock, geçtiğimiz mayıs ayında emekliye ayrılana dek, 11 yıl boyunca DSÖ’nün üst düzey radyasyon uzmanlığını yürütmüştü. Tanınmış bilimci, halen Finlandiya’daki Kuopio Üniversitesi’nde çalışıyor. DU’nun zararlarını belgeleyen raporu hazırlayan diğer isimler; Kanada McMaster Üniversitesi’nden Prof. Carmel Mothersill ve radyasyon danışmanı Dr. Mike Thorne.
- UAEA baskısı
- Geliyorum... Baverstock DSÖ’ye çalışırken, kuruluş, raporun yayınlanması için izin vermeyi reddetti. İngiliz araştırmacı, DSÖ’ye yönelik baskının UAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) eliyle gerçekleştiğini tahmin ediyor ve şöyle konuşuyor: “Çalışmamız DSÖ tarafından sansüre uğradı ve yayınlanamadı, çünkü ulaştığımız sonuçlar hoşlarına gitmemişti. Geçmiş deneyimler de gösteriyor ki yöneticiler, UAEA tarafından baskı altına alınmıştı.” Dünya Sağlık Örgütü ise, suçlamaları reddetti. Örgütün radyasyon ve çevre sağlığı koordinatörü Dr. Mike Repacholi, “UAEA’nın bu olaydaki rolü çok küçüktü. Raporun yayınlanmasına onay verilmedi, çünkü bazı bölümler yetersiz bulundu” dedi.
- Kanser tehlikesi varmış...
- Evet!.. Sunday Herald tarafından incelenen raporda şu satırlar dikkat çekici: “Irak’ın kuru iklimi nedeniyle, küçük DU parçacıkları, yıllar boyunca etrafa yayılıp siviller tarafından solunacak. Bu parçacıklar vücuda girdiğinde, radyasyon ve zehir, kötü huylu tümörlerin büyümesini tetikleyebilir. DU’nun yaydığı radyasyon; insan hücrelerine zarar verebilir ve bu da genetik sistemin istikrarını etkiler. Bu zararın; kanser ve diğer bazı hastalıklara yol açtığı tahmin ediliyor.” USA ve İngiliz güçleri, geçen yılki saldırıda, 1991 Körfez Savaşı’nda kullandıklarından çok daha fazla DU kullandılar. Bu nedenle, önümüzdeki onyıllar içinde Irak’ta onbinlerce insanın kansere yakalanacağı, sakat veya ölü doğumlar yapacağı belirtiliyor. Körfez Savaşı’nın ardından,
Irak’ta kanser oranlarında büyük bir artış yaşanmıştı.
- Türkiye oligarşisi ve hükümetteki AKP de katliamın sorumlularındandır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün sözleri sadece riyakarlığın belgesidir; “devletler suikast yapmaz, terörle böyle mücadele edilmez” diyerek sözde İsrail’i eleştiren AKP, İsrail’le işbirliğini her geçen gün pekiştiren bir iktidardır. Ve o iktidar, katliamcılık zihniyetinde İsrail’in gerisinde değildir; İsrail katliamlarını açıkça yaparken, AKP katledip, katlettiklerini sansür zoruyla gizleyendir. AKP, Big Brother USA ve USrael aynı kamptadır.

**

- Sansür aygıtının ve kullanıcı enstrumanların Ortadoğu`da özel bir yerleri ve çok özel amaçları var...
- Ne gibi?
- Sansur ve manipulasyon, işgal güçlerinin yan araçlarıdır... Açıktan açığa bombalama güdülmeyen alanlarda ikincil güçler devreye sokuluyor.. Sansur vbg destek uygulamalarıyla Ortadoğu İSRAİLLEŞTİRİLMEK İstenmektedir!..
- Katılıyorum'

**

- YASAK MANTIĞINA ÖZGÜRLÜK, ÖZGÜRLÜĞE YASAKLILIK, NE MENEM BİR MANTIKTIR? HANGİ ÇEŞİT SİSTEMLERDEN BESLENİR?
- Gösterime yeni giren bu klibi birlikte izleyelim mi?
- Buyrun yoldaşlar, izleyelim!

**

- Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin bir mahkeme kararına dayanmaksızın Almanya'da yayınlanan Vakit gazetesinin yayınlanmasını yasaklaması, Mo$$ad'in tavrini cagristiriyor. Mo$$ad, bilindiği gibi ZOGang denen militerize mafyanin "devlet gibi hareket eden tümörlesmis gizli polis teşkilatı"nın adı. Mo$$ad, siyonizmin güvenliginin polisidir ve sınırsız yetkilerle donatılmıştır. Kararlarını mahkemelerin onaylamasına gerek yoktur ve iş adalete intikal ettiği zaman Mo$$ad sorumlulari, kollaboratörleri, memurları, köekleri ve medyatik yalakalari asla sanik iskemlesine getirilemez; üstüne üstlük savci gecinen utanmaz yaratiklar da halkin adalet arayisi yerine emperyalizmin memuru olarak siyonizmin aklanmasina saglamaga yetkilidirler. Bakiniz USrael denilen kanlki sirk'e... Bastan asagi düzmece yargi... Emniyet polisi ve idare, daha üstün bir yargı makamına başvurmaksızın ilk sorguları yapar. Gercek Toplama kampları, Evangelist/Yahudi egemen devletlerin marifetidir; orada entellektueller issiz birakilir; izlenir; süründürülür en azindan... Tel Aviv yakınlarındaki "Filistinli sanik cocuklari Toplama Kampı"nı raslantisal olarak saptadigimizda uyarilmistik ve sinirdisi edildigimizde şoke olmuştuk. Burnuma gelen yanık yağ kokuları midemi alt üst etmişti. Iskence, USrael adalet bakanliginca serbest birakilali yillar oldu; dünyada hukuk otoritesi gecinen cevrelerden bir ossuruk kadar olsun tepki yansimadi; yansiyamaz... Hastaları kobay olarak kullanan ve ilâç deneyen doktorlar (!) Usrael'in kendi askersel makamlarınca da artık "non-secret-affairs" olarak yayinlanabiliyor... Pişkinligi görüyor musunuz?.. Zavallı Hitler'i öldürenler onun namına da sahte bir tarih yazdılar oysa ki gercek soykırımlar gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde işte işgal altindaki Afganistan, Balkan, Chechenia, Iraq, Lubnania, Filistin ve giderek Ortadogu'nun tamami bu ates cemberine sokulmak üzere... Kısa süre içinde de BOP falan diye adlanan bu ve benzeri pilot bölgelerde farklı düşünen kim varsa ya bir bicimde susturulacak ya da solugunu kimse fark etmeden elimine edilecek; ediliyor da... Sansur, bu anlatılan kanlı buzdağının ancak tepede görünen ufak ucudur... Ortadogu işgali, neo-Ortacag uygulamasinin deneme tahtasi oldu.. Hani Humanist uyanis; uygarliklar cagi?! Aydınlanmanın üç büyük parolası vardı: Hürriyet, eşitlik, adalet. Aydınlanmanın öncülerinden Fransız düşünürü Volter, düşünce hürriyetinin sınırlarını şu parola ile çizmişti: "Senin gibi düşünmüyorum, fakat düşüncelerini söylemen için sonuna kadar mücadele edeceğim." Batı, düşünce hürriyetini elde edene kadar büyük mücadele verdi, demokrasi ve insan haklarını elde etmek için birçok bedel ödedi. Şimdi "globalleşme" adı altında Amerika Başkanı W. Bush yeni bir süreç başlattı. Herkes nerdeyse Bush gibi düşünmek ve onun yaptıklarını desteklemek zorunda.
Bush'un İsrail siyaseti, sadece USrael military Mafia'sının çıkarlarını gözetiyor. Yahudi lobisinin etkisinde geliştirilen ve sürdürülen bu siyaset, bütün dünyada yoğun tepki görüyor, ama ABD'nin umurunda değil.
- Yahudi lobisi, "çok masum bir vakayı" sonuna kadar istismar ediyor.
- En eski meslek gibi geleneksel uzmanlık konularından biridir... Yahudi fanatizmine eleştirel karşıtlık anlamına gelen "antisemitizm" her zaman insanlık suçu olarak kabul ediliyor. Yahudi karşıtlığı ile İsrail'in şiddet politikaları örtülüyor. Birleşmiş Uluslar Örgütü kararlarını hiçe sayan ve Filistin'de kan döken İsrail eleştirildiği zaman, hemen adamın alnına "antisemitist" damgası vuruluveriyor. Bütün dünyada "antisemitist" damgasıyla ürkütülemeyecek tek bir cephe varsa o da biziz ve Müslüman ülkelerdir. Tarih boyunca İslâm devletlerinde Yahudiler, oligarşik düzende en çok kayırılan orospu sürülerinin başında gelmişler; dünyayı babalarının prezervatifi gibi arsızca kullanırken hiç ellenmeden yaşamışlar, kendi din ve faşist geleneklerini korumuşlardır. Bu manyakça sessiz kalınma semptomunu, hiçbir zaman Hıristiyan ülkelerde bulamamışlardır. Çünkü Hıristiyanlık öğretisi içinde açık bir biçimde, kendi mediatic güçlerinin de ağırlığı vardır; müslümanların ve sosyalistlerin medi güğcü varsa da kredi muslukları ve yönetim mekanizması genelde siyonist sızıntıların elindedir. yani, bir önemli neden, Beyin Yıkama Prosedürü, ne solda ne de müslümanlık dininde ciddiye alınmamıştır; ymuşak karın kısmı açıkta kalmış, traih boyunca da bu noktadan yaralanmıştır. Gerçek Hristiyanlık ise çok yerde kendi mediatic gücünü kurma başarısıyla böyle bir yara almaktan kurtulmuştur; ikinci bir başarı nedeni ise dinsel yaralarının uyarıcı etkisidir; çok net: "Hz. İsa, Yahudiler tarafından çarmıha gerilmiştir." İslâm literatüründe Yahudi düşmanlığı kavramı yoktur. İslâm adaleti emreder. Müslümanlar, dinleri icabı adaletle hükmederler. Yine Müslümanlar dinleri icabı haksızlığa ve zulme karşı çıkarlar. Bugün Müslümanların İsrail devletinin yaptığı zulümlere tepki göstermelerinin sebebi "antisemitizm" değildir, İsrail'in yaptığı haksızlıklar ve zulümdür. Vakit'in ve Türk halkının tepkileri de zulüm ve haksızlıklaradır. İsrail ve emperyalizm endeksli Bush politikaları, sadece Türkiye'de tepki görmemekte, bütün dünyada benzeri tepkilerle karşılaşmaktadır. Almanların % 77'si, Fransızların % 75'i, İngilizlerin % 64'ü Bush'un yeniden seçilmesini olumlu karşılamamışlardır. Dr. Philipp Jennier, Federal Parlamento Başkanı idi. 1988 yılında Nazi Almanyası'ndaki Yahudi karşıtlığının anıldığı bir oturumda, "Bu kadar aleyhinde konuşuluyor, neticede Hitler bir Alman'dı" dediği için Yahudi lobisinin şiddetli baskısına maruz kaldı ve 24 saat içinde görevini bıraktı. Bir daha da Meclis'e giremedi. Almanca ve tarih öğretmeni arkadaşım Holzman'a: "Ne oluyor? Yahudi subaylarin cogunlukla babalari Alman pasaportlu eski kriminaller değil mi?" dedim. "Adam haklı, ama diplomaside böyle konuşmamalıydı" dedi. Bir başka Alman arkadaşım, HITLER dönemine ilişkin yalanlar yakıştırmalar ve devasa beyin yikama öylesine başaraılı olmuştur ki, bu soğuk savaş yenilgimiz yüzünden bugün hiçbir Alman, Yahudiligin gerçek yüzü konusunda düşündüklerini söyleyemez, demişti. Amerika ve Avrupa'da Yahudi lobisi kendisi "antisemitik terör rüzgârı" estiriyor. Bu rüzgâr, kimi zaman Mo$$ad'in Israil'deki iskencehanelerde süren uygulamalarını cağristiran haksızlıklara yol açıyor. Aylardır Almanya'da yayınını durdurmuş olan bir gazeteyi, Vakit'i ve daha baska bircok Marxist yayinlari, Federal İçişleri Bakanı'nın mahkeme kararı olmaksızın emirle kapatması, bana Mo$$ad köpekliginin ulastigi boyutlari belgeliyor. Size de ürpertici gelmiyor mu?..
- Hayır, hayır! Ortada sıradan bir sansur yok. Asıl ortada sahnelenen, Yeni siyonizmen, DDR denen Doğu Alman Sosyalizmini çökerttikten sonra Müslümanları hedefledigi bir oyun var. Bu kez oyunun etiketi de "Anti-İslamizm"dir. Anti-İslamizm ABD-Avrupa ittifakının yeni ürünüdür. Bu ittifak İslam'a ve Müslümanlara karşı küresel ölçekte "ötekileştirme" ve "şeytanlaştırma" operasyonu başlatmıştır. Alman bakanın asıl yasaklaması gereken, Anti-İslamizm olmalıdır. Bunu yapmak yerine Siyonist saldırganlığı eleştiren yayınlar susturuluyorsa, bu İslam fobisinin Alman yöneticilerin basiretini bağladığını gösterir
- Demokrasi; çok kültürlülük, farklı düşünceleri barış içinde birlikte yaşatma, farklı düşüncelere saygı rejimidir. Basın özgürlügü olmaksızın demokrasi düşünülemez. Polis raporlarına dayanarak, bağımsız yargıya ihtiyaç duymaksızın gazete kapatmak, demokrasi ile bağdaşmaz. Otto Schily'nin yasak kararı, bu ibnenin gercek babasi olan Ariel SHARON uygulamalarini cagristirmaktadir.
- Insan olan kimse, her zaman ve her yerde hukuku, adaleti, özgürlügü, insanlığı savunmalidir!..
- Öyle!.. Her türlü hukuksuzluğa, haksızlığa, zulme karşı koyacağız. Otto Schily, kararını sabuunlayip uyusturucudan kendine ne girdigini animsayamayan dumura ugramis kizlarinin uygun yerlerine tikamalidir!
- Domuzdan türeyen domuz oluyor!.. Narkoman Jenna BUSH ile kizkardesi de Siyonist Otto'nun kizlari durumunda..
- Onlara gelince, uyusturucu saglanmasina hicbir engel hicbir sansur uygulanmasi bile düşünülemiyor...

**

- Yalnızca gazeteler, tv'ler mi? Kitaplar da aynı cendereden geçiyor...
- Ne yazık ki, sistem aynı sistem oldukça...
- Mein Kampf!.. Şu sıralar gazetelerde bu kitabın yasaklanacağına ilişkin haberler çıkıyor. Kitabın Türkiye'de ilk basımının üzerinden tam 66 yıl geçmesinden ve bu yıllar zarfında, söylendiğine göre kitabın 45 farklı çevirisinin 11 farklı yayınevince 100'den fazla baskı yapmasından ve bu baskıların 100 binlerce satmasından sonra… Evet, bütün bunlardan sonra, bu kitabın satışının yasaklanacağına ilişkin haberler yayınlanıyor..
- Kitapla ilgili haberlere bakılırsa Kavgam'ın, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde yayınlanması yasakmış. Bunun nedeni olarak kitabın, Adolf Hitler'in anılarını aktarmakla kalmayıp temel görüşlerini de içermesi gösteriliyor. Yani kitap Yahudi düşmanlığı (antisemitizm) propagandasını tetikliyormuş!.. Bizim ülkemiz yasaklara alışkın. Ben yıllar önce Millî Kütüphane'de, başka birçok kitabın yanında Büyük Doğu dergileriyle, 12. yüzyıl İslâm düşünürlerinden İmam Gazali'nin kitabının bile yasaklanmış olduğunu görmüş birisi sıfatıyla, artık kanıksadım. Bu kitap da yasaklanırsa ne yadırgarım, ne şaşarım.. Bir kez ilke ihlal edildikten sonra, bir eksik, bir fazla.. çok bir şey ifade etmiyor.. yadırgadığım bu değil.. yadırgadığım, Türkiye'nin, kendisiyle ilgili bazı filmlerin veya kitapların yasaklanması için bu ülkelere başvurduğunda, onların, ülkelerinde özgürlük bulunduğu def'isiyle Türkiye'nin talebini reddetmeleri keyfiyetidir. Türkiye özgürlük yönünden aman aman bir yer olmayabilir, ama demek ki neye öykünürsen ayibina da bulanirsin camuruna da... Sansur konusund Western Kapitalizmi ikiyüzlüdür; ona özene oligarsimiz, daha namuslu olacak degil ya!..
- Peki, Mein Kampf neden yasak? Neden o Nobel alan propaganda ve beyin yikama pacavralari yasaklanmasi düsünülemez de, bir tek kitaba saldirilir? Hele de bugünlerde, neredeyse bir asir gecmis yayini üzerinden.. Yeter artik!
- "Kavgam (Hitler'in), Almanya'ya karşı gerçekleştirilen komployla ve kendince bu komplonun sorumlusu olan Yahudilerle hesaplaştığı kitaptır." Bugünlerde yeniden bu kitaba saldiriliyor, cünkü Yahudiler, Yeni Dünya Düzeni(Jew World Order)'nin yularını ellerinde aldılar ve tam da bugünlerde insanlığa kinlerini kusmak icin en büyük avantajlı bir evre geçiriyorlar...

**

- Isparta'da barbarlık... Kaymakamın talimatı: Yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı azınlık ırkçısının kütüphane ve kitaplıklardaki kitapları ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim
- Izleyelim!
- Isparta'nın Sütçüler İlçesi Kaymakamı Mustafa ALTINPINAR'ın, Ermeni soykırımı konusunda gerçeği söyleme cüreti gösterdiği için kızdığı yazar Orhan Pamuk'un kütüphane ve kitaplıklardaki kitaplarının toplatılarak imha edilmesi için talimat verdiği ortaya çıktı. Isparta Valiliği, talimatı, gazetecilerce açığa çıkarılması üzerine iptal etti.
Sütçüler'in ırkçı-faşist kaymakamı ALTINHIYAR, Özel Kalem Müdürlüğü'nden 15 Şubat tarihinde ilçedeki kamu kurum ve kuruluşlarına bir yazı gönderilerek kütüphane ve kitaplıklardaki PAMUK'a ait kitapların toplatılması istendi. Kaymakam Altınpınar imzalı yazıda şöyle denildi: "Son günlerde kamuoyunda tartışılan ve yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı yazar, yurtdışında verdiği beyanatlarda onurunu her şeyin üzerinde tutan Türk milletini rencide edici asılsız iftiralarda bulunmaktadır. Bu itibarla, tüm kamu kurum ve kuruluşlarımız kütüphanelerini ve kitaplıklarını tarayacak ve adı geçen şahsa ait kitaplar, ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim." Altınpınar, "Bu emri, Pamuk'un Ermeni soykırımına yönelik açıklamalarına tepki amacıyla verdim" dedi. Öte yandan, Altınpınar'ın yakın çevresine, İçişleri Bakanlığı'ndan gelen genelge doğrultusunda bu yazıyı yazdığını söylediği iddia edildi. İlk önce "Talimattan haberimiz yok" diye açıklama yapan Isparta Valisi İsa PARLAK, olayın dün akşam saatlerinde ortaya çıkmasının ardından Altınpınar'ın talimatınının iptal edildiğini duyurdu. Vali Parlak, "Altınpınar yetkisini yanlış kullanmış. Bu yanlış emirdir. Emir iptal edildi" şeklinde konuştu.
- Ne demişti?
- Orhan Pamuk, İsviçre'de yayımlanan Tagesanzeiger gazetesinin 'Das Magazin' ilavesine geçen şubat ayı başında verdiği demeçte, "Kimse söylemediği için söylüyorum. Türkiye'de 30 bin Kürt öldürüldü, bir milyon da Ermeni" demişti. - Gerçekte en az ikibuçuk milyon sivil ermeni hunharca öldürülmüştür...
- Belki de karşı çıkanlardan bazıları, bu rakam yanlışı düzeltilsin diye tepki gösteriyorlar...
- Belk!..
- Bu demece Türkiye'deki farklı çevrelerden gelen sert tepkiler üzerine ise PAMUK, "Tahümmülsüzlüğün geçmişte ne büyük acılara yol açtığını anlatmaya çalıştım" diye açıklama yapmıştı.
- Sütçüler ve Urla kaymakamı tipi beyinlere göre; doğruyu araştıran, ezilip horlananları korumaya kalkışanlar, sürüden farklı düşünenler birer vatan hainidirler, susturlup, kökleri kazınmalıdır. Nazım Hikmetler,Kemal Tahirler, Yalçın KÜÇÜK'ler, Sabahattin Aliler, Fikret BAŞKAYA'lar, İsmail Beşikçiler, Aziz Nesin'ler, Yaşar Kemal'ler, Orhan Pamuk'lar derhal susturulup, tüm kitapları büyük bir meydanda, resmi bir törenle yakılmalı; Türkiye, açıktan açığa USrael satellitine çevrilmelkidir?! Türkiye'nin Sütçüler kaymakamı kafasından kurtulabilmesi, AB üyesi olabilmesinden daha önemlidir. Zaten Sütçüler kaymakamı kafasının egemen olduğu bir ülke sonsuza dek bir Ortaçağ ülkesi olarak kalmağa tutsaktır!
- Üniversite yıllarında hukuk ve kamu yönetimi vbg okuyan çok arkadasim oldu, içlerinden en statikocu, hümanizmden ve empatiden uzak olanlari hep kaymakam olacagim hevesindeydiler, simdi görüyorum ki basarmislar. Yapmaya çalistiklari devleti vatanin en ucra köselerinde yasatmak, zenginlestirmek degil; rezil etmek, resmi ideolojiyi ortacag seviyesine indirmek. Üzüldüm çok üzüldüm. Pamuk'un söyledikleri kişisel görüşleridir; Pamuk bu ülkeyi baglamaz ama ALTUNPINAR ya da Piç MAİLOĞLU'nun işgal ettikleri koltuklar, devlet malıdır; T.C damgası var kıçlarında; ülkeyi baglar.
- Diyelim kitapları yaktınız, Orhan Pamuk'u ne yapacaksınız?
- Öyle!.. Söyledikleri hoşunuza gitmeyen birini 'susturmak' için yaptıklarını yok etmeniz yetmeyebilir. Eh, onun da çaresi var diyebilirsiniz ama... Neyse ki dünyanın kaderini engizisyon mahkemeleriyle giyotinler belirlemiyor artık. Bir kaymakamın 'maksadını aştığı yerde', amiri olan Vali 'Yetkisini doğru kullanılmamış, talimatı iptal edildi' diyebiliyor... Neyse ki...
- Kaymakam önce ilçesine kitap getirtsin, kütüphane düzenlesin! O namusssuz cahil, o koltukta bir açıdan da bunu için aylık alıyor; kamuoyunun kültürel zenginleşmesi için.. Fakat kendi beyni örümcekli; yine de bu halkın ekmeğinden çalarak yaşıyor bu çakal...
- Ortadoğu, bu çakallılara alışkın!.. Biz bu ayıpları gecmişte yaşadık. Türkiye'de kitapların yakıldığı, yasak konulduğu dönemler oldu.
- Bir aydın sorumluluğu olarak bu yazarş PAMUK, bir soykırım gerçeğini açığa vurdu ve barbarlar kudurdu; peşinden 'Susturun şu haini' yollu kampanyalar başlatıldı. Bir yazarı eleştirmek başka, susturmaya veya kitaplarını yakmaya kalkışmak başka... Eleştirmek demokratik bir haktır, kitap yakmak faşizmin ta kendisidir.
- Urla-Sütçüler vbg kaymakamlıklarını işgal eden bu ikiayaklı köpek ruhlu çeşniden yaratıkların davranışları gösteriyor ki Türkiye'de henüz bir fikir özgürlüğü bilinci yerleşmemiş. Bir insan fikrini tartışamıyorsa, karşı bir argümanı yoksa kızdığı kişinin eserleriyle uğraşmaya başlıyor. Türkiye'de uğraşma da nedense imha etme, yok etme gibi garip yöntemlerle cereyan ediyor. Urla'da yerel gazetelerin, Sütçüler'de romanların resmen yasaklanması davranışı da tipik ve korkunç örneklerdir.

**

Volum -III-

**

- Müzikte sansur uygulamalarına ilişkin belgesel var mı?
- Var!.. Örneğin, Grup Yorum'un başına gelenleri biliyor musun?
- Bilmiyorum... İzleyelim!
- Sansurle sansarlık arasında bir ilişki var mı diye Sordum Ali Paccı'ya!
- Ali Paccı kimdir?
- Çoğu kimse onu bilmez.. Ama Bağcılar'daki hakim ve savcılar çok iyi bilirler.
O bir avukat.. Ali İhsan Karahasanoğlu ile birlikte Vakit'in avukatı. Bizim yazdıklarımızın mahkemede hesabını o veriyor. Bir tek günde, tek bir mahkemede 40 ayrı davadan duruşmaya çıktı.. Guiness Rekorlar Kitabı'na girmesi gereken biri.. Son beş yılın hakkımızda açılan dava dosyasını istedim.. Yüzlerce dosyayı indirip bakması gerekiyormuş. Beşyüzden fazla dava açılmış hakkımızda..
Geçen gün Grup Yorum'un, 20. Yıl dayanışma konseri vardı. Oraya gittim.. Konser aralarında Grub Yorum'un başına gelenler aktarılıyordu, bu 20 yılda. Burası Türkiye. MS 2000'ler.. Biliyorum, bizim Karaoğlu, Goncagül ya da tiyatrocularımızın başına da az şey gelmedi.. Star olmuş, raiting yapan, birtakım sahte sanatçılar 10 bin dolardan aşağı ağızlarını açmazken, bir halkın acısını estetize eden bu insanlar, ucuz otellerde karın tokluğuna adım adım Anadolu'yu dolaşmışlar.. Ötekilerin durumu da aynı, ama ben elde hazır bir dökümü varken, bir örnek olsun diye Grub Yorum'un başına gelenleri, özet olarak ilginize, bilginize sunmak istiyorum.. Yıl 1988 Halepçe Katliamı'nı protesto etmek için düzenlenen gecede Kürtçe bir türkü söyleyen Grup Yorum gözaltına alındı. 12 Eylül sonrası demokratik bir etkinlikte ilk kez Kürtçe türkü söylenmesi üzerine yaşanan bu gözaltı sonrası grup üyelerine savcı sordu: Hanginiz Kürt? Grup üyelerinden, Tunceli doğumlu Metin Kahraman tutuklandı. Bir ay tutukluluktan sonra tahliye edildi.
9 Temmuz 1989... Mersin Likat-İş tarafından düzenlenen konser, başlamasına bir saat kala yasaklandı. Konser için gelen izleyicilerle birlikte türküler söyleyerek yasaklamayı protesto eden Yorumcular, dövülerek gözaltına alındı ve ardından tutuklanarak Mersin Cezaevi'ne konuldu. Dokuz Grup Yorum elemanının tutukluluğu iki ay sürdü.
24 Haziran 1990; İzmit'te gerçekleşen konserde polis, Hilmi Yarayıcı ve Elif Sumru Göker dışındaki Yorumcular'ın sahneye çıkmasını engelledi. Yorum bu konserini iki kişiyle verdi.
Ekim 1990; Konya'da iki ortaokul öğrencisi, Grup Yorum dinledikleri için gözaltına alınarak DGM'ye çıkarıldı.
Kasım 1990; Grup Yorum elemanlarının neredeyse tamamına pasaport yasağı konuldu.
9 Ağustos 1991; Üsküdar'da "Katibim Festivali" kapsamında verilen konserin yarısında, üç bine yakın dinleyiciyi polis dağıttı.
Ağustos 1991; İstanbul DGM, "Gelki Şafaklar Tutuşsun" isimli albüme bölücülük yapıldığı gerekçesiyle dava açtı.
19 Ocak 1992; Konya SHP Gençlik Komisyonu'nun organize ettiği Grup Yorum konseri, genel merkezin isteği üzerine emniyet tarafından yasaklandı.
15 Mart 1992; Denizli'de yapılan konser sonunda "İzinsiz Para Toplama Kanunu'na Muhalefet"ten soruşturma açıldı. Grup Yorum elemanları Elif Sumru Gürel ve Kemal Sahir Gürel, yirmişer ay hapis ve para cezası aldı.
25 Nisan 1992; Trabzon Özgür-Der'in düzenlediği ve 3000 kişinin izlediği konser sonunda bir grup taşlarla ve sopalarla saldırıya geçti. Olay süresince polis gelmedi. Yorumcular ve dinleyicileri, sekiz saat sonra salondan çıkabildi.
9 Haziran 1992; Eskişehir'de düzenlenen "Sevgi ve Dostluk Gecesi" sonrasında, Grup Yorum için gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı. Yorumcular, duruşmaya kadar teslim olmadı.
4 Temmuz 1993; Yorum elemanları, Gemlik konseri sonrası jandarma ve polis tarafından ayrı ayrı gözaltına alındı. Grup'la birlikte sahneye çıkan Yusuf Karadaş, üyesi olduğu Özgürlük Türküsü'nün konser fotoğraflarını taşıdığı için gözaltına alındı ve tutuklandı. Bu tutukluluk iki ay sürdü.
2 Eylül 1993; Kıbrıs'ta Lefke Spor Kulübü'nün düzenlediği konser, amfi tiyatronun dayanıksızlığı bahane edilerek yasaklandı. Daha sonra Sumru, Nuray ve İrşad gözaltına alınarak sınırdışı edildi. Grup üyelerine ömür boyu Kıbrıs'a giriş yasağı kondu. Mersin'de bir gün gözaltında kaldılar. Yaklaşık 1500 Yorum dinleyicisi, bu keyfi uygulamayı protesto etti. Konser öncesi de Taner Tanrıverdi, hakkında çıkış yasağı olduğu gerekçesiyle havaalanında gözaltına alınıp tutuklandı.
Ekim 1993; Bursa-Orhangazi'de yayın yapan 105.2 FM'de çalışan bir DJ, radyoda Grup'un şarkılarını çaldığı için işinden atıldı.
Ocak 1994; Kemal ve Sumru'ya, İzmir DGM'nin 1992 Denizli Konseri nedeniyle verdiği 20 ay hapis cezası kesinleşti. Sumru, Avrupa Turnesi nedeniyle yurtdışında olduğu için Türkiye'ye dönmedi, Kemal, 5 Ocak'ta Edirne'de gözaltına alındı, 15 Ocak'ta tutuklandı ve 1.5 yıl tutuklu kaldı.
Nisan 1994; Almanya'da düzenlenen bir şenlik, programda Grup Yorum oldu


    22nd May 2005 - 03:55:07 PM    
13695 :
shit !


    22nd May 2005 - 04:01:10 PM    
13696 : Azerbadjan
jag är bättre en er mohaha


    22nd May 2005 - 06:22:55 PM    
13697 : Tramadol

Name : E-mail :
Message :




[ | >> ]

22nd May 2005 - 05:01:10 PM
13696 : Azerbadjan
jag är bättre en er mohaha


22nd May 2005 - 04:55:07 PM
13695 :
shit !


22nd May 2005 - 03:49:07 PM
13694 : FUCKFUCKFUCK
Vakit, Mein Kampf'daki "Zionist Imperialism" tehlikesine çok haklı analizler getiren belgesel özü kavrama vaktidir; çünkü, "Zionist Military Financial Hegemony" yeniden ve bu kez tüm dünya insanlığını tehdit eden devasa boyutlarda en mediatk destekli/en utanmaz yalancı/en organize kriminal kaniçici/en modernize barbar/ en ahlaksız aşamasındaki güncel tehlikedir; işte, bunun için de (içinde Vakit gazetesi de bulunan) bir dizi media üzerinde "performe censor"/geliştirilmiş sansur uygulanmaktadır

**

FREEDOM in INDEPENDENT BRAINS///CENSOR; most ridiculous and well-performed manipulative industry of judaized imperialism

**

Turkish language version


**

Volum -I-

**

ÖZGÜR DÜŞÜNCEYE SAYGI DUYAN HERKES, SAYGISIZ SİYONİSTLERİN KISKACINDALAR...

**


- Siyonist lobinin etkisinde kalan Almanya İçişleri Bakanı; yayınına ara verilen Vakit'in Almanya baskısını ek bir fermanla yasakladı!.. Hem de, hiçbir "yargı kararı" olmadan!
- Iran`a-Suriye`ye, Türkmeneli Kerkük'e karsi havladıkları günlerde!
- Aynısıyla öyle!... Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily; Vakit'in, 2005 kışında iki aydan fazla süreyle Almanya'da engellendiğinden bile habersiz rolü oynadığını sergileyen komik ve bir o kadar da düşündürücü bir karara imza attı...
- Gerekçesi ne bu utanmaz kartaloş ibnenin?
- Alman kimliğini suistimal eden bu Evangelian Yahudi tohumu sahte Alman, "Siyonist terör" ve "Batılı toplumsal düzen"e karşı çıkan yayınlardan dolayı, Vakit'in Almanya baskısının durdurulduğunu açıkladı. Gerçek babası Human Butcher Ariel SHARON nasıl yapıyorsa aynısını yinelemiş oldu...
- Oysa Vakit, 20 Aralık 2004'ten bu yana Almanya'daki yayınına ara vermiş bulunuyor!
- Doğru! Bu bir extra saçmalıktır... Alman Bakan'ın, "2 ay 5 gündür yayın yapmayan" bir gazete hakkında, "İsrail aleyhtarı yayınların arttığını iddia etmesi de, hem gerçeklerden uzak, hem de komik bulundu... Bakan'ın esrik açıklaması, Batı ülkelerinin "fikir ve düşünce özgürlüğü" konusunda ne kadar samimi olduğunu da ortaya koydu.
- Suçlarını itiraf ediyorlar: Suçu kabul ettiremedik! Alman İçişleri Bakanı Otto, Vakit'i Almanya'da yasaklamış! Sebebi de, "gittikçe artan İsrail karşıtı, siyonist aleyhtarı makaleler" imiş! Zırt pırt Türkiye'ye gelip, "Basın özgürlügü niçin yok", "Homosexual sapıklara niçin daha fazla yetki verilmiyor?", "Anti-siyonistlerin hepsini neden Israel yöntemleriyle elimine etmiyorsunuz?" diye hesap sormaya kalkışanların ellerine, biz su bile dökemezmişiz de haberimiz yokmuş! Öyle bir yasakçılık ki; suç olduğunu ileri sürdükleri yazılar için dava açma yerine, toptan gazetenin yayınlanmasına yasak getirmişler!
- Yani, resmen sansür!
- Kokusundan anlaşılmaz mı bok!... Türkiye'de bir yazara ceza vermek için, önce yayınlanan yazı sebebiyle dava açılır, yazar mahkûm olursa ceza kesinleşir. (Ama bu durumlarda da gazetenin kapatılmasına artık karar verilemiyor. 2004 yılında kabul edilen AB'a uyum yasası çerçevesinde, artık gazete kapatmak Türkiye'de bile yasak!) Ama Almanya'da, gazetenin toptan kapatılması mümkün imiş! Üstelik, öyle mahkeme kararına falan da gerek yokmuş!.. Dünyadan haberi olmayan bir İçişleri Bakanı, önüne konulan bir kararı imzalayınca, gazete de kapanıveriyormuş orada! Gazete yayınına ara vermiş, vermemiş hiç önemli değilmiş!
- Allah bilir, adamın gazeteyi hayatında görmüşlüğü bile yoktur!
- Yok! Jerusalem Post`a abone olan bu ibne, özgürlüğün sesi olan yayınlar eline geçse de batar, bir yerini acıtır...
- Öyle ya, eğer gerçekten uyuşturucu dozunu kaçırmadıysa ya da sansurden daha önceden bilgisi yoksa kıçına ne girip çıktığını da bilmeyen bir bunaklık evresine girmiş demektir...
- Varsayalım ki habersizdir... Vakit'in 2.5 aydır Almanya'da yayınlanmadığından habersiz, ezbere yasaklama kararı verdiğine göre, gazeteyi görmemiş olması da gayet normaldir! Yeter ki, siyonist lobi istesin!
- Ama ne yaparlarsa yapsınlar, ördükleri tuzaklar, bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da hep kendi ayaklarına dolaşacaktır. Bakın, Almanya Büyükelçiliği, konuyla ilgili olarak dün yayınladığı basın bülteninde hangi bilgilere yer vermiş? " .. Makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır. (..) Yayınlanan çok sayıda makaleden anlaşıldığı üzere bu yayınlar münferit olmayıp, aksine sistematik olarak kışkırtma amacı taşımakta olup, bunlara kesinlikle göz yumulmamalıdır!" Bunlar sayın İçişleri Bakanı'nın sözleri!
- Böyle tasmasız bakan birgün bir takan çıkmayacak mı?
- Umarım!.. Demek ki, önüne konulan kararı okumadan imzalayan bakanlar, sadece Türkiye'ye özgü değilmiş! Almanya'da da bu tür "bakan"lar varmış! Sadece bakıp dururlarmış önlerine gelen kâğıtlara. Öyle olmasa, 2 ay önce Almanya baskısını durduran bir gazetenin, İsrail aleyhtarı olduğu söylenen makaleleri için "hissedilir derecede artırmışlardır" ifadesi nasıl kullanılır ki? Diyeceksiniz, "Belki de, yayına son verilmeden önceki tarihlerde İsrail aleyhtarı makalelerin arttığı kastediliyordur"... "Özrün kabahatinden büyük" diye bir söz vardır. Aynen öyle.. 2 ay önce ara verilen yayın için, Alman bakan daha yeni uyanıyor, "Burda gazetenin kapatılmasını gerektiren çok büyük bir suç var" diyor! Ne diyelim, Otto'ya bir mesaj yollayalım; "Uyan bakan bey, uyan! O makalelerin en sonuncusu bile 2 ay 5 gün önce yayınlandı! 2 aydır neredeydin?" Alman Büyükelçiliği'nin yayınladığı basın bülteni, siyonist lobinin tezgâhının perde arkasını net olarak gözler önüne seriyor aslında! Şöyle deniyor Alman Büyükelçiliği basın bülteninde: "Savcılığın geçtiğimiz yıllardaki çok sayıda tahkikatına rağmen şirket sahibi ve yöneticisi hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş, hatta kışkırtıcı makalelerin keskinliğini ve sayısını hissedilir derecede artırmışlardır!" Keskinliğin derecesini nasıl tesbit etmişler, bunun için ellerinde bir ölçü aleti var mı bilemiyorum. Ama "Hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" olmak, dünyanın neresinde suçtur sayın Otto? Elinize yasaklama kararı koyanlar, anlaşılan sizi "suçu kabul ettirme" ile görevlendirmişler; siz de bu görevinizi yapamayınca, bu sefer yasaklama kararı önünüze konulmuş, siz de ne söylediğinizi bile düşünmeden, "hiçbir şekilde suçu kabul etmemiş" diye sitemde bulunmuşsunuz Vakit yöneticileri için! Ne yapalım; sizin arzunuzu burdan biz ilgililere duyuralım, bundan sonra siz ne isterseniz, hemen o suçu kabul ederler! Ne isterseniz! Roma'yı yakma suçu mu dersiniz, Hitler'i iktidara getirme mi dersiniz, nükleer silah icadı mı dersiniz, hepsini siz isteyin, Vakit sorumluları kabul etsinler! Yeter ki, siyonist lobinin isteği olsun!
Kim haklı isbat için çok önemli bir kıstas var; soralım Otto'ya, "Bu kadar suçladığın gazete hakkında, elinde kesinleşmiş tek bir mahkeme kararı var mı?" Yok! O zaman biz söyleyelim; Almanya'da basın özgürlügü yok!
- Yok mu bu utanmazlığın bir temsilcisi; soralım!?
- Var!.. Büyükelçi, örnegin...
- Sordun mu; ne oldu?
- Renkten renge girdi; kıpkırmızı oldu..
- Ìzleyelim!
- Federal Almanya'nın Ankara Büyükelçisi homosexual Wolf-Rudhard Born, Vakit'in Almanya yayınlarını durdurması için ortada bir mahkeme kararı olmadığını animsatan bir gazeteciye, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" dedi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı makamında ziyareti sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan ibne Born, Almanya ceza yasasına göre Yahudi karşıtı yayınların suç olduğunu savundu. Almanya'da çok sağlam (yalansa anasini essekler siksin) bir demokrasi olduğunu ileri süren ibne Born, "Ortada İçişleri Bakanlığı'nın verdiği bir karar bulunuyor. Yahudi karşıtı yazılar ceza kanunumuzda yasaklanmıştır. Kanunlara göre hareket ediyoruz. Vakit, kanunlarımızda yer alan yaptırımların aksi yönünde hareket etti. Bizde bu kararı aldık" dedi. Muhabirlerin sorularından sıkılan ibne Wolf-Rudhard Born, "Vakit gazetesinin son altı gündür yayınlarından rahatsızız" dedi. Otto SSCHILY gibi bir yalama götveren olan Born, muhabirlere, "Vakit, Almanya'da yedi yıldır yayın yapıyor. Bu ve benzer yasakli gazeteler hakkında herhangi bir mahkeme kararı var mı?" şeklindeki sorusuna, "Bence bu konu çok da önemli bir şey değil. 3 Ekim tarihine konsantre olun" şeklinde konuştu. Almanya'da, Türkiye aleyhine siyonist emperyalist yayın yapan birçok amerikanci Yahudi propaganda yayınlarina müdahale edilmediğini hatırlattığımız Büyükelçi, "Böyle yayınlardan haberimiz yok. Yasalar dışında yayın yapan herkese aynı şeyi yaparız" diyerek, Yahudi yularli medyaya üstü örtülü arka çıktı. Ìbne Born, "İsrail'in Filistin'deki katliamlarını eleştirmek suç mu?" bicimindeki sorumuz üzerine de, "Farklı düşüncelerimiz var. O yüzden sizinle anlaşamayız" dedi. Sorularımız karşısında iyice bocalayan Siyon orospusu Born, hızlı adımlarla belediyeden uzaklaştı. Siktirip defoldu, Alman bayrağını suistimal ederek kullandigi köpek kulübesine kaçtı; girdi...

**

- Alman kimliğini kötüye kullanan bu esrik bakan piçine kınama eyleminde bulunan yok mu?
- Var elbette!.. Bu arada; Alman Bakan'ın açıklaması üzerine durumu değerlendiren Vakit Yayın Kurulu, şu açıklamayı yaptı:
"Almanya Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin dün yaptığı açıklamada 'Geçmişte, özellikle İsrail devletine, siyonistlere ve Bat?l? toplumsal düzene karş? makaleler yay?nland?ğ?' öne sürülerek gazetemizin Almanya baskısının durdurulmasına yönelik kararı kabul edilemez bir karardır. Öncelikle belirtelim ki, Vakit gazetesinin Almanya baskısı 20.12.2004 tarihinden bu yana zaten yapılmamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesine aykırı olarak Alman polisinin yaptığı keyfi baskılar sonucu, Vakit gazetesinin Almanya baskısına, bugün itibariyle 66 gündür zaten ara verilmiş bulunmaktadır.
Bu durumdan bile habersiz Alman İçişleri Bakanı Otto, olmayan bir yayını yasaklama gibi komik bir karara imza atmıştır. Açıklamadaki, 'Batı karşıtı propaganda yapılmasina izin verilmeyeceği' beyanının, düşünce ve ifade hürriyetine Almanya'nın nasıl yaklaştığının göstergesi olduğu açıktır. Alman Bakan'ın, 'Savciliğin sürdürdüğü birçok soruşturmaya rağmen, Yeni Akit yöneticilerinin tutumlarını değiştirmek yerine, kışkırtıcılık yapılan makale sayısını artırdıkları' iddiası da, 2 ay 5 gündür yayın yapmayan bir gazete hakkında Bakan'ın nasıl bir bilgisizlik ve önyargı içerisinde olduğunu göstermektedir. Uzun süredir yayın yapmayan bir gazetede, USrael faşizmi aleyhtarı makalelerin arttığı nasıl iddia edilebilir? Görülmektedir ki; siyonist lobinin eline tutuşturduğu bir yasak kararını açıklamaktan başka bir rolü olmayan sayın Bakan, verdiği yasak kararının işlevsizliğinden bile habersizdir. E.U. ilkelerine uyum adı altında, Türkiye'ye yapmadıkları baskıyı bırakmayan batılı ülkelerin gerçek yüzleri bu kararla bir defa daha ortaya çıkmıştır. İşte Batı'nın düşünce hürriyetine bakış açısı; 'yayında olmayan gazeteyi bile yasaklayacak' kadar acımasızdır! Bugüne kadar 7 yıldır Almanya baskısı yapılan bir gazetenin, tek bir mahkûmiyeti ve mahkeme kararı bile yokken, bir siyasetçinin emri ile gazete baskısının yasaklanması, insan haklarına aykırı, yargısız infaz niteliğinde hukukdışı bir karar olduğu her türlü tartışmadan uzaktır. 1940'larda Hitler'in Yahudilere yaptığı iddia edilen zulmün çok daha şiddetlisi, bugün siyonist odakların etkisi ile Otto tarafından tek bir mahkûmiyeti bile olmayan Vakit gazetesine yönelik olarak gerçekleştirilmek istenmektedir! Ama Otto'nun ve onun eline bu kararı tutuşturan lobinin gücü, Vakit'i 'doğruları yazma kararlılığı'ndan vazgeçirmeye yetmeyecektir! Bu karar ile öğrenmiş bulunuyoruz ki; Almanya'da bir siyasetçinin kararı ile, istenilen her muhalif gazete kapatılabilmektedir! Bırakın insanların düşünce hürriyetlerini engellemeyi, tümüyle bir gazetenin faaliyetini bile yargı kararı olmaksızın engelleme cüreti gösteren bu girişimin, Avrupa'nın gerçek yüzünü öğrenmemiz açısından büyük faydası olduğu kanaatindeyiz. Tek bir mahkûmiyet kararı olmayan Vakit gazetesi sorumluları olarak, Alman İçişleri Bakanı Otto'nun aldığı kararı kınıyor, bu yargısız infaz kararını tarihe bir ibret belgesi olarak not düşüyoruz."

**

- Almanya`da siyonist lobbylerin azıttıklarını anladık; sürpriz değil... Fakat Ortadoğu`da müslüman geçinen bazı üniformalıların yarışma hırsını anlamak zor...
- Rüşvetin gücü! Buyrunuz, daha henüz sıcaklığını koruyan şu belgesele bir göz atınız!
- İzleyelim!
- Vakit’e ceza yağdı... Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit gazetesini “Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira olmak üzere 624 milyar, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkûm etti. Mahkeme, dâvâ konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, Doğan'ı tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakit Gazetesi’ni, ‘’Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’ başlıklı yazıdan dolayı 312 generale 2’şer milyar lira, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’a da başka bir yazıdan dolayı 4 milyar lira mânevî tazminata mahkûm etti. Mahkeme, dava konusu yazıları kaleme alan Asım Yenihaber’in, RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vererek, tazminattan sorumlu tuttu. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, 312 generalin, Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke’’, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eruygur’un da ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazılardan dolayı açtıkları davaları karara bağladı.
- Sirk sürüyor... 312 generalin açtığı davaya, generallerin avukatı Bilgin Yazıcıoğlu ile RTÜK üyesi Mehmet Doğan ve Vakit Gazetesi’nin sahibi Nuri Aykon ile yazıişleri müdürü Harun Aksoy’un avukatları katıldılar.
- "Yazı kimin?" tartışması gündemdeydi...
- Evet!.. Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, müvekkilinin dava konusu köşe yazısını yazan Asım Yenihaber olmadığını ileri sürdü. Davacı tarafın dosyaya sunduğu elektronik posta adresi ve internet protokol numarasıyla müvekkilinin adına ulaşıldığını, ancak herhangi bir kişinin elektronik posta adresini ve internet numarasını vermek suretiyle o kişiye suç yüklenebileceğini öne sürdü. Avukat Metin, bu durumun açıklığa kavuşturulması için bilirkişi incelemesi talebinde bulundu ve tanık dinleteceklerini söyledi. Davacıların avukatı Yazıcıoğlu ise internet sisteminin, yazının Doğan’a ait olduğunu ispatladığını, Türk Telekom’a mahkeme tarafından yazılan yazıya gelen cevapta da köşe yazısını elektronik postayla gönderen kişinin Mehmet Doğan olduğunun ispatladığını savundu. Yazıcıoğlu, bunun teknik bir konu olduğunu ifade ederek, krokisini de dosyaya sunduğunu söyledi. Yazıcıoğlu, ayrıca Vakit Gazetesi’nin tirajını gösteren belgeyi de verdi. Yazıcıoğlu, Hakim Bülent Çınar’ın sorusu üzerine, Mehmet Doğan’ın internet protokol numarasının Nurullah Kuloğlu adlı ihbarcıdan geldiğini, ancak o kişinin nasıl temin ettiğini bilmediğini belirtti.
- "Vakit'e sansür uygulanıyor" başlığını anımsıyoruz...
- Davalılardan Nuri Aykon ve Harun Aksoy’un avukatları, dava konusu yazının gazeteye faksla ulaştığını ileri sürerek, metni bulmaya çalıştıklarını söylediler. Avukatlar, dâvâyla ilgili olarak Vakit Gazetesi’ne konulan yayın yasağının kaldırılmasını talep ettiler ve diğer yayın kuruluşlarına yönelik böyle bir olay olmadığını, Vakit Gazetesi’ne sansür uygulandığını ifade ettiler. Yargıç Çınar, yayın yasağına tepki gösteren avukatlara, diğer yayın kuruluşları adına söz alma ve konuşma yetkileri olmadığı uyarısında bulundu. Aykon ve Aksoy’un avukatları Yargıç Çınar’ın son sözlerini sorması üzerine, delil sunmak için süre istediklerini ifade ettiler.
- Generallerin avukatı Yazıcıoğlu da son sözünde talepleri gibi karar verilmesini istedi.
- Evet!.. Yargıç Çınar, araştırılacak başka bir konu kalmadığını, Vakit Gazetesi’nin avukatlarının taleplerinin yersiz görüldüğünü belirterek, davacıların manevi tazminat taleplerinin tamamen kabulüne karar verdi. Yargıç Çınar, Vakit Gazetesi’nin sahibi Aykon, Yazıişleri Müdürü Aksoy ve Mehmet Doğan’ı yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz de eklenerek her bir davacı için 2’şer milyar lira olmak üzere toplam 624 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Mahkeme, köşe yazısını yazan Asım Yenihaber’in de RTÜK üyesi Mehmet Doğan olduğuna karar vermiş oldu ve tazminattan sorumlu tuttu. Bu arada, karar açıklanmasına tepki gösteren Vakit Gazetesi’nin avukatları, taleplerinin dikkate alınmadığını ve tutanağa geçirilmediğini, savunma haklarının kısıtlandığını iddia ettiler ve tutanak tutacaklarını belirttiler. Hakim Çınar, kararın temyize tabi olduğunu hatıratarak, hukuki yolların tükenmediğini ifade etti.
- Avukatlar duruşmayi terketmişti; degil mi?
- Öyle!.. Daha sonra Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un yine Asım Yenihaber imzasıyla Vakit Gazetesi’nde yayınlanan ‘’İrtica ile mücadele sezonu açıldı’’ başlıklı yazısında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 10 milyar lira manevi tazminat talepli davasına geçildi. Vakit Gazetesi’nin avukatları, bu duruşmaya katılmayacaklarını belirterek, duruşma salonunu terkettiler. RTÜK üyesi Mehmet Doğan’ın avukatı Atilla Metin, diğer davada olduğu gibi müvekkilinin dava konusu yazıyı yazan kişi olmadığını savunarak, bilirkişi incelemesi talep etti. Metin, aksi halde herkesin herkesi ihbar edebileceğine işaret ederek, adaletin allak bullak olacağını ifade etti. Orgeneral Eruygur’un avukatı Yazıcıoğlu ise kişilik haklarına saldırı iddiasını yineledi. Yargic Çınar, dosyada delillerin toplandığını belirterek, davanın kısmen kabulüne ve Aykon, Aksoy ve Doğan’ın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle müştereken 4 milyar lira manevi tazminat ödemesine karar verdi.
- Bu rüşvete susamış olanlar da müslüman?!
- Yahudi emperyalizminin kıçını yalayan bu çeşniden öğeleri, Otto CHILLY`den daha tehlikeli buluyorum...
- Aynı görüşleri paylaşıyorum sizinle ve o derecede derin endişeler içerisindeyim!

**

- Tv 5, Milli Gazete gibi medya organlarına karşı kendi kendini Yargıç ve Savcı olarak atayan sözde diplomatlara ne diyorsunuz?
- Olamaz!
- İzleyelim!
- Belgeler ortada!... Soytarılar, istedikleri kuruma, kuruluşa, yayın ve basın organlarına sansur uygulamakta hiçbir çekince göstermiyorlar... USA Büyükelçiliği’nin, Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, Irak’ta yaşananları aktardığı ve halkın tepkisini yayınladığı için bir gazete ve televizyona ambargo uygulanmasının, evrensel basın-yayın ilkelerine aykırı ve anti-demokratik olduğunu söyleyerek, “ABD, Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çekiyor ve bu hezimetin faturasını da Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ediyor. Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılmaz. Basına ve medyaya sansür uygulayarak Irak’ta yaşananları kamuoyundan gizleyemezsiniz. Burası ABD değil, Türkiye. Kendi ülkelerinde basına ambargo uygulasınlar” dedi. Wall Street Journal’da yayınlanan “Yeniden Avrupa’nın Hasta Adamı mı?” yazısı ve ardından USA Büyükelçiliği’nin Milli Gazete ve TV5’e ambargo koyarak, büyükelçiliğin faaliyetlerine alınmama kararına tepki gösteren Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet AKSU, son günlerde gelişen olayların Irak’ta bataklığa saplanan ABD’nin bataklıktan çıkmak için suçu başkasına yüklemeye çalışma refleksi olarak değerlendirdi. Konuyla ilgili yazılı bir basın açıklaması yapan Aksu, “Tarihini sömürge, zülüm ve katliamlar üzerine bina eden bir ABD’nin geçtiği yollara dönüp bakmadan bu tarz serzenişlerde bulunması, yaptıklarının onaylanmasını beklemesi, bırakınız beklemeyi bunu bir emrivaki olarak dayatması ne akıllara ne de vicdanlara sığmaz” dedi. ABD’nin Irak’taki hezimetini kendi kamuoyuna anlatmakta güçlük çektiğini ve bu hezimetin faturasını Türkiye’ye kesmek için bu tür reflekslerle hareket ettiğini belirten Aksu: “Bu tür gözdağlarıyla bir yere varılamaz. Türkiye’deki Anti- Amerikan rüzgarından rahatsızlık duyanlar acaba bu rüzgarın esmesinde hiç mi kabahatli değillerdir? Yeri geldiğinde dünyanın en kanlı diktatörlerini besleyip onların milyonları katletmesine ön ayak olan, Afganistan ve Irak işgallerinin meşruiyetini sorgulatmayan bir zihniyet elbette ki bunun bedelini ödemelidir” dedi.
- Türkler, Amerikan halkından değil Bush’un politikalarından rahatsız
- Güzel dile getirdiniz!.. “Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin (Amerikan kaynaklarına göre) en az 100 bin sivili öldürmesi, tutuklulara işkence yapması, bu ülkenin bir terörist yuvası haline gelmesi, Türkiye’yi olumsuz etkilemesi, bütün dünyada olduğu gibi Türk kamuoyunda da Bush’a karşı muhalefeti güçlendirmiş, yeniden seçilmesi büyük hayal kırıklığı uyandırmıştır” diyen Aksu, Amerikalıların Irak’taki Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi ve sözde “teröre karşı savaş?” veren ABD’nin, Kuzey Irak’a yuvalanan Mo$$ad&Barzioni teröristleri hakkında hiçbir önlem almayışı gibi gelişmeler ise Bush aleyhtarlığının Türkiye’de doruğa tırmanmasına yol açtığını vurguladı.
- Ismarlama sevgi ayarı yapılmaz!
- Çok dogru!..
- Hani, Turkiye&Almanya vbg ülkeler isgal edilmemişti?! Yalnızca Filistin'de, Irak'ta ve benzerleri üzerinde egemen sanılıyordu bu ZOG denen Militer-Mafya? Bu ne ya; bu sansur denen illet, Tel Aviv'den dikte edilen bir diktatorluk gibi yayginlaştirildi?...
- Pentagon aracılığıyla Bush yönetiminin müttefiklerine ABD karşıtlığının çözülmesi ve halkların kendilerini sevmesi mesajının verildiğini ifade eden Aksu, “ısmarlama sevgi ayarlarıyla nereye varılabilir” diye sorarak sözlerine şöyle devam etti “ABD’nin takkesi Irakta düşmüştür. Tüm dünya kamuoyu kendisine karşı öfkelidir. Kimi kime şikayet ediyorlar ya da kimden neyi savunmasını bekliyorlar. Demokrasilerde siyasetçilerin işi kamuoyunun tepki ve taleplerini en uygun şekilde yansıtmaktır yoksa bu tarz emri vakilerle kamuoyunu hizaya getirmek değil.”

**

- Sansur prosedürüyle amaçlanan, yalnızca engelleme değildir. Bir olaya ilişkin doğru bilgi akışı sansur yoluyla engellenirken ikinci amaç gerçekleştirilir; olayın saptırılması. Cocuklara karsi islenen suclarda resmi makamlardaki suçortaklarının çabalarını anımsayınız... Özellikle sexual amaçla çocukların pazarlanması sırasına taa üst düzeyden direkt fermanlarla gelen sansur uygulamalarına tanık oluyoruz; çünkü, çocukların pazarlamasına ortam sağlayan kirli tabaka, kendinin açığa vurulmasını istemez. Elinde de en büyük silah olarak sansur vardır...
- Ìşleyiş'i, Urla'da çok net gördük; klipleri yeni yeni yayına konulabiliyor...
- Ìzleyelim!..
- Son günlerde tartışmalara neden olan Barbaros Çocuk Köyü ile ilgili haberler davalık oldu. Yayınladıkları haberler nedeniyle Özgür Urla gazetesine, Urla Kaymakamlığı koltugunda oturan sanik Ahmet Mailoğlu tarafından sansür uygulandı. Gazeteciler TUNALI ve SÖKE, Barbaros Köyü'nde cinsel taciz iddialarını yazdıkları için kendilerine "devlet ve millet düşmanı" diyen kirli kaymakam'a dava açtı. Kaymakam taslağı da, gazete haberlerine dava açtı; tedbir koydurdu. Gazetecilerin itirazı görüşülüyor... İzmir'de çıkan Yarımada gazetesi sahibi Selçuk TUNALI ile Özgür Urla gazetesi sahibi Ali Rıza SÖKE, Star TV'deki "Objektif" programına katılarak, Barbaros Köyü'nde çocuklara cinsel taciz iddiaları ile ilgili kendilerine "devlet ve millet düşmanı" dediği gerekçesiyle Urla Kaymakamı Ahmet Mailoğlu'ya 50 bin YTL'lik tazminat davası açtılar. Gazeteciler 3 Şubat'ta yayınlanan programdan iki gün sonra Kaymakam hakkında yakınma'da bulundu. Kaymakan Mailoğlu bunun üzerine, gazetelerde kendisi ile ilgili yayınlanan haberlerede "kişilik hakları zedelendiği" iddiasıyla gazetecilere dava açtı. Urla Asliye Hukuk Mahkemesi de iki gazetedeki Kaymakam haberlerine aynı gün tedbir koydu.
- Mahkeme, tedbire itirazı görüşüyor
- Durumu yatıştırıyor...
- Öyle!.. Tedbir kararına itiraz eden gazeteciler, yapılan yayınların "Basın Kanunu, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) uygun olduğunu savunarak, "tedbirin nasıl bir haber verileceği ilan edilmeden, muhtemel, ne olduğu belirsiz bir saldırı olasılığı" üzerine alındığını iddia etti.
- Mahkeme, itirazı değerlendiriyor.
- Bakalım ne çıkacak!
- Yarımada gazetesinin 28 Ocak 2005, Özgür Urla gazetesinin de 1 Şubat 2005 tarihli nüshasında cinsel taciz soruşturması ile ilgili bilgilere yer verilmiş ve Kaymakama sorular yöneltilmişti. Kadir Çelik'in sunduğu programda, Kaymakam Mailoğlu'nun "Bu iddianın sahipleri iki tanedir bunlar. Bu iddia iğrenç ve saçmadır. Bu iddianın kaynağı olan, bahsedilen iki kişi... Her zaman devlet, Kaymakamlığımızın manevi ve mukaddes değerlere saygılı olmamdan dolayı şahsım üzerine kurulmuştur. Bu gazetelerin yayın politikaları incelendiğinde devlet ve millet düşmanı olduğu açıkça belli olan bu şahıslar..." dediği iddia ediliyor. Sorun ve baskıların yeni başlamadığını kaydeden gazeteci Söke, bianet'e verdiği bilgide, bir yıl önce yazılarının yayımlandığı sayıların Kaymakamca polis kullanılarak toplatılmaya çalışıldığını, İçişleri Bakanlığı'na yaptığı şikayetlerin üzerinin ise yalanla kapatıldığını savundu. (EÖ/EÜ)
- Sansur olaylarinda kiralik utanmazlar, gazetecilik oynuyorlar.. Bu utanmazlara en acikli örnek, Savaş AY adindaki ucuz provokatordür...

**


- Yerel basın, Savaş Ay’a karşı...
- Çıkarcı bir çakaldır bu enstrüman, adı yanlış Savaş piçi, yine kanlı koku aldı ve pisliğe daldı!
- Öyle! Urla Kaymakamlığı ile Barbaros Köyü arasında mekik dokuyan yerel basın Savaş Ay gazeteciliğini tartışıyor; “Köye o giriyor da biz niye giremiyoruz? Savcı ona konuşuyor da bize niye konuşmuyor?” Kaymakamlık önünde savcının dışarıya çıkıp bir açıklama yapması için bekliyorlar; saatler ilerliyor, hava kararıyor, savcı yok. Sonra bir söylenti dolaşıyor ortalıkta; “Savcı, Savaş Ay’a konuşmamış, ben öyle şeyler söylemedim.” demiş. Urla’da çıkan yerel gazeteler de kaymakam ve okul müdürüyle ilgili zehir zemberek yazılara devam ediyor. 15 günde bir yayımlanan Özgür Urla gazetesini tek başına çıkaran Ali Rıza Söke koltuğunun altında sıkıştırdığı gazeteleriyle takip ediyor gündemi. 1000 adet bastırdığı gazetesi neredeyse tükenmek üzere, yeni gelişmeleri duyurmak için ek bir baskı yapmayı bile düşünüyor. Ali Rıza SÖKE, Barbaros Çocuk Evi’nden bir çocuğu da nüfusuna geçirmiş. Özgür Urla, Yarımada ve Demokrat Urla’nın suçladığı kaymakamı aklayan tek gazete Urlalılara “İnanmayın, yazılara inanmayın... Belgeler var.” diye seslenen Urla Postası. Tutuklananlar arasında yakınları bulunanlar da oyunu ‘raconu’na göre oynamayı öğrenmişler. İçlerinden biri, “Yarın, gazetenizde bakıcı anneler suçsuz diye manşet atarsanız, size önemli bir bilgi vereceğim.” diyor.
- Tecavüzcü pezevenk tohumları birer birer kefaletle birakilirlarken yazı ve şiir yazmaktan icerde tutlan aydinlara, sansur kurbanlarına kolay kolay böyle bir olanak tanınmıyor...
- Neden uygulanmiyormus; gazeteci Sinan Kara dün Urla Cezaevi'nden şartlı serbest bırakıldı.
- Birakıldı ama cezasının tamamını çektikten sonra.. Sinan KARA'nin çektigi ceza yanında bu çocuk tecavüzcülerine yapılan, "konuk ağırlamak" diye anılmalı!
- KARA'nın davaları Türkiye'deki basının tehdit altında olduğunun bir göstergesi. Özellikle de yerel basın kıskaç altında,"

**

- Bir RTUK belası var...
- Örnegin?!
- Küçük Özgürlük bile yok! RTÜK, daha önce Türkiye'de sinemada da gösterilen, festivallerde ödüller alan 'Küçük Özgürlük' adlı film nedeniyle Primemax ve Primemax 2'yi süresiz kapattı. Digitürk ise buna, 2 yeni kanalla karşılık verdi. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Digitürk üzerinden yayın yapan Primemax ve Primemax 2 kanallarını, yayımladıkları "Küçük Özgürlük" filminde 'bölücülük propagandası yapıldığı' gerekçesiyle süresiz kapattı. Digitürk ise bu kanalların yerine GoldMax ve GoldMax 2 adlı iki kanal koydu.
- 'Gülünç ve çağdışı'...
- Elbette!... 25 yıldır Almanya'da yaşayan filmin yönetmeni Yüksel Yavuz ise Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 'Eser İşletme Belgesi' alan, çeşitli festivallerde gösterilen ve Aralık 2003'te Türkiye'de vizyona giren film nedeniyle kanal kapatılmasını 'çok gülünç ve çağdışı' sözleriyle nitelendirdi. Yavuz, filmin konusunu ise şöyle özetledi: "Çocuk yaşta Almanya'ya gelen bir Kürt ile Afrikalı genç, 16 yaşında mahkemeye çıkarılıp ülkelerine gönderileceklerini bildikleri için illegal yolla yaşıyorlar. Kürt genci, bir zamanlar 'dağa çıkmış' bir akrabasının yanında kalıyor. Bu arada tanışıp çok sevdiği yaşlı adamın, anne ve babasının ölümünden sorumlu olan kendi köylüsü bir korucu olduğunu öğreniyor. Adamı öldürmek için sorguya çekerken bundan vazgeçiyor. "
- 'Yeni sansür anlayışı'
- Resmen!.. Filmin Türkiye dağıtımcısı Belge Film'in sahibi Sabahattin Çetin de, şöyle konuştu: "RTÜK, devletin gösterimine izin verdiği filmin televizyondaki yayını yasaklamakla kalmıyor. Filmi yayımlayan kanalı da süresiz kapatıyor. Bu yepyeni bir sansür anlayışı. RTÜK, AB yolundaki Türkiye'nin başına yeni dert açıyor. Bu olaya karşı yasal hakkımızı kullanacağız"

**

Volum -II-

**

- SANSURün EMPERYALiT cinsi ile SANSARLIGIN SiYONiT cinsi ARASINDA BIR BAGINTI VAR MI?
- Olmaz mı!.. Hem de enternasyonal boyutta!.. İzleyelim!..

**

- Yahudiler bu ikilem bakımından çok deneyimlidirler... İkinci Dünya Savaşının bitişiyle dünyayı saran Cold War, yani soğuk savaş yıllarında, dünya kamuoyu kobay gibi kullanılarak beyni yıkandı. Sansur, Sosyalist ülkelerin de bir bir yıkılmasıyla bir resmi ders niteliği aldı. Öyle ki, bugün biz Dresden`in nasıl yerle bir edildiğini bilemiyoruz; HITLER ve nice kimseler öldürülmüşken, bizler kaç kuşaktır bu yok yere öldürülen kurbanlara değil de cellatlara acıyoruz... Dünya çapında örgütlü olan soykırımcı katillere ağlayıp hallisunasyonal filmler üretiyoruz çünkü beynimiz mükemmel yıkanmış ve Yahudiler öldürüldü sanıyoruz... Kargaları güldüren bir tarihsel manipulasyon... Çünkü yahudi yalancılığı tradisyonal bir meslektir; ona sansur yok!... Sansur, eleştirel beyinlere uygulanan bir silah!... Milyonlarca Alman ve milyonlarca Avrupalı ve hatta adını anımsamakta güçlük çektiğimiz ülkelerden insanlar soykırıma uğratıldılar. Alliance denilen USA&AUSraelia vbg Siyon güçleri dünyayı yakıp yıktılar ama hemen tüm lise kitaplarında biz Yahudilere kıyıldı diye okuyoruz. Oysa ki, Çalışma Kamplarında bir çeşit korumada bulunan Yahudiler ve yağmacılıkta uzman olup da yükte hafif pahada ağır ne varsa talan eden Yahudiler, savaçlardan en az zararı gören yegane tilkimsi sürüdür. İkinci Dünya Savaşı öncesinde tüm Avrupa`da toplam 1.300.000 Yahudi vardı; WW II denen bu savaştan sonra yani 1945, ten sonra sayılarının 3.100.000 olduğu görülür. Avrupa`da hırsızlıktan arananlar kendini Israel denen işgal topraklarında güvencede bulurlar ve güttükleri Birleşmiş Uluslar Örgütü de 1948`de dünyanın ilk Yağmacılar Cenneti ZOG çetesine "devlet unvanı" verir. Burada yine sansur ve manipulasyonun gücüne dönersek; hani nerede 6.000.000 Yahudi gaz odalarında tavuk gibi tütsülenmişmiş de belmem ne? Kendimiz gittik gördük, o düzmece merkezlerde, yani Alman Çalışma Kamplarının hiçbirinde gaz odası yok, gerçekte öyle bir gaz olsa Alman onuı savaşta İngiliz Evangelist itine, Amerikan Siyon çakalına karşı kullanırdı... KAldı ki, Çalışma Kamplarına gönderilenler yalnızca asalak Yahudiler olmayıp işsiz Almanlardı, hatta sayısız ulustan olup da zamanın gereği savaş donanımı üreten kimselerdi, ustalardı, uzmanlardı... Yine sansur yoluyla boyanan rakamlara bakalım, üç milyon yalancı, geleneksel ve fanatik alışkanlık eğilim özelliğini sergileyerek, altı milyon Yahudi yaratık gazlandı, diyor... Papağanlar da yineliyor... Matematik bilmeyen bir geri zekalıyı düşünün ve dünyanın da geri zekalılar düzeyine düşürüldüğünü kavrayın artık, lütfen!
- İçinde bulnduğumuz Yüzyıl`da da aynı geleneksel yöntemler sürdürülüyor... Siyon emperyalizmi, şimi düne oranla çok daha modern donanımları ve beyin yıkama makinalarını tekelinde bulunduruyor...
- Örnekler misiniz?
- İzleyelim!.. Ortadoğu belgesel klipleriyle girelim... Çağdaş emperyalizmin saldırgan ve işgalci tutumu İslâm coğrafyasında kan akıtılmasına yol açmaya devam ediyor. Emperyalizm ve onun uzantıları her ne kadar kendilerini sevimli gösterebilmek için "demokrasi, özgürlük ve insan hakları" gibi kavramları propaganda malzemesi olarak kullansalar da onlar sürekli kanla beslendiklerinden, güç ve hâkimiyet sahibi oldukları yerlerde mutlaka kan akıtılacaktır. Onlar bir yandan kan akıtırken, yıkım ve tahribat yaparken, bir yandan da kendilerini haklı çıkarabilmek için başkalarını suçlu göstermeye çalışıyorlar. Bunun için son dönemde kullandıkları en önemli olgu ise "terör"dür. Oysa gerçek anlamda terörün iplerini ellerinde tutanlar ve amaçlarına ulaşmak için terörü araç olarak en çok kullananlar onlardır. Terörü kendi saldırganlıklarına ve hukuksuzluklarına gerekçe olarak gösterdiklerinden yerine göre başkalarının üzerine yükleyebilecekleri terör eylemleri gerçekleştirmekten de çekinmemektedirler. Çünkü onların önlerinde herhangi bir ahlâki engel ve kendilerini engelleyen bir prensip yoktur. Onlar makyavelist felsefeyi benimsemiş olduklarından amaçlarına ulaşmada mümkün olan her şeyi, her metodu ve aracı meşru görmektedirler.
Sürekli kanla beslenen emperyalizm canavarı, Aşura gününde, Hz. Hüseyin (r.a.)'in şehit edilmesinin yıldönümünü ihya programlarında Irak'ta ve Pakistan'da aynı gün içinde gerçekleştirdiği bombalamalarla büyük bir katliama sebep oldu. Irak'ın Kerbela ve Bağdat şehirlerinde gerçekleştirilen bombalamalarda en son açıklamalara göre 171 kişi hayatını kaybetti. Pakistan'daki bombalamalarda ölenlerle birlikte bu sayı 200'ü aştı. Olaylarda yüzlerce insan da yaralandı. Bombalamalar adeta "bu kadar insanı bir arada yakalamışken, fırsatı kaçırmayalım" anlayışıyla gerçekleştirilmişti. Yahudi yularlı USA emperyalizmi olaylardan hemen sonra medya gücünü kullanarak, kendini kamufle etme ve suçu yine "terörün ana odağı" olarak kabul ettirmeye çalıştığı el-Kaide'ye yüklemeye çalıştı. Bu amaçla Irak'taki adamlarından bazılarını da devreye soktu ve onların ağızlarıyla açıklamalar yaptırdı. Irak Geçici Yönetim Kurulu üyesi Muvaffak er-Ruba'i, Amerika'nın CNN televizyonuna yaptığı açıklamada el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak amacıyla bu patlamaları gerçekleştirdiğini ileri sürdü. Oysa el-Kaide'nin Irak'ta iç savaş çıkarmak istediği iddiası tamamen tutarsız ve kendi içinde çelişkiliydi. Çünkü el-Kaide'nin Irak'ın içinde bir iç savaş çıkmasından herhangi bir kazancı olmayacaktı. İşgalci güçlere karşı savaş verdiği söylenen bir örgütün, işgal güçlerinin işine yarayacak ve onlara karşı savaşanları zayıf düşürecek bir iç savaş istediğini söylemek son derecede mantıksız ve tutarsızdı. Ama tabii onlar kendi ağızlarıyla ve mantıklarıyla değil efendilerinin ağızlarıyla konuşuyorlardı. Kafalarını da kendilerini bir yerlere yerleştiren efendilerine kiraya vermişlerdi. Dolayısıyla mantık ve akıl kurallarına göre değil efendilerinin kendilerine telkin ettiği şekilde düşünmeleri gerekiyordu. Olaylar üzerine gerek Şii gerekse Sünni cemaatin ileri gelenleri, yaptıkları açıklamalarda bu olaylardan istifade eden tarafın sadece ABD olduğunu vurguladı ve Müslümanlardan oyuna gelmemelerini, fitnenin içine sürüklenmemelerini istediler. Amerika'nın Irak'a yönelik stratejisi üzerinde araştırmalar yapan bazı uzman kişiler de bu olayların arkasında ABD'nin olması ihtimalinin yüksek olduğuna dikkat çektiler. Bu kişiler Amerikan işgal güçlerinin kendilerine karşı sürdürülen direniş karşısında başarılı olamadıklarını, dolayısıyla bu direnişi zayıflatabilmek için Iraklıları bir iç savaşın içine sürüklemek istediklerini vurguladılar. Çünkü işgal güçleri bu yolla kendilerine karşı savaşanları zayıf düşürebileceklerini ve böylece Irak üzerindeki askeri hakimiyetlerini sağlamlaştırabileceklerini umuyorlar. Böyle bir fitne için en kapsamlı potansiyelin ise Şii - Sünni ayrımı olduğunu düşünüyorlar. Çünkü bu iki unsurun nüfusa oranı birbirine yakındır. Dolayısıyla bir Şii - Sünni fitnesi çıkarılması durumunda ülke nüfusunun bir yarısı diğer yarısına karşı harekete geçirilmiş olacaktır.
- Aslında Amerikan emperyalizmi Irak halkı arasında bir Şii - Sünni fitnesi çıkarabilmek için bundan önce de birçok girişiminde bulundu. Bunların en başta geleni de Muhammed Bakır el-Hakim'i hedef alan suikast saldırısıydı. Hatırlanacağı üzere o saldırı da Şiilerin büyük bir camilerine yönelik olarak gerçekleştirilmiş ve başta Ayetullah Muhammed Bakır el-Hakim olmak üzere çok sayıda Şii Müslüman hayatını kaybetmişti. Bunun yanı sıra değişik zamanlarda gerek Şii, gerekse Sünni Müslümanların camilerini, ibadet veya normal toplanma yerlerini hedef alan bombalama eylemleri oldu. İşgalci güçleri bütün bu olayların arkasında "karşıt taraf" olarak gösterdikleri kitlenin elini aramaya çalıştılar. Ancak işgalcilerin "suçlu" olarak göstermeye çalıştıkları taraflar sürekli suçlamaları reddettikleri gibi bu tür eylemleri kesinlikle tasvip etmediklerini de vurguladılar. Bu arada fitnenin içine sürüklenmeleri istenen mağdur taraf da iddiaları gerçekçi ve makul bulmadılar; bilakis ortaya atılan senaryoların tamamen fitne amaçlı olduğunu hemen fark ettiler. Dolayısıyla şimdiye kadarki fitne oyunları hep başarısız kaldı. Bu son fitne oyununun da aynı şekilde başarısız kaldığını görüyoruz. Çünkü gerek Şii ve gerekse Sünni cemaatin ileri gelenlerinin yaptıkları açıklamalarda, bunun ABD'nin, Müslümanları fitnenin içine sürükleme amacı taşıyan haince bir komplosu olduğunu vurgulamaları ve tüm Müslümanları oyuna gelmemeleri için uyarmaları olumlu etkisini göstermiştir.
- Amerika'nın Irak'taki fitne çabaları siyonist işgalcilerin fitne çabalarına çok benzemektedir. Bu benzerlik de Aşura katliamlarının arkasında Amerikan emperyalizminin olduğu hakkında ipucu niteliği taşımaktadır. Hatta bazı yorumcular olayların arkasında İsrail istihbaratının olabileceğini de dile getirdiler. İsrail işgal devletinin ve uluslararası siyonizmin bu konuda geniş tecrübesinin olması sebebiyle ortak bir faaliyet içine girişmiş olmaları hiç de uzak bir ihtimal değildir. Lübnan'ı on yıl boyunca kana bulayan ve daha önce turistlerin gözdesi olan Beyrut'u adeta bir harabeye çeviren fitnenin ateşini alevlendirenler siyonistlerdi. Aynı siyonistler Filistin topraklarında da fitne ateşini alevlendirebilmek için birçok kez girişimde bulundular. Ancak buradaki direniş gruplarının özellikle de İslâmi hareketin oldukça hassas davranması, oynanan oyunlara dikkat etmesi işgalcilerin fitne çabalarının sonuç vermesinin engellenmesini sağladı.


**

- Birleşmiş Ulusların elindeki raporlar bile süzgeçten geçiriliyorlar...
- Ne süzgeci-filtresi; resmen sansur... DU raporuna sansür...
- Körfez Savaşı’nda Irak’a karşı kullanılan seyreltilmiş uranyum (DU) silahlarının halk sağlığı üzerindeki etkisini inceleyen bir rapor, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından hasıraltı edildi.
Tanınmış üç radyasyon bilimcisi tarafından hazırlanan raporda; Iraklı sivillerin, DU içeren tozları solumaları nedeniyle kansere yakalanabileceği belirtiliyordu. Ana raportör, DSÖ’ye danışmanlık yapan Dr. Keith Baverstock’tu. BM’ye bağlı bir kuruluş olan DSÖ, çalışmayı haber alarak harekete geçti ve yayınlanmasını önledi.
- Üç yıl önce hazırdı
- Evet!... Baverstock, DSÖ’nün raporu kasıtlı olarak sümenaltı ettiğini belirterek, “2001’de hazır olan rapor zamanında yayınlansaydı, ABD ve İngiltere’nin geçen yılki savaşta DU kullanımını kısıtlaması sağlanabilirdi” diye konuştu. İki saldırgan ülkenin geçen yılkı bombardımanında, tanklar ve uçaklar yüzbinlerce DU mermisi kullandı. İşgalin ardından, yüksek oranda radyasyon içeren bu mermilerin temizlenmesi için hiçbir çaba harcanmadı. BM Çevre Programı’na bağlı uzmanların, kirlilik düzeyini ölçmek için Irak’ta çalışmasına da izin verilmiyor.
Hücre yapısını tahrip ediyor. Dr. Baverstock, Sunday Herald gazetesine yaptığı açıklamada, “Çalışmamız, Irak’ta yaygın DU kullanımının sivil halka yönelik ciddi bir tehdit olduğunu gösteriyordu. DU’nun radyoaktivitesi ve kimyasal zehrinin, insan hücrelerine tahmin edilenden daha çok zarar verdiğine dair kanıtlar var” diye konuştu. Baverstock, geçtiğimiz mayıs ayında emekliye ayrılana dek, 11 yıl boyunca DSÖ’nün üst düzey radyasyon uzmanlığını yürütmüştü. Tanınmış bilimci, halen Finlandiya’daki Kuopio Üniversitesi’nde çalışıyor. DU’nun zararlarını belgeleyen raporu hazırlayan diğer isimler; Kanada McMaster Üniversitesi’nden Prof. Carmel Mothersill ve radyasyon danışmanı Dr. Mike Thorne.
- UAEA baskısı
- Geliyorum... Baverstock DSÖ’ye çalışırken, kuruluş, raporun yayınlanması için izin vermeyi reddetti. İngiliz araştırmacı, DSÖ’ye yönelik baskının UAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) eliyle gerçekleştiğini tahmin ediyor ve şöyle konuşuyor: “Çalışmamız DSÖ tarafından sansüre uğradı ve yayınlanamadı, çünkü ulaştığımız sonuçlar hoşlarına gitmemişti. Geçmiş deneyimler de gösteriyor ki yöneticiler, UAEA tarafından baskı altına alınmıştı.” Dünya Sağlık Örgütü ise, suçlamaları reddetti. Örgütün radyasyon ve çevre sağlığı koordinatörü Dr. Mike Repacholi, “UAEA’nın bu olaydaki rolü çok küçüktü. Raporun yayınlanmasına onay verilmedi, çünkü bazı bölümler yetersiz bulundu” dedi.
- Kanser tehlikesi varmış...
- Evet!.. Sunday Herald tarafından incelenen raporda şu satırlar dikkat çekici: “Irak’ın kuru iklimi nedeniyle, küçük DU parçacıkları, yıllar boyunca etrafa yayılıp siviller tarafından solunacak. Bu parçacıklar vücuda girdiğinde, radyasyon ve zehir, kötü huylu tümörlerin büyümesini tetikleyebilir. DU’nun yaydığı radyasyon; insan hücrelerine zarar verebilir ve bu da genetik sistemin istikrarını etkiler. Bu zararın; kanser ve diğer bazı hastalıklara yol açtığı tahmin ediliyor.” USA ve İngiliz güçleri, geçen yılki saldırıda, 1991 Körfez Savaşı’nda kullandıklarından çok daha fazla DU kullandılar. Bu nedenle, önümüzdeki onyıllar içinde Irak’ta onbinlerce insanın kansere yakalanacağı, sakat veya ölü doğumlar yapacağı belirtiliyor. Körfez Savaşı’nın ardından,
Irak’ta kanser oranlarında büyük bir artış yaşanmıştı.
- Türkiye oligarşisi ve hükümetteki AKP de katliamın sorumlularındandır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün sözleri sadece riyakarlığın belgesidir; “devletler suikast yapmaz, terörle böyle mücadele edilmez” diyerek sözde İsrail’i eleştiren AKP, İsrail’le işbirliğini her geçen gün pekiştiren bir iktidardır. Ve o iktidar, katliamcılık zihniyetinde İsrail’in gerisinde değildir; İsrail katliamlarını açıkça yaparken, AKP katledip, katlettiklerini sansür zoruyla gizleyendir. AKP, Big Brother USA ve USrael aynı kamptadır.

**

- Sansür aygıtının ve kullanıcı enstrumanların Ortadoğu`da özel bir yerleri ve çok özel amaçları var...
- Ne gibi?
- Sansur ve manipulasyon, işgal güçlerinin yan araçlarıdır... Açıktan açığa bombalama güdülmeyen alanlarda ikincil güçler devreye sokuluyor.. Sansur vbg destek uygulamalarıyla Ortadoğu İSRAİLLEŞTİRİLMEK İstenmektedir!..
- Katılıyorum'

**

- YASAK MANTIĞINA ÖZGÜRLÜK, ÖZGÜRLÜĞE YASAKLILIK, NE MENEM BİR MANTIKTIR? HANGİ ÇEŞİT SİSTEMLERDEN BESLENİR?
- Gösterime yeni giren bu klibi birlikte izleyelim mi?
- Buyrun yoldaşlar, izleyelim!

**

- Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin bir mahkeme kararına dayanmaksızın Almanya'da yayınlanan Vakit gazetesinin yayınlanmasını yasaklaması, Mo$$ad'in tavrini cagristiriyor. Mo$$ad, bilindiği gibi ZOGang denen militerize mafyanin "devlet gibi hareket eden tümörlesmis gizli polis teşkilatı"nın adı. Mo$$ad, siyonizmin güvenliginin polisidir ve sınırsız yetkilerle donatılmıştır. Kararlarını mahkemelerin onaylamasına gerek yoktur ve iş adalete intikal ettiği zaman Mo$$ad sorumlulari, kollaboratörleri, memurları, köekleri ve medyatik yalakalari asla sanik iskemlesine getirilemez; üstüne üstlük savci gecinen utanmaz yaratiklar da halkin adalet arayisi yerine emperyalizmin memuru olarak siyonizmin aklanmasina saglamaga yetkilidirler. Bakiniz USrael denilen kanlki sirk'e... Bastan asagi düzmece yargi... Emniyet polisi ve idare, daha üstün bir yargı makamına başvurmaksızın ilk sorguları yapar. Gercek Toplama kampları, Evangelist/Yahudi egemen devletlerin marifetidir; orada entellektueller issiz birakilir; izlenir; süründürülür en azindan... Tel Aviv yakınlarındaki "Filistinli sanik cocuklari Toplama Kampı"nı raslantisal olarak saptadigimizda uyarilmistik ve sinirdisi edildigimizde şoke olmuştuk. Burnuma gelen yanık yağ kokuları midemi alt üst etmişti. Iskence, USrael adalet bakanliginca serbest birakilali yillar oldu; dünyada hukuk otoritesi gecinen cevrelerden bir ossuruk kadar olsun tepki yansimadi; yansiyamaz... Hastaları kobay olarak kullanan ve ilâç deneyen doktorlar (!) Usrael'in kendi askersel makamlarınca da artık "non-secret-affairs" olarak yayinlanabiliyor... Pişkinligi görüyor musunuz?.. Zavallı Hitler'i öldürenler onun namına da sahte bir tarih yazdılar oysa ki gercek soykırımlar gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde işte işgal altindaki Afganistan, Balkan, Chechenia, Iraq, Lubnania, Filistin ve giderek Ortadogu'nun tamami bu ates cemberine sokulmak üzere... Kısa süre içinde de BOP falan diye adlanan bu ve benzeri pilot bölgelerde farklı düşünen kim varsa ya bir bicimde susturulacak ya da solugunu kimse fark etmeden elimine edilecek; ediliyor da... Sansur, bu anlatılan kanlı buzdağının ancak tepede görünen ufak ucudur... Ortadogu işgali, neo-Ortacag uygulamasinin deneme tahtasi oldu.. Hani Humanist uyanis; uygarliklar cagi?! Aydınlanmanın üç büyük parolası vardı: Hürriyet, eşitlik, adalet. Aydınlanmanın öncülerinden Fransız düşünürü Volter, düşünce hürriyetinin sınırlarını şu parola ile çizmişti: "Senin gibi düşünmüyorum, fakat düşüncelerini söylemen için sonuna kadar mücadele edeceğim." Batı, düşünce hürriyetini elde edene kadar büyük mücadele verdi, demokrasi ve insan haklarını elde etmek için birçok bedel ödedi. Şimdi "globalleşme" adı altında Amerika Başkanı W. Bush yeni bir süreç başlattı. Herkes nerdeyse Bush gibi düşünmek ve onun yaptıklarını desteklemek zorunda.
Bush'un İsrail siyaseti, sadece USrael military Mafia'sının çıkarlarını gözetiyor. Yahudi lobisinin etkisinde geliştirilen ve sürdürülen bu siyaset, bütün dünyada yoğun tepki görüyor, ama ABD'nin umurunda değil.
- Yahudi lobisi, "çok masum bir vakayı" sonuna kadar istismar ediyor.
- En eski meslek gibi geleneksel uzmanlık konularından biridir... Yahudi fanatizmine eleştirel karşıtlık anlamına gelen "antisemitizm" her zaman insanlık suçu olarak kabul ediliyor. Yahudi karşıtlığı ile İsrail'in şiddet politikaları örtülüyor. Birleşmiş Uluslar Örgütü kararlarını hiçe sayan ve Filistin'de kan döken İsrail eleştirildiği zaman, hemen adamın alnına "antisemitist" damgası vuruluveriyor. Bütün dünyada "antisemitist" damgasıyla ürkütülemeyecek tek bir cephe varsa o da biziz ve Müslüman ülkelerdir. Tarih boyunca İslâm devletlerinde Yahudiler, oligarşik düzende en çok kayırılan orospu sürülerinin başında gelmişler; dünyayı babalarının prezervatifi gibi arsızca kullanırken hiç ellenmeden yaşamışlar, kendi din ve faşist geleneklerini korumuşlardır. Bu manyakça sessiz kalınma semptomunu, hiçbir zaman Hıristiyan ülkelerde bulamamışlardır. Çünkü Hıristiyanlık öğretisi içinde açık bir biçimde, kendi mediatic güçlerinin de ağırlığı vardır; müslümanların ve sosyalistlerin medi güğcü varsa da kredi muslukları ve yönetim mekanizması genelde siyonist sızıntıların elindedir. yani, bir önemli neden, Beyin Yıkama Prosedürü, ne solda ne de müslümanlık dininde ciddiye alınmamıştır; ymuşak karın kısmı açıkta kalmış, traih boyunca da bu noktadan yaralanmıştır. Gerçek Hristiyanlık ise çok yerde kendi mediatic gücünü kurma başarısıyla böyle bir yara almaktan kurtulmuştur; ikinci bir başarı nedeni ise dinsel yaralarının uyarıcı etkisidir; çok net: "Hz. İsa, Yahudiler tarafından çarmıha gerilmiştir." İslâm literatüründe Yahudi düşmanlığı kavramı yoktur. İslâm adaleti emreder. Müslümanlar, dinleri icabı adaletle hükmederler. Yine Müslümanlar dinleri icabı haksızlığa ve zulme karşı çıkarlar. Bugün Müslümanların İsrail devletinin yaptığı zulümlere tepki göstermelerinin sebebi "antisemitizm" değildir, İsrail'in yaptığı haksızlıklar ve zulümdür. Vakit'in ve Türk halkının tepkileri de zulüm ve haksızlıklaradır. İsrail ve emperyalizm endeksli Bush politikaları, sadece Türkiye'de tepki görmemekte, bütün dünyada benzeri tepkilerle karşılaşmaktadır. Almanların % 77'si, Fransızların % 75'i, İngilizlerin % 64'ü Bush'un yeniden seçilmesini olumlu karşılamamışlardır. Dr. Philipp Jennier, Federal Parlamento Başkanı idi. 1988 yılında Nazi Almanyası'ndaki Yahudi karşıtlığının anıldığı bir oturumda, "Bu kadar aleyhinde konuşuluyor, neticede Hitler bir Alman'dı" dediği için Yahudi lobisinin şiddetli baskısına maruz kaldı ve 24 saat içinde görevini bıraktı. Bir daha da Meclis'e giremedi. Almanca ve tarih öğretmeni arkadaşım Holzman'a: "Ne oluyor? Yahudi subaylarin cogunlukla babalari Alman pasaportlu eski kriminaller değil mi?" dedim. "Adam haklı, ama diplomaside böyle konuşmamalıydı" dedi. Bir başka Alman arkadaşım, HITLER dönemine ilişkin yalanlar yakıştırmalar ve devasa beyin yikama öylesine başaraılı olmuştur ki, bu soğuk savaş yenilgimiz yüzünden bugün hiçbir Alman, Yahudiligin gerçek yüzü konusunda düşündüklerini söyleyemez, demişti. Amerika ve Avrupa'da Yahudi lobisi kendisi "antisemitik terör rüzgârı" estiriyor. Bu rüzgâr, kimi zaman Mo$$ad'in Israil'deki iskencehanelerde süren uygulamalarını cağristiran haksızlıklara yol açıyor. Aylardır Almanya'da yayınını durdurmuş olan bir gazeteyi, Vakit'i ve daha baska bircok Marxist yayinlari, Federal İçişleri Bakanı'nın mahkeme kararı olmaksızın emirle kapatması, bana Mo$$ad köpekliginin ulastigi boyutlari belgeliyor. Size de ürpertici gelmiyor mu?..
- Hayır, hayır! Ortada sıradan bir sansur yok. Asıl ortada sahnelenen, Yeni siyonizmen, DDR denen Doğu Alman Sosyalizmini çökerttikten sonra Müslümanları hedefledigi bir oyun var. Bu kez oyunun etiketi de "Anti-İslamizm"dir. Anti-İslamizm ABD-Avrupa ittifakının yeni ürünüdür. Bu ittifak İslam'a ve Müslümanlara karşı küresel ölçekte "ötekileştirme" ve "şeytanlaştırma" operasyonu başlatmıştır. Alman bakanın asıl yasaklaması gereken, Anti-İslamizm olmalıdır. Bunu yapmak yerine Siyonist saldırganlığı eleştiren yayınlar susturuluyorsa, bu İslam fobisinin Alman yöneticilerin basiretini bağladığını gösterir
- Demokrasi; çok kültürlülük, farklı düşünceleri barış içinde birlikte yaşatma, farklı düşüncelere saygı rejimidir. Basın özgürlügü olmaksızın demokrasi düşünülemez. Polis raporlarına dayanarak, bağımsız yargıya ihtiyaç duymaksızın gazete kapatmak, demokrasi ile bağdaşmaz. Otto Schily'nin yasak kararı, bu ibnenin gercek babasi olan Ariel SHARON uygulamalarini cagristirmaktadir.
- Insan olan kimse, her zaman ve her yerde hukuku, adaleti, özgürlügü, insanlığı savunmalidir!..
- Öyle!.. Her türlü hukuksuzluğa, haksızlığa, zulme karşı koyacağız. Otto Schily, kararını sabuunlayip uyusturucudan kendine ne girdigini animsayamayan dumura ugramis kizlarinin uygun yerlerine tikamalidir!
- Domuzdan türeyen domuz oluyor!.. Narkoman Jenna BUSH ile kizkardesi de Siyonist Otto'nun kizlari durumunda..
- Onlara gelince, uyusturucu saglanmasina hicbir engel hicbir sansur uygulanmasi bile düşünülemiyor...

**

- Yalnızca gazeteler, tv'ler mi? Kitaplar da aynı cendereden geçiyor...
- Ne yazık ki, sistem aynı sistem oldukça...
- Mein Kampf!.. Şu sıralar gazetelerde bu kitabın yasaklanacağına ilişkin haberler çıkıyor. Kitabın Türkiye'de ilk basımının üzerinden tam 66 yıl geçmesinden ve bu yıllar zarfında, söylendiğine göre kitabın 45 farklı çevirisinin 11 farklı yayınevince 100'den fazla baskı yapmasından ve bu baskıların 100 binlerce satmasından sonra… Evet, bütün bunlardan sonra, bu kitabın satışının yasaklanacağına ilişkin haberler yayınlanıyor..
- Kitapla ilgili haberlere bakılırsa Kavgam'ın, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde yayınlanması yasakmış. Bunun nedeni olarak kitabın, Adolf Hitler'in anılarını aktarmakla kalmayıp temel görüşlerini de içermesi gösteriliyor. Yani kitap Yahudi düşmanlığı (antisemitizm) propagandasını tetikliyormuş!.. Bizim ülkemiz yasaklara alışkın. Ben yıllar önce Millî Kütüphane'de, başka birçok kitabın yanında Büyük Doğu dergileriyle, 12. yüzyıl İslâm düşünürlerinden İmam Gazali'nin kitabının bile yasaklanmış olduğunu görmüş birisi sıfatıyla, artık kanıksadım. Bu kitap da yasaklanırsa ne yadırgarım, ne şaşarım.. Bir kez ilke ihlal edildikten sonra, bir eksik, bir fazla.. çok bir şey ifade etmiyor.. yadırgadığım bu değil.. yadırgadığım, Türkiye'nin, kendisiyle ilgili bazı filmlerin veya kitapların yasaklanması için bu ülkelere başvurduğunda, onların, ülkelerinde özgürlük bulunduğu def'isiyle Türkiye'nin talebini reddetmeleri keyfiyetidir. Türkiye özgürlük yönünden aman aman bir yer olmayabilir, ama demek ki neye öykünürsen ayibina da bulanirsin camuruna da... Sansur konusund Western Kapitalizmi ikiyüzlüdür; ona özene oligarsimiz, daha namuslu olacak degil ya!..
- Peki, Mein Kampf neden yasak? Neden o Nobel alan propaganda ve beyin yikama pacavralari yasaklanmasi düsünülemez de, bir tek kitaba saldirilir? Hele de bugünlerde, neredeyse bir asir gecmis yayini üzerinden.. Yeter artik!
- "Kavgam (Hitler'in), Almanya'ya karşı gerçekleştirilen komployla ve kendince bu komplonun sorumlusu olan Yahudilerle hesaplaştığı kitaptır." Bugünlerde yeniden bu kitaba saldiriliyor, cünkü Yahudiler, Yeni Dünya Düzeni(Jew World Order)'nin yularını ellerinde aldılar ve tam da bugünlerde insanlığa kinlerini kusmak icin en büyük avantajlı bir evre geçiriyorlar...

**

- Isparta'da barbarlık... Kaymakamın talimatı: Yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı azınlık ırkçısının kütüphane ve kitaplıklardaki kitapları ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim
- Izleyelim!
- Isparta'nın Sütçüler İlçesi Kaymakamı Mustafa ALTINPINAR'ın, Ermeni soykırımı konusunda gerçeği söyleme cüreti gösterdiği için kızdığı yazar Orhan Pamuk'un kütüphane ve kitaplıklardaki kitaplarının toplatılarak imha edilmesi için talimat verdiği ortaya çıktı. Isparta Valiliği, talimatı, gazetecilerce açığa çıkarılması üzerine iptal etti.
Sütçüler'in ırkçı-faşist kaymakamı ALTINHIYAR, Özel Kalem Müdürlüğü'nden 15 Şubat tarihinde ilçedeki kamu kurum ve kuruluşlarına bir yazı gönderilerek kütüphane ve kitaplıklardaki PAMUK'a ait kitapların toplatılması istendi. Kaymakam Altınpınar imzalı yazıda şöyle denildi: "Son günlerde kamuoyunda tartışılan ve yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk adlı yazar, yurtdışında verdiği beyanatlarda onurunu her şeyin üzerinde tutan Türk milletini rencide edici asılsız iftiralarda bulunmaktadır. Bu itibarla, tüm kamu kurum ve kuruluşlarımız kütüphanelerini ve kitaplıklarını tarayacak ve adı geçen şahsa ait kitaplar, ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim." Altınpınar, "Bu emri, Pamuk'un Ermeni soykırımına yönelik açıklamalarına tepki amacıyla verdim" dedi. Öte yandan, Altınpınar'ın yakın çevresine, İçişleri Bakanlığı'ndan gelen genelge doğrultusunda bu yazıyı yazdığını söylediği iddia edildi. İlk önce "Talimattan haberimiz yok" diye açıklama yapan Isparta Valisi İsa PARLAK, olayın dün akşam saatlerinde ortaya çıkmasının ardından Altınpınar'ın talimatınının iptal edildiğini duyurdu. Vali Parlak, "Altınpınar yetkisini yanlış kullanmış. Bu yanlış emirdir. Emir iptal edildi" şeklinde konuştu.
- Ne demişti?
- Orhan Pamuk, İsviçre'de yayımlanan Tagesanzeiger gazetesinin 'Das Magazin' ilavesine geçen şubat ayı başında verdiği demeçte, "Kimse söylemediği için söylüyorum. Türkiye'de 30 bin Kürt öldürüldü, bir milyon da Ermeni" demişti. - Gerçekte en az ikibuçuk milyon sivil ermeni hunharca öldürülmüştür...
- Belki de karşı çıkanlardan bazıları, bu rakam yanlışı düzeltilsin diye tepki gösteriyorlar...
- Belk!..
- Bu demece Türkiye'deki farklı çevrelerden gelen sert tepkiler üzerine ise PAMUK, "Tahümmülsüzlüğün geçmişte ne büyük acılara yol açtığını anlatmaya çalıştım" diye açıklama yapmıştı.
- Sütçüler ve Urla kaymakamı tipi beyinlere göre; doğruyu araştıran, ezilip horlananları korumaya kalkışanlar, sürüden farklı düşünenler birer vatan hainidirler, susturlup, kökleri kazınmalıdır. Nazım Hikmetler,Kemal Tahirler, Yalçın KÜÇÜK'ler, Sabahattin Aliler, Fikret BAŞKAYA'lar, İsmail Beşikçiler, Aziz Nesin'ler, Yaşar Kemal'ler, Orhan Pamuk'lar derhal susturulup, tüm kitapları büyük bir meydanda, resmi bir törenle yakılmalı; Türkiye, açıktan açığa USrael satellitine çevrilmelkidir?! Türkiye'nin Sütçüler kaymakamı kafasından kurtulabilmesi, AB üyesi olabilmesinden daha önemlidir. Zaten Sütçüler kaymakamı kafasının egemen olduğu bir ülke sonsuza dek bir Ortaçağ ülkesi olarak kalmağa tutsaktır!
- Üniversite yıllarında hukuk ve kamu yönetimi vbg okuyan çok arkadasim oldu, içlerinden en statikocu, hümanizmden ve empatiden uzak olanlari hep kaymakam olacagim hevesindeydiler, simdi görüyorum ki basarmislar. Yapmaya çalistiklari devleti vatanin en ucra köselerinde yasatmak, zenginlestirmek degil; rezil etmek, resmi ideolojiyi ortacag seviyesine indirmek. Üzüldüm çok üzüldüm. Pamuk'un söyledikleri kişisel görüşleridir; Pamuk bu ülkeyi baglamaz ama ALTUNPINAR ya da Piç MAİLOĞLU'nun işgal ettikleri koltuklar, devlet malıdır; T.C damgası var kıçlarında; ülkeyi baglar.
- Diyelim kitapları yaktınız, Orhan Pamuk'u ne yapacaksınız?
- Öyle!.. Söyledikleri hoşunuza gitmeyen birini 'susturmak' için yaptıklarını yok etmeniz yetmeyebilir. Eh, onun da çaresi var diyebilirsiniz ama... Neyse ki dünyanın kaderini engizisyon mahkemeleriyle giyotinler belirlemiyor artık. Bir kaymakamın 'maksadını aştığı yerde', amiri olan Vali 'Yetkisini doğru kullanılmamış, talimatı iptal edildi' diyebiliyor... Neyse ki...
- Kaymakam önce ilçesine kitap getirtsin, kütüphane düzenlesin! O namusssuz cahil, o koltukta bir açıdan da bunu için aylık alıyor; kamuoyunun kültürel zenginleşmesi için.. Fakat kendi beyni örümcekli; yine de bu halkın ekmeğinden çalarak yaşıyor bu çakal...
- Ortadoğu, bu çakallılara alışkın!.. Biz bu ayıpları gecmişte yaşadık. Türkiye'de kitapların yakıldığı, yasak konulduğu dönemler oldu.
- Bir aydın sorumluluğu olarak bu yazarş PAMUK, bir soykırım gerçeğini açığa vurdu ve barbarlar kudurdu; peşinden 'Susturun şu haini' yollu kampanyalar başlatıldı. Bir yazarı eleştirmek başka, susturmaya veya kitaplarını yakmaya kalkışmak başka... Eleştirmek demokratik bir haktır, kitap yakmak faşizmin ta kendisidir.
- Urla-Sütçüler vbg kaymakamlıklarını işgal eden bu ikiayaklı köpek ruhlu çeşniden yaratıkların davranışları gösteriyor ki Türkiye'de henüz bir fikir özgürlüğü bilinci yerleşmemiş. Bir insan fikrini tartışamıyorsa, karşı bir argümanı yoksa kızdığı kişinin eserleriyle uğraşmaya başlıyor. Türkiye'de uğraşma da nedense imha etme, yok etme gibi garip yöntemlerle cereyan ediyor. Urla'da yerel gazetelerin, Sütçüler'de romanların resmen yasaklanması davranışı da tipik ve korkunç örneklerdir.

**

Volum -III-

**

- Müzikte sansur uygulamalarına ilişkin belgesel var mı?
- Var!.. Örneğin, Grup Yorum'un başına gelenleri biliyor musun?
- Bilmiyorum... İzleyelim!
- Sansurle sansarlık arasında bir ilişki var mı diye Sordum Ali Paccı'ya!
- Ali Paccı kimdir?
- Çoğu kimse onu bilmez.. Ama Bağcılar'daki hakim ve savcılar çok iyi bilirler.
O bir avukat.. Ali İhsan Karahasanoğlu ile birlikte Vakit'in avukatı. Bizim yazdıklarımızın mahkemede hesabını o veriyor. Bir tek günde, tek bir mahkemede 40 ayrı davadan duruşmaya çıktı.. Guiness Rekorlar Kitabı'na girmesi gereken biri.. Son beş yılın hakkımızda açılan dava dosyasını istedim.. Yüzlerce dosyayı indirip bakması gerekiyormuş. Beşyüzden fazla dava açılmış hakkımızda..
Geçen gün Grup Yorum'un, 20. Yıl dayanışma konseri vardı. Oraya gittim.. Konser aralarında Grub Yorum'un başına gelenler aktarılıyordu, bu 20 yılda. Burası Türkiye. MS 2000'ler.. Biliyorum, bizim Karaoğlu, Goncagül ya da tiyatrocularımızın başına da az şey gelmedi.. Star olmuş, raiting yapan, birtakım sahte sanatçılar 10 bin dolardan aşağı ağızlarını açmazken, bir halkın acısını estetize eden bu insanlar, ucuz otellerde karın tokluğuna adım adım Anadolu'yu dolaşmışlar.. Ötekilerin durumu da aynı, ama ben elde hazır bir dökümü varken, bir örnek olsun diye Grub Yorum'un başına gelenleri, özet olarak ilginize, bilginize sunmak istiyorum.. Yıl 1988 Halepçe Katliamı'nı protesto etmek için düzenlenen gecede Kürtçe bir türkü söyleyen Grup Yorum gözaltına alındı. 12 Eylül sonrası demokratik bir etkinlikte ilk kez Kürtçe türkü söylenmesi üzerine yaşanan bu gözaltı sonrası grup üyelerine savcı sordu: Hanginiz Kürt? Grup üyelerinden, Tunceli doğumlu Metin Kahraman tutuklandı. Bir ay tutukluluktan sonra tahliye edildi.
9 Temmuz 1989... Mersin Likat-İş tarafından düzenlenen konser, başlamasına bir saat kala yasaklandı. Konser için gelen izleyicilerle birlikte türküler söyleyerek yasaklamayı protesto eden Yorumcular, dövülerek gözaltına alındı ve ardından tutuklanarak Mersin Cezaevi'ne konuldu. Dokuz Grup Yorum elemanının tutukluluğu iki ay sürdü.
24 Haziran 1990; İzmit'te gerçekleşen konserde polis, Hilmi Yarayıcı ve Elif Sumru Göker dışındaki Yorumcular'ın sahneye çıkmasını engelledi. Yorum bu konserini iki kişiyle verdi.
Ekim 1990; Konya'da iki ortaokul öğrencisi, Grup Yorum dinledikleri için gözaltına alınarak DGM'ye çıkarıldı.
Kasım 1990; Grup Yorum elemanlarının neredeyse tamamına pasaport yasağı konuldu.
9 Ağustos 1991; Üsküdar'da "Katibim Festivali" kapsamında verilen konserin yarısında, üç bine yakın dinleyiciyi polis dağıttı.
Ağustos 1991; İstanbul DGM, "Gelki Şafaklar Tutuşsun" isimli albüme bölücülük yapıldığı gerekçesiyle dava açtı.
19 Ocak 1992; Konya SHP Gençlik Komisyonu'nun organize ettiği Grup Yorum konseri, genel merkezin isteği üzerine emniyet tarafından yasaklandı.
15 Mart 1992; Denizli'de yapılan konser sonunda "İzinsiz Para Toplama Kanunu'na Muhalefet"ten soruşturma açıldı. Grup Yorum elemanları Elif Sumru Gürel ve Kemal Sahir Gürel, yirmişer ay hapis ve para cezası aldı.
25 Nisan 1992; Trabzon Özgür-Der'in düzenlediği ve 3000 kişinin izlediği konser sonunda bir grup taşlarla ve sopalarla saldırıya geçti. Olay süresince polis gelmedi. Yorumcular ve dinleyicileri, sekiz saat sonra salondan çıkabildi.
9 Haziran 1992; Eskişehir'de düzenlenen "Sevgi ve Dostluk Gecesi" sonrasında, Grup Yorum için gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı. Yorumcular, duruşmaya kadar teslim olmadı.
4 Temmuz 1993; Yorum elemanları, Gemlik konseri sonrası jandarma ve polis tarafından ayrı ayrı gözaltına alındı. Grup'la birlikte sahneye çıkan Yusuf Karadaş, üyesi olduğu Özgürlük Türküsü'nün konser fotoğraflarını taşıdığı için gözaltına alındı ve tutuklandı. Bu tutukluluk iki ay sürdü.
2 Eylül 1993; Kıbrıs'ta Lefke Spor Kulübü'nün düzenlediği konser, amfi tiyatronun dayanıksızlığı bahane edilerek yasaklandı. Daha sonra Sumru, Nuray ve İrşad gözaltına alınarak sınırdışı edildi. Grup üyelerine ömür boyu Kıbrıs'a giriş yasağı kondu. Mersin'de bir gün gözaltında kaldılar. Yaklaşık 1500 Yorum dinleyicisi, bu keyfi uygulamayı protesto etti. Konser öncesi de Taner Tanrıverdi, hakkında çıkış yasağı olduğu gerekçesiyle havaalanında gözaltına alınıp tutuklandı.
Ekim 1993; Bursa-Orhangazi'de yayın yapan 105.2 FM'de çalışan bir DJ, radyoda Grup'un şarkılarını çaldığı için işinden atıldı.
Ocak 1994; Kemal ve Sumru'ya, İzmir DGM'nin 1992 Denizli K


    22nd May 2005 - 07:06:51 PM    
13698 : Best
Hi this is a very informative site! It's nice on the whole but it seems that the navigation system is a little bit confusing. and some pages(interact) can't fit in to a 800x600 screen ... http://price-top.com/las+vegas.html


    22nd May 2005 - 07:35:11 PM    
13699 : Turkish Faggot
Hi, I'm Ahmet, a flaming faggot from Istanbul, and I just want to challenge the impression that you all must be getting from the idiotic Holy War spammer that all Turks are fag-hating retards. I'm Turkish, and I'm not afraid to say that I'm as gay as you please! In fact, I am not alone. There is an underground cabal of us fags here in Istanbul who organise secret dumpster orgies. Dustin, it would be such an honor if you could visit one of our orgies sometime! We would be truly blessed by your presence!


    22nd May 2005 - 08:57:36 PM    
13700 : TopPricer
Hi this is a very informative site! It's nice on the whole but it seems that the navigation system is a little bit confusing. and some pages(interact) can't fit in to a 800x600 screen ... http://price-top.com/voyeur.html


    22nd May 2005 - 09:47:42 PM    
13701 : FUCK TURKEY
I eat countries like you for breakfast.


    22nd May 2005 - 11:20:28 PM    
13702 : Princess Peussie, Goddess over Allah
Peussie rules...and the TUrish war lords are now just blabbering. I see Allah bow before my throne.



    23rd May 2005 - 12:45:16 AM    
13703 : Tv team Moral Info
MORAL DEGENERATION

**

AHLAKSAL ÇÜRÜME///KOKUŞTURMA PROSEDÜRÜ...
Turkish language version



**

USrael'in güttüğü USA&Britannia Emperyalistleri ve koaliSiyonal satellitleri, şimdi de ahlaksal kokuşkunluk projeleri kampanyası başlattı
- İzleyelim!..
- 'Batı kesinlikle ahlaktan yoksun!'
- Amerika'nın, Irak eski Başkanı Saddam Hüseyin'in iç çamaşırlarıyla zindanında çekilmiş fotoğraflarını ortaya çıkarmasını, nasıl sınıflandıracağımızı ve hangi ahlaki ayarın altında göreceğimizi bilmiyoruz. Çünkü bu tür hareketler, bütün değerlerle, antlaşmalarla ve devlet güvenceleriyle ters düşüyor. Bu da bize gösteriyor ki, Amerika'nın hürriyet ve insan hakları adına getirdiği bütün yenilikler sadece soyulmuş fesat.
Hangi kahramanlık ki bu, tutuklu bir adamın hücresinde çekilmiş fotoğrafları yayınlanıyor, 24 saat kameralar kendisini gözetliyor, ihtiyacını görmek için tuvalete gittiğinde bile saygı gösterilmiyor. Ve hangi ahlak ki, büyük devlet bunu süsleyerek veriyor, bir devlet başkanını böylesine pis bir yolla teşhir edip tedirgin etmek istiyor?!
İşte bu, Amerika'nın bugüne kadar yaptığı ve bugün de devam ettiği Müslümanları ve Arapları, inançlarını ve görüntülerini alçak görme silsilesinin yeni halkası.
Ve birkaç gün önce Amerikalı soruşturma ajanları tarafından Guantanamo'da Kur'an-ı Kerim'in çiğnenmesi, ardından da tuvalete atılması... Hepsi Amerika'nın idaresini gösteriyor. Veya ona uyanların. Irak Başkanı'nın iç çamaşırlarıyla çekilmiş fotoğraflarını sergiliyorlar veya çoraplarını yıkamasını. Öyleyse başka gazeteler, televizyon kanalları veya internet siteleri yarın bir gün Saddam'ın tamamen çıplak fotoğraflarını da ortaya koyarsa bizim için pek şaşılacak bir durum olmayacak.
bu aşağılık saygısızlık bush'a
yapılsaydı ne tepki verirdi?
Hürriyet komutanı ve demokrasi elçisi geçinen emperyalist Bush'a soruyoruz; kendisinin veya babasının bu şekilde fotoğraflarının yayınlanmasından hoşlanır mıydı? Veya karısının iç çamaşırlarıyla çekilmiş fotoğraflarının çıkmasını ister miydi? Aynı soruyu İngiltere Başbakanı Tony Blair'e de yöneltiyoruz. Ve bütün İngiltere halkına soruyoruz. Acaba Margeret Tacher'in edepten ve insanların normal giyim standartlarından uzak bir şekilde çekilmiş fotoğraflarının Arap televizyon kanallarında yayınlanmasını isterler miydi?
Bush'a ve kuyruğu Blair'e hatırlatmak istiyoruz; Batı'ya en çok düşmanlığıyla bilinen Taliban'dı. Ancak yine de Batılı esirlerine hiçbir zaman bu tarz ahlak dışı muamelelerde bulunmadı. Aksine onlara çok iyi davrandı. Her çeşit yiyecek, içecek temin etti. Taliban, daha da öteye giderek İngiliz gazeteci Evon Redly'e, bütün tedirgin etmelerine karşın sigaralar sundu ve savaşın en kızışmış olduğu bir dönemde sınırları kanunsuzca aşmasına göz yumdu. Bundan da ötesi ELBİ 52 bombardıman uçakları ve Kruz füzelerinin Kabil ve diğer Afgan şehirlerini en yoğun şekilde bombaladığı sırada kendisini, Pakistan sınırına ulaştırdı.
Belki bazıları, Saddam diktatördü, zalimdi düşüncesiyle bu görüntülere sevindiler. Evet, bu doğru. İnsan hakları örgütleri de onun kötü olduğunu kaydetti. Ancak buna cevap vermek çok basit.
NEREDE İNSAN
HAKLARINI
SAVUNANLAR?
Saddam, kendisi için hiçbir zaman demokratik demedi ve dünyaya özgürlük getirme liderliğini üstlendiğini ilan etmedi. Bu nedenle onu, insan haklarına saygı göstermedi ve devlet kanunlarını uygulamadı hükmünden uzak tutuyorum. Oysa bu kanunları uyguladıklarını iddia edenler, insan haklarını en çok işleyenler. Felluce'deki, Ramadi'deki, Kaim'deki, Necef'teki toplu mezarlar demokrasi temsilcilerinin vahşiliklerini tüm açıklığıyla ortaya koyuyor.
Amerika'nın bu tür hareketleri kınadığı ve kendini temize çıkarmaya çalıştığı beyanatlarından da bıktık artık. Bu olay şahsi bir olay, suçlular hakkında tahkikler başladı vs. Ebu Gureyb'deki korkunç işkenceleri belgeleyen resimlerin ortaya çıkarak bomba etkisi oluşturduğunda, Newsweek dergisinin Kur'an-ı Kerim'in çiğnendiğini ortaya koyan raporu yayınlandığında da bu tür sözler sarfedilmişti.
Bozukluk, Amerika'nın Araplara ve Müslümanlara yönelik tavrında. Büyüklenme kültürü ve ırkçılık. Irkçılığı inşaa ediyor ve yayıyor. Bütün yayın araçları aracılığıyla Müslüman ve Arap karşıtı yayınlar yapıyor.
Amerikan idaresi, Saddam'ın bu fotoğraflarının yayınlanmasının direnişçiler üzerinde olumsuz etki oluşturacağına ve onların ümitsizliğe kapılacaklarına, hücumların sayısını azaltacaklarına inanarak hata ediyor. Oysa her şey tam aksi yönde gelişecek.
Bu çirkin suç, direnişçi hücumlarını daha da artıracak. Saddam'ın çukurda yakalandıktan sonra eskimiş elbiseleri ve kirli saçlarıyla çekilmiş fotoğrafları, oğullarının öldürüldükten sonra fotoğraflarının sergilenmesi, direnişçilerin ihtilal güçleri ve onlara tabi olanlara karşı savaşta ısrarlarından başka bir şeyi artırmadı.
Amerika, Irak'ta ve Arap bölgelerinde bir çukurdan çıkıp daha derin ve genişine giriyor, bir başarısızlıktan diğerine atlıyor. Bu, Irak'taki, Filistin'deki, Afganistan'daki direnişçiler ile İslâmi direnişçi cemaatler için sunulan en güzel hediye oluyor. Bu da Amerika'nın girdiği çıkmazı gün geçtikçe büyütüyor. Maddi ve insan kaybı her ay giderek artıyor.
Bu fotoğrafların, utanç verici bir şekilde ve alçakça yayınlanması, Saddam'ın ve diğer bütün esirlerin adil bir şekilde ve devlet antlaşmalarına dayanılarak, Birleşmiş Milletler'in gözetimi altında yargılanmalarının gereğini ortaya koyuyor.
Abdulbari Itvan/ İngiltere'den yayın yapan Al-Kuds Gazetesi/ 21.05.2005
Arapça'dan çeviri: Defne Bayrak

**

- Size dokunmayan yılan bin yaşamasın!.. Sonra bir gün sıra size de gelir. Bütün bunların değişmekte olduğu umudunu korumak istiyoruz.. Bu kavganın, baskının, zulmün kimseye yararı yok. Sadizmden ne yarar olur?! Aynı dünyanın ezilen halkları, sömürülen sınıfları birbirinin hasımı olmasın; siyonizmin her renkten orospu kliklerine kanmasın; yanmasın!.. Bırakın gelecek kuşaklar bari özgürce yaşasın ve mason falan filan etiketli yeminli insan hasımı çakalların tuzaklarına takılmasın!

**

- Ne yapmalı?

- Online yoluyla olsun hiç değilse, sen de katıl bu duyarlılığa, örneğin, listelenen sitelerdeki cüretli yoldaşlar gibi:

http://www.ipeksenoglu.com/cgi-bin/guestbook/guestbook.cgi

http://www.hermes-press.com/bush_con.jpg

KARAKIZIL forum; bazan enfes bicimde Anti-Siyonit tartismalar gerceklestiriyor:
http://www.network54.com/Forum/294605

Sanal Molotof Forum; bu da bazan enfes bicimde Anti-Siyonit tartismalar gerceklestiriyor:
http://www.network54.com/Forum/120309

**

NOBEL-masked prostitution of ZOGang:
http://www.christopherlydon.org/viewtopic.php?topic=2123&forum=10

Kurdish Neo-Zionist traitors:
http://andrewiandodge.com/index.php/archives/2004/04/02/1689/

DDKD sold to the USraeli Imperialism:
http://members.m4d.com/forum/read/dusunenler/341209/

Hamdi ÖZYURT`s guests talking on the shitty side of Evangelic&Jew infected
Swedish shurk regime:
http://spiritbooks.thesitefights.com/cgi-bin/gbview.cgi/32619?owner=Hamdi

Siyon güdümlü sekt furyasi, dünyayi talan etmekle kalmiyor; geleneksel olarak insanliktan öc almaga yeminli bu keneler, satellit yönetim alanlarini da kendi analarinin yedek genelevine dönüstürdüler; iste kendileri acikliyorlar; birkac örnek: PolitProstitution markets and legalized instruments&order form links in
Sydney-AUSraelia&Stockholm-SvekJa Kingdom&Jew York&TelAviv; "the Axes of the
Zion ruled kinky affairs":
http://www.racism.org.za/_disc1/00000691.htm


Independent Socialist Journalists:
http://www.network54.com/Forum/thread?forumid=193756&messageid=1105207694&lp=1105207694

http://amazingforums.com/forum1/HALALISLAM/

http://f50.parsimony.net/forum202012/messages/59.htm

http://filmstripinternational.com/

http://www.liegirls.com/quicktime.html

http://www.ericblumrich.com/occupied.html

http://www.holywar.org/CART151.gif

Zaza people struggle against the judaized Imperialism:
http://www.forumromanum.de/member/forum/forum.php?action=std_show&entryid=1089601702&USER=user_93372&threadid=2

http://f23.parsimony.net/forum51823/messages/4296.htm

http://www.forumromanum.de/member/forum/forum-user_21465-std_show-2-1090052219--.html

http://istanbul.indymedia.org/news/2005/02/20250.php

Yasou Omogenia Hellenica exposes judaic provocations:
http://www.omogenia.com/forums/printthread.php/Board/UBB10/main/15318/type/post

http://shariati.com/messages/6357.html

http://www.f18.parsimony.net/forum32964/messages/695.htm

http://www.gezginler.net/zd/zd.php?user=delikedi

http://f23.parsimony.net/forum53543/messages/10487.htm

http://okanaganmusic.com/talkshop/okanaganmusic/messages/28.html

http://www.onlineturkish.com/guestbook.asp

http://fatherlovestheworld.com/guestbook/Index.aspx

http://books.dreambook.com/slotus86/uighurlanguage.html

http://beat.cwru.edu/sfa/turkce/guestBook.html

http://www.herseynet.com/pano/pano.php

http://pub45.bravenet.com/forum/3782049108/fetch/412033

http://www.immortalgeisha.com/ig/xeobook/index.php

http://www.shariati.com/messages/5319.html

http://9578.guestbook.onetwomax.de/

http://www.zip.dk/gaeste/bog.php3?id=2584

http://books.dreambook.com/savas1/main.html

http://www.welatparez.com/tr/dep/forum/index.php?t=post&frm_id=1&

http://www.holywar.org/CART151.gif

http://www.imagesagainstwar.com/guestbook.php

http://arguewithsigns.net/mt/archives/001573.html

http://books.dreambook.com/prinsessen/guestbook.html

http://www.andrewiandodge.com/archives/000788.html

Serbest Anti-Fasist&Anti-Siyonit yoldaşlar linki:
http://www.muhaddis.org/cgi-bin/dforum/forum.cgi?msg=8

http://www.holywar.org/CART151.gif

http://www.aysearman.net/aysearman/Forum/guestbook.asp
http://english.aljazeera.net/NR/rdonlyres/BE7D33C0-CE61-407D-BCB6-D6F141561954/64/violationsEngCompressed.gif

http://www.gwbush.com/store/images/gotdemshirt.jpg
http://www.gergindergi.net/component/option,com_akobook/Itemid,43/startpage,2/

http://www.hermes-press.com/bush_con.jpg

http://www.holywar.org/CART26.gif

http://shariati.com//messages/6055.html

http://www.holywar.org/CART151.gif

http://www.middleeast.org/cartoons/10.gif

http://www.senkar.net/misafir/gbook.php?lang=tr

http://www.bushnews.com/bushjew.gif

http://www.sevgidenizi.com/ziyaretci/index.php?a=view

http://www.rense.com/1.imagesD/sdb.gif

http://www.network54.com/Forum/353569

http://www.middleeast.org/cartoons/10.gif

http://www.haloscan.com/comments/viotle/6744485

http://247913.guestbook.onetwomax.de/?sn=0

http://www.talesmag.com/talkshop/general_discussion/

http://www.gesproductions.com/wwwboard/messages/26519.shtml

http://www.abolkhaseb.net/images/falluja-massacres/pages/cross_jpg.htm

http://www.holywar.org/poster703.jpg

**

Online yoluyla olsun hiç değilse, sen de katıl bu duyarlılığa:

http://www.ipeksenoglu.com/cgi-bin/guestbook/guestbook.cgi

http://www.hermes-press.com/bush_con.jpg

KARAKIZIL forum; bazan enfes bicimde Anti-Siyonit tartismalar gerceklestiriyor:
http://www.network54.com/Forum/294605

Sanal Molotof Forum; bu da bazan enfes bicimde Anti-Siyonit tartismalar gerceklestiriyor:
http://www.network54.com/Forum/120309

Serbest Anti-Fasist&Anti-Siyonit yoldaslar linki:
http://www.muhaddis.org/cgi-bin/dforum/forum.cgi?msg=8

http://www.holywar.org/CART151.gif

http://www.aysearman.net/aysearman/Forum/guestbook.asp
http://english.aljazeera.net/NR/rdonlyres/BE7D33C0-CE61-407D-BCB6-D6F141561954/64/violationsEngCompressed.gif

http://www.gwbush.com/store/images/gotdemshirt.jpg

http://www.gergindergi.net/component/option,com_akobook/Itemid,43/startpage,2/

http://www.hermes-press.com/bush_con.jpg

http://www.holywar.org/CART26.gif

http://shariati.com//messages/6055.html

http://www.holywar.org/CART151.gif

http://www.middleeast.org/cartoons/10.gif

http://www.senkar.net/misafir/gbook.php?lang=tr

http://www.bushnews.com/bushjew.gif

http://www.sevgidenizi.com/ziyaretci/index.php?a=view

http://www.rense.com/1.imagesD/sdb.gif

http://www.network54.com/Forum/353569

http://www.middleeast.org/cartoons/10.gif

http://www.haloscan.com/comments/viotle/6744485

http://247913.guestbook.onetwomax.de/?sn=0

http://www.talesmag.com/talkshop/general_discussion/messages/1923.html

http://www.holywar.org/poster703.jpg

http://www.aquarianage.org/services/chat/posts/298.html

http://users.cgiforme.com/fbendz/messages/948.html

http://www.holywar.org/CART151.gif

Tv team Moral Info

info@trickjohn.com

[
<< | < | 672 | 673 | 674 | 675 | 676 | 677 | 678 | 679 | 680 | 681 | 682 | 683 | 684 | 685 | 686 | 687 | 688 | 689 | 690 | 691 | 692 | > | >> ]


[ page load ] Completed in 0.339682 seconds.